GANDHİ’NİN GÖZYAŞLARI
Prof. Dr. Adnan Bülent BALOĞLU
Bugün insanlık korkunç felaketlerin eşiğinde duruyor. Tarihte olduğundan daha berbat savaşlara sürükleyebilecek bitmek bilmez ideolojik ve dinsel çatışmalar, şiddetli ırksal nefretler, sömürü amaçlı terör ve işgaller yakamızdan düşmüyor. Kimyasal ve nükleer savaş tehditleri havada uçuşurken, bulaşıcı hastalıkların biri bitmeden öteki peydahlanıyor. Bu tablonun da açıkça gösterdiği üzere, manevi ve ahlaki olanı maddiyata yani geçici ve uçucu olana tercih eden insanoğlu, kendini topyekûn imha etmeye doğru adım adım ilerliyor.
Gelin bunu en yeni bir örnek üzerinden görelim.
Hindu fanatizmi
Hindistan hükümeti Aralık ayında yeni bir “Vatandaşlık Kanunumu yürürlüğe soktu. Bu kanun ülkede her kesimden insanın katıldığı büyük oranda barışçıl protesto ve tepki eylemlerinin fitilini de ateşlemiş oldu. Söz konusu kanunla, ülkeye Afganistan, Bangladeş veya Pakistan’dan göç eden Hindu, Sih, Budist, Jain ve Parsilere vatandaşlık hakkı tanındı fakat Müslümanlar kapsam dışı bırakıldı. Pek çok siyasi yorumcunun ve insan hakları uzmanının görüşü o ki bu kanun, ülkeye dışarıdan göç eden Müslümanları açıkça yok sayıyor.
İktidar partisinin söz konusu kanunla ilgili gerekçesi şöyle: Müslümanlar, Müslüman çoğunluğun hâkim olduğu ülkelerden geliyor ve kendi ülkelerinde dinlerinden dolayı bir zorluk yaşamıyor. Kanunla vatandaşlık kapsamına alınanlar ise geldikleri ülkelerde dinî azınlık olmaları sebebiyle aşağılanıyor, çeşitli zorluk ve baskılara maruz kalıyorlar. Gerekçe mazur görülebilir ancak dikkatlerden kaçan bir şey var. Çin’den gelen Tibetler, Sri Lan- ka’dan gelen Tamiller, Myan- mar’dan gelen Rohingyalar ve de Pakistan’dan gelen Ahmedi- ler her ne hikmetse kanun kapsamına alınmazlar.
Kanunda gizlenen gerekçe gerçekte dindi ve hedef Müslü- manlardı. Hükümet, bir “Hindu ulusu” tesis etmeyi amaçlıyordu. Kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte “illegal göçmen” konumuna düşen 1,9 milyon ülke sakini birdenbire “devlet- sizlik” tehlikesiyle burun buruna kalır. Mallarına el konma, tutuklanma ve ülkeden kovulma da cabası. Özellikle ellerinde eski belgeleri (tapu ve doğum belgeleri vb.) olmayan Müslümanlar bu tehlikeyle yüz yüze gelme riski en fazla olan gruptu.
Müslümanlara yönelik husumet bununla da sınırlı kalmaz. 1992 yılında Hindu fanatikler tarafından yıkılan Babri Camii’nin yıkıntıları üzerine bir Hindu tapınağı dikilmesi kararı 2019 Kasım ayında Hindistan Yüksek Mahkemesi tarafından alınır. Neticede polisin protestoları şiddetle bastırma tehdidi ve silah kullanması, Hindu fanatiklerin de devreye girip kışkırtmasıyla olaylar büyür. Bazı yerlerde camiler tahrip edilir. Pek çok kişi ölür ve yaralanır. (Buraya kadar olan özet için bkz.: Supar- na Chaudhry, “In India, Hindus, Muslims and police are fighting in the streets.” The Washington Post, 25.02. 2020.)
Geçmişte, 6 Aralık 1992’de Babri Camii’ni yakanların öfke çığlıkları ve nefret sloganları son olaylarda yeniden yankılanır: “Hinduon Hindustan ka, nahin kisike baap ka!” (Hindistan Hindularındır, başkasının babasına ait değildir!) Tehditkâr sloganların, küfürlerin küflenmesine izin vermeyen, nifak ve ayrılık tohumlarını ceplerinden eksik etmeyen karanlık fanatik zihniyet yeniden hortlamıştı.
Irka giydirilen kupkuru gurur ve kibir öfkeyle buluştuğunda, tıpkı ateşle barut misali, ortalık yangın yerine dönerdi. Nitekim bu kural şaşmadı, aynen öyle oldu. Aynı şekilde, dinin de fanatik cehaletin eline geçtiğinde ölümcül bir silaha dönüşmesi kaçınılmazdı. Bu kural da evrenseldi, tüm zamanlar, mekânlar ve uluslar için geçer- liydi, sınır nedir tanımazdı. Nitekim öyle oldu. Irkçılık ve kuru dincilik önüne geleni yıktı. Ortada ne insan hakları ne özgürlük ne de ahlaki ilke bıraktı. Hepsinin külünü savurdu.
Hindistan’da bir zamanlar özgürlük mücadelesine damgasını vuran, daha sonra anayasasının kurucu ilkeleri olan çoğulcu ve eşitlikçi değerler alenen çiğnenmişti. Bunun başka bir izahı yoktu, olsaydı da akla, izana, insafa ve vicdana sığmazdı.
Hindistan’ın barış sembolü ve kurucusu Mahatma Gandhi der ki: “Umutsuzluğa kapıldığımda hep tarihi düşünürüm. Hakikatin ve sevginin daima galip geldiğini hatırlarım. Zalimler ve caniler her zaman var olmuştur. Bir müddet yenilmez görünebilirler ama sonunda hep yenilirler. Bu daima aklınızda olsun.”
Baba Gandhi ülkesinin bu hâlini görseydi onun için ağlayacağına eminim.
Bu kanun (!) kültürel değerlerin ihlali, yaşam tarzlarının yerle bir edilmesi, hakların gaspı, ırkçı terörün kalleşliği, dinsel fanatizmin acımasızlığı ve idarenin kural tanımaz keyfiliği türünden ne varsa hepsini içeriyor. Ayrımcılık ve ötekileştirmeyi meşrulaştırırken Müslümanla- ra açık bir mesaj veriyor: Sizler, dinlerinizden dolayı bu ülkede ikinci sınıf vatandaşsınız!
“Irkçılık, katı hâlde kalamaz. Kendini yenilemek, uyarlamak, görüntüsünü değiştirmek zorundadır.” der Martinikli düşünür Frantz Fanon (ö. 1961), doğru demiş. Bu illet kimi yerde “kanun”, kimi yerde asker, kimi yerde polis, kimi yerde sivil giyimli bir teröristtir. Kimi yerde iflah bulmaz bir “kanlı ideoloji”, kimi yerde ise “zalim” bir devlet terörüdür. Tarihteki örneklerini saymaya bilmem gerek var mı?
Bir zamanlar sevgi ve barışın sembol toprakları
Hindistan’ı biz en çok Babürlü- ler ile hatırlıyoruz. Sevgi ve aşkın sembolü olarak bilinen Tac Mahal başta olmak üzere kültür ve sanatın eşsiz eserlerini Hindistan’ın her tarafına inşa eden Şah Cihan’ı ile anıyoruz. Dinsel hoşgörüyü ilke edinen Şah Ekber’i ile biliyor ve tanıyoruz. Kuzey Hindistan’da bir müddet hüküm süren Gazneliler ile Hindistan’a aşinayız. Çok farklı kültürlerin ve ırkların bir arada uyum içinde yaşadığı Hindistan’dan din temelli Hindu ırkçılığının hortladığı günümüz Hindistan’ına nasıl gelindiği tam bir bilimsel araştırma konusudur. Buraları dinsel fanatizmin ziftine bulayanlar tarih ve insanlık önünde sorumludur. Akan kanların vebali onlarındır.
O zengin Hint kültürünün üstünü Ganj nehrine serpilen küller misali külleyenler, Fanon’un dediği gibi ülkeyi “asgari düzeyde insanlığın” dahi olmadığı bir kültürsüzlük ortamına doğru sürüklüyorlar. Dünya nüfusunun onda birinden fazlasını oluşturmak ama insani ve vicdani değerleri yok saymak olsa olsa tam bir “çoraklaşma” hâlidir.
Aslında Hindu fanatizminin kadrosunu oluşturanların milyarı aşan nüfusun içinde son derece küçük bir azınlık olduğuna şüphe yok. Bunların kim olduğunu öğrenmek için internette Conservapedia’ya “Hindu fanatics” şeklinde yazıp baktığınızda orada eylemlerinin tek tek sayıldığını göreceksiniz. Mahatma Gandhi’yi, Avustralyalı Hristiyan misyoner Graham Staines’i ve iki küçük oğlunu onlar katletmiş. 2002 yılında hamile bir Müslüman kadını diri diri yakmışlar. 2002 Nisan ayında Uttar Pradeş eyaletinde Babri Camii’ni onlar yıkmışlar. 2007 yılının Aralık ayında Orissa bölgesinde tam 95 adet Hristiyan kilisesini yağmalayıp yakan ve tahrip eden de onlar. Ve nihayet 2008 yılında yirmi yaşında bir Katolik rahibeyi iğfal etmişler. Daha başka vukuatları da var ama bu kadarı yeter.
Suç dosyaları epey kabarık olan, Hindistan’ın modern yüzünü korkunç eylemleriyle karalayan bu fanatik zihniyete teslim olmak, Hindistan yönetimi için ırkçılık ve fanatizmin rüzgarında bir kaos ve kavga ortamına sürüklenmek demek olacaktır.
Çok değil daha 1947’ye kadar sömürgeci emperyalizm için ucuz bir hammadde ve emek pazarı olan Hindistan’ı birileri, daha bir asır geçmeden insani ve ahlaki değerlerini yok ederek insanların hayatları ve nesilleri için endişe duydukları bir can pazarına çevirmek istiyor. Bu oyuna gelinmemelidir.
Son olaylar da dâhil olmak üzere bütün bu olup bitenlerin Hindu kültürünün o Batı’ya sunulan şirin yüzünü zedeleyeceğinde şüphe yoktur. Hamuru samsaranın çarkında yoğrulan mistik, uysal, barışsever, insancıl, kanaatkâr Hindu tipolojisi bu fanatizmden ciddi zararlar görecektir. Hindistan tek başına Hindulardan müteşekkil değildir. Ülkede bugün 200 milyondan fazla Müslüman, 30 milyon Hristiyan, 24 milyon Sih, 9 milyon Budist, 5 milyon Jainist var; diğerlerini saymıyorum bile. Nüfusunun yüzde 80’i Hinduizm dininden olan ama kalanı şu saydıklarımdan birine ait olan Hindistan, tabir caizse tam bir dinler mozaiği görünümü arz ediyor. Bu uyumu bozmak ülke halkına ve barışına ciddi zararlar verecektir. Bunu yapmak isteyenlere fırsat verilmesin.
Anayasalar ve kanunlar, “hırsların diğer hırsları dengelemesi için tasarlanmalıdır”, bir çoban kendi sürüsünü asla parçalamaz. (Daron Acemoğlu, James A. Robinson, Dar Koridor: Devletler, Toplumlar ve Özgürlüğün Geleceği, Çev. Yüksel Taşkın, Doğan Kitap, İstanbul 2020, s. 14-15.)