Allah Teâlâ, hayatı ve ölümü bizleri imtihan etmek üzere yarattığını buyuruyor. Bu büyük imtihanda muvaffak olmak ahireti her zaman hatırda tutmakla mümkün olur. Ahireti hesaba katmadan yaşamanın dünya ve ahireti- mize verdiği tahribattan söz eder misiniz?
Ahiret hayatına inanmak bir Müslümanın iman esaslarından biri ve hayatını tanzim noktasında âdeta bir mihenk taşıdır. Çünkü bu inanç, dünyada yaptıklarımızdan dolayı hesaba çekileceğimizin de farkında olmayı gerektirir ve insana aynı zamanda bir disiplin bir sorumluluk yükler. Resulüllah (s.a.s.)
Hz. Lokman’ın (a.s.) oğluna bir nasihatini bize bildiriyor. Re- sulüllah (s.a.s.) buyuruyor ki: “Lezzetleri yok edeni (yani ölümü) çok hatırlayın.” (Nesâî, Cenâiz, 3.) Neden? Çünkü ölümü hatırlamak, kişinin kendini, hayatını gözden geçirmesi yönünde etkileyici bir ibret vesilesidir. Ayrıca ölümü hatırlamak ahiret hayatının hatırda tutulmasıdır. Bu disiplinde olan bir kimse beşerî münasebetlerine dikkat eder. Haksızlık yapmaz, başkalarının hakkına hukukuna riayet eder. Haramı helali bilir ve bu düstur üzere yaşar. Ahirete iman, helal ve haramlarla çerçevesi çizilmiş dünya hayatında bir dengenin, nizamın oluşumunu sağlar. Helal ve haramlara dikkat ederek yaşamak insanlarda hesap verme bilincini canlı tutar. Bu durum da insanı dünyada başıboşluk ve serkeşlikten alıkoyar.
İşte İslam’ın iman odaklı tesis etmek istediği nizamın olmaması, evvela toplumu oluşturan bireyin ruhen sağlıklı olmamasına neden olur. Dolayısıyla ahi- ret inancına bigâne kalmak ve yokmuşçasına yaşamak tahribata öncelikle kişiden başlıyor, sonra o kişinin oluşturduğu aile ve topluma sirayet ediyor. Allah’ın yasakladıklarını düşünmeyen insan menhiyatı rahatlıkla yapabiliyor ne kendisine ne bir başkasına vereceği zararı düşünüyor. Malumunuzdur ki bir şeyin haram olması beşerî ve içtimai hayata vermiş olduğu zararla ilgilidir.
Yüce dinimiz dünyayı ahi- retin tarlası olarak görmüş, ahirette kurtuluşa ermenin yolunun da dünya hayatını İslam dairesinde yaşamaktan geçtiğini bildirmiştir. Bugün Müslümanlar olarak her iki dünyamızı mamur etmek için neler yapmalıyız?
Özellikle din imizin emirlerine tam manasıyla bağlanmalı, Resulüllah’ın (s.a.s.) terbiyesini kendimize rehber edinmeliyiz.
Bunun en güzel örneği sahabe değil midir? Onlar İslam’a teslim olmak ve Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ahlakıyla o vahşi hâllerinden dünyanın en yetişkin, en olgun insanları hâline geldiler ve her iki dünyayı da kazandılar. Bizler de gerek Kur’an-ı Kerim gerekse sahih hadisler yoluyla Allah’ı ve O’nun bize bildirdiklerini öğrenme ve idrak etme yoluna gitmeliyiz. Bununla birlikte dinimizi en iyi şekilde bilme ve hayatımıza tatbik etmeye ihtiyacımız var. Ayrıca Allah Resu- lü’nü (s.a.s.) çok iyi tanımamız, onun sünnetine riayet etmemiz onun terbiyesinde kendimizi ve çocuklarımızı yetiştirmeye çalışmamız bizi dünya ve ahiret saadetine erdirir.
Peygamber terbiyesi ve ahlakıyla ahlaklanmak, bizim temelimizde inşa sürecine başlamamız gereken ilk işlerden biridir. O ahlakla başlayınca peşi sıra her şey beraberinde gelecektir.
Çünkü Peygamberimiz en iyi insan modelini yaşamıyla ortaya koymuştur. Ona uyduğumuz vakit birçok problem de hallolacak ve Allah ile olan ilişkilerimizden beşerle ilişkimize kadar hayatımıza bir nizam ve mana gelecektir. İşte o vakit anlam- landıramadığımız hayat, anlam kazanacak ve daha yaşanabilir olacaktır.
Ramazan ayı Müslümanlar için rahmet ve arınmaya vesile olan bir ay. Aynı zamanda ömrümüzün muhasebesini yapmamız açısından da bir imkân veriyor bizlere. Bu konuda neler söylersiniz?
Peygamber Efendimiz: “Akıllı kişi kendisini hesaba çeken ve ölümden sonrası için çalışandır.” (Tirmizi, Sıfatü’l-kıyâme, 25.) buyurmuştur. Hz. Ömer de “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin.” diyerek kişinin her daim muhasebe içerisinde olması gerektiğini vurguluyor. Ramazan ayı da kişinin kendisini hesaba çekeceği, kendiyle baş başa kalacağı zamanların da bulunduğu bir aydır aslında. Bu rahmet ve bereket ayında insan, özüne yaklaşır ve yaklaştıkça da bir muhasebenin içerisinde bulur kendini. İbadet ayı ramazanda kişi yaptığı ibadet ve taatlarıyla Rabbi- ne yaklaşır, yakınlaşır. İşte bu yakınlaşma kendisini hesaba çekmeyi sağlar. Bu ayda tabiri caizse Allah ile münasebet artıyor. Bu durum, kişiye Allah’a karşı eksik olduğunu gösterir. Ramazan, sair zamanlarda fark edemediklerimizi bizlere fark ettirir. Mesela ramazan dışında yediğimiz, içtiğimiz nimetlerin, önemini ve lezzetini bizlere idrak ettirir. Sağlıklı olmayan bir insan oruç tutamaz ve ona sağlığın kıymetini öğretir. Camiler, normal zamanlardakinden daha güzel ve çekici bir hâle bürünür. İnsanın zihninde “Neden bana manevi tatmin sağlayan bu ibadetleri yapmıyorum ya da aksatıyorum, neden bu camilere sair zamanlarda gelmiyorum?” sorularını sordurur. Kısaca ramazan, Hz. Peygam- ber’in (s.a.s.) “Beş şey gelmeden önce beş şeyin değerini iyi bilmelisin; ihtiyarlığından önce gençliğinin, hastalığından önce sağlığının, yokluğundan önce varlığının, meşguliyetinden önce boş vaktinin ve ölümünden önce hayatının.” (Hâkim, Müstedrek, IV, 341.) tavsiyesinin bizatihi yaşandığı bir aydır. Biz Müslümanları gafletten uyandırır ve bir farkındalık oluşturur.
Ramazan ayı, insanların huzura, sükûna, selamete ermesinde ve Kur’an’ı hayata dönüştürmesinde elbette bir fırsattır. İnsanlar, bu fırsatı ne şekilde değerlendirmeli, neler yapmalılar?
Her ne kadar sonunda olsa da ramazanı bir bayram ayı olarak nitelendiriyorum. Çünkü Müslümanların çocuklar gibi şen olduğu bir aydır. Bu ayın içerisinde bin aydan daha hayırlı olan ve Kur’an-ı Kerim’in de dünya semasına indirildiği Kadir Gecesi var. Bu geceyi yakalamak, idrak etmek bize bayramı getiriyor. Büyüklerimizin de bizlere sıklıkla “Her geleni Hızır, her geceyi Kadir bil!” tembihini yabana atmamak lazım. Neden? Kadir Gecesi’ni ramazanın son on gününde aramak değil de ömrümüzde aramak bize sonsuz bir bayramı getirecektir. Müslümanlar olarak ramazanın nasıl bir fırsat olduğunu anlamamız gerekiyor. Ramazan, bizim hayat kitabımız, Kur’an-ı Kerim’le de buluşma ayımız aynı zamanda. Bu ay Kur’an’la bir araya gelme ayı. Camilerde, evlerde mukabeleler okunuyor, hatimler yapılıyor. Bu, çok güzel bir haslet ve Kur’an-ı Kerim’le hemhâl olmamızı sağlıyor. Bunu hayatımızın her anına yaydığımızda ve okuduklarımızı anlamaya, idrak etmeye başladığımızda Kur’an artık bizi değiştirmeye, dönüştürmeye başlıyor. İşte bu güzelliği, bu lezzeti yakalayabilmek için ramazan biz Müslümanlar için büyük bir fırsat. Onun için Kur’an-ı Kerim’in hem lafzını hem mealini bol bol okumak gerekiyor. Ayrıca anlamı üzerinde okumalarımızı tefsirlere de başvurarak sıklaştırmak, Kur’an’ın teşrif buyurduğu gecelerde onun idrakine yönelik düşüncelere dalmak bizde hakikaten bir dönüşüm sağlayacaktır inşallah.
Biz insanlara âdeta yeni bir ruh üflemek üzere gelen ramazan, insan hayatında nerededir ve ne gibi dönüşümlere vesiledir?
Evet, ramazan bizlere âdeta yeni bir ruh üfler. Günahlarla kararttığımız ruhumuzu temizler, yeniler. Ruhumuzu, gönlümüzü karartan, karalayan, leke çalan her türlü kötülükten, kötü davranıştan uzak kalmamıza vesile olur. Oruçlarla kötülüklerden uzaklaştıran ramazan, kişiyi bunlardan vazgeçirerek onun değişimini, dönüşümünü sağlar. Ramazan ayı iftarı, sahuru, sadakası, zekat ve teravih namazıyla manevi hazzı doyasıya yaşamamızı sağlar. Ramazan; insana unuttuklarını, unutulmuşları hatırlatır. Kısaca ramazan ayı sadece bireysel anlamda değil toplum nezdinde de bir değişime, dönüşüme vesile olur. Böylesi derin etkiler bırakan ramazanı insanlar hep tatlı bir heyecanla karşılar.
Ramazan sizin ruh dünyanızda nasıl bir anlama tekabül eder? Ramazan ayını nasıl geçirirsiniz ve bu ayın en güzel şekilde ihya edilmesi noktasında okurlarımıza tavsiyeleriniz nelerdir?
Ramazan, her Müslümanı heyecanlandırdığı gibi beni de çok heyecanlandırır. Gelişiyle çocuklar gibi sevindiğimiz, gidişiyle de bir daha kavuşmak nasip olur mu diye hüzünlendiğimiz bir ay. Ben de herkes gibi ramazanın getirmiş olduğu güzelliklerden istifade etmeye, göklerden yeryüzüne inen bu manevi sofrada ruhumu, gönlümü doyurmaya çalışıyorum. Okuyucularımıza söyleyeceğim şudur ki: Ramazan bir fırsattır, bir daha elimize ya geçer ya geçmez. Müslümanlar bu bilinçle ramazanı en verimli geçirebilmenin yollarını aramalı ve bu ceht üzere ramazanı ihya etmeliler. Bu ayda bol bol hayır, hasenatta bulunarak felaha, huzura ermenin yollarını aramalılar. Bu vesileyle tüm okurlarımıza da hayırlı ramazanlar diliyorum.
ÖZ GEÇMİŞ
Selahattin Kaya, 1934’te Erzincan’ın Kemaliye ilçesine bağlı Başarı köyünde doğdu. Babası Hüseyin Efendi’dir. İlkokulu köyünde bitirdikten sonra İstanbul’a gelerek Nuruosmaniye Kur’an Kursu’nda Hafız Hasan Akkuş’tan hıfzını ve talimini ikmal etti. Ayrıca başka hocalardan özel Arapça dersleri aldı. 1951-1952 ders yılında açılan İstanbul İmam-Hatip Okuluna kaydoldu, 1959 yılında buradan mezun olduktan sonra 1961’de Beyoğlu’nda müftü müsevvidi olarak göreve başladı. Bu görevde iken İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne devam etti ve 1965 yılında mezun oldu. Mezuniyetini müteakip aynı ilçede müftü yardımcılığı yaptıktan sonra 1966 yılında Beyoğlu’na müftü olarak tayin edildi. Bu hizmeti yürütürken Din İşleri Yüksek Kurulu Üyeliğine getirilmesi üzerine bu görevinden 1978’de yeni vazifesine başlamak üzere ayrıldı. Kısa bir müddet bu vazifede bulunduktan sonra İstanbul Müftülüğüne önve vekâleten; 24.10.1978 tarihinde de asaleten tayin edildi. 1998 yılına kadar bu görevde kaldı ve buradan emekli oldu. Mesleki konularda neşredilmiş makale ve tercümeleri, Seyyid Kutup’un “Fizilalil-Kuran” adlı eserinin tercümesi, Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri’nin sadeleştirme çalışmaları ve aynı yazarın mealinin de neşrine yardımcı olan Selahattin Kaya, evli ve üç çocuk babasıdır.