Makale

“Sür çıkar ağyârı dilden ta tecellî ede Hak Padişah girmez saraya, hâne ma’mûr olmadan.” Şemseddin Sivasî

“Sür çıkar ağyârı dilden ta tecellî ede Hak
Padişah girmez saraya, hâne ma’mûr olmadan.”
Şemseddin Sivasî

Vedat Ali Tok

İnsan… Meleklerden daha üstün, aşk ile muhabbet ile yüceldikçe yücelen; kinle, nefretle, hasedle…küçüldükçe küçülen, alçalan insan… Kendindeki yüce değeri fark ettikçe kendini dolayısıyla Rabbini bilen; öte yandan yaratılış gayesinden bîhaber olunca ya da kendini hakikî manada değersiz gördükçe daha dünyada iken adem (yokluk) diyarına giden insan…

Biliriz ki muhabbetin kaynağı Allahü Teâlâ’dır. İnsanın ve bütün kâinatın yaratılışı da bu muhabbet sebebi ile olmamış mıdır?
Ne demişti şair:
Kendi hüsnün hûblar şeklinde peydâ eyledin
Çeşm-i âşıktan dönüp sonra temâşâ eyledin
(Ey Allah’ım, Sen, kendi güzelliğini, dünyada yarattığın güzeller ve güzellikler şeklinde ortaya koydun, sonra dönüp âşıkın gözüyle seyre koyuldun.)

Allahü Teâlâ’nın en sevdiği resûlü ve bizim de sevgili peygamberimiz Allah katında “habibullah”tır. Yani Allah’ın habibi/sevgilisi, muhabbet bağladığı…
Değil midir ki:
Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl
Muhammedsiz muhabbetten ne hâsıl
İşte biz de o habibin ümmetiyiz…

Aşk, insana ait diğer duygulardan çok farklıdır. Aşkta sâfiyet vardır, karşılıksızlık vardır… Aşk yalanı dolanı, riyayı, kibiri, bencilliği, sencilliği kabul etmez. Aşk dairesinde süflî duyguların, entrikanın, kuyular kazmanın yeri yoktur… Aşk karşılık beklemeden bağlanmak, gece bir kuşe-i gamda safa bulmaktır. Aşk, sevgilisinin bastığı toprakla yeksân olmaktır. Aşk diyebileceğimiz bir cümle kurmak hadsizliktir. Çünkü aşkı tarifte sınır yoktur.

Âşık sevgilinin adını işittiği vakit kalbi durası gelen, yüzünü gördüğü vakit kendinden geçen… Âşık sevgilinin gelmeyeceğini bildiği halde geleceği müjdesine bütün malını mülkünü bağışlayan, gerçekten geleceğini bilse canını vermekten kaçınmayandır…

Ne yazık ki bugün biz bu sevdamızı, aşkımızı değerlerimizi unuttuk, unutuyoruz; batının materyalist felsefesini alıyor, aklımızı kullanıyor (!) sonra o eşref-i mahlûkât sıfatını bir tarafa atıp da güçlü olan kazansın fikriyle hareket ettik edeli mutsuz, umutsuz, huzursuz, stresli insanlar oluyoruz. Birbirimizi sevmiyor, selamı sabahı kesiyor, misafir gelmesin diye tatillere çıkıyoruz. Sözü misafire getireceğim elbette… Misafir… Hani söz başı yaptığımız beyitte merhum Şemseddin Sivasî’nin bahsettiği misafir. Asıl misafir.

İnsan, mekânına bir misafir geleceği zaman hazırlık yapar, mekânını temizler, süsler; misafirin, kalacağı yerde kendini rahat hissetmesi için o yeri kalabalıktan, çer çöpten arındırır. Hele gelecek olan misafir bir hatırlı, makam mevki sahibi ise bu hazırlıklar daha da dikkatli yapılır, hatta bazen mübalağaya bile vardırılır. Düşünün evinize cumhurbaşkanı gelecek… Ne hazırlıklar yaparsınız değil mi? Bulur buluşturur, alır alıştırırsınız. Şair de öyle diyor zaten: Hâne düzeltilmeden, padişah saraya bile girmez. Yani önce kalınacak yerde bir hazırlık yapılmalı, ortalık düzeltilmeli. Hatta evde yaramazlar ve yaramazlıklar varsa onlar da kapı dışarı edilmeli. Ola ki padişahın yanında bir patavatsızlık yaparlar, sonra işin içinde mahcubiyet de var. Böyle olumsuzlukların bulunduğu bir mekâna huzur-ı kalple ne padişah gelir ne paşa...

İnsan kalbi/gönlü Rabbinin tecelligâhından başka bir şey değil. Yunus Emre’nin:
“Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil”
ya da:
Göül Çalab’ın tahtı
Çalab gönüle baktı
İki cihân bedbahtı
Kim gönül yıkar ise
demesi bundandır. Haksız mı Emre? Allah’ın evini yıkan bir adamın kıldığı namaz olur mu? Yahut gönül yıkan bir insan hangi cihanda bermurâd ola ki…

Sevgilinize muhabbetinizin göstergesi, ispatı başka hiç kimseye karşı ona duyduğunuz hissi duymamakla olur ancak. “Âşık-ı sâdık menem” diyebilmek için bir tek sevdaya bağlanmak gerek.

Allah aşkından ve Allah’a karşı gerçekten muhabbetten söz edebilmek için de O’nun bulunduğu ya da geleceği mekânı temizlemek gerekiyor. Para sevdası, mal mülk sevdası, şan şöhret, makam… sevdası ile Allah sevdası bir arada bulunmaz elbet, daha doğrusu bunların sevdası olamaz. Çünkü maddî anlamda ihtiyaç giderici şeyleri, hayatın idamesi için gerekli görmeli ancak. Aşkın mânevî bir yönü vardır, maddî şeylere müteallik olamaz. Dolayısıyla maddiyatın gönülde yeri yoktur.

Hâsılı şair diyor ki Allah’ın mekânına çerçöp doldurmamalı, Allah’ın tecellî edeceği mekânda başka sevdalara, onun sevmediği, hatta O’ndan gayri misafirlere yer yoktur.

Gerçek mi yoksa mecaz manada mı olduğu tam anlaşılamayan fakat her halükârda bir hakikati vurgulayan klâsik şairlerimizden Râsih:

Olamaz bir hanede mihman mihman üstüne
derken Şemseddin Sivasî’nin düşüncelerine ortak olur. İki şairimiz de bir hanede iki misafirin olamayacağını çünkü aynı mekânda iki misafire aynı hürmetin gösterilemeyeceğini ifade ediyorlar. Ser-levha beytin tamamını bir de günümüz Türkçesiyle ifade edelim:

“Çıkar ki gayrileri gönlüne gelsin Allah
Süslenmemiş saraya nasıl girer padişah.”


“Aşk, insana ait diğer duygulardan çok farklıdır. Aşkta sâfiyet vardır, karşılıksızlık vardır… Aşk yalanı dolanı, riyayı, kibiri, bencilliği, sencilliği kabul etmez. Aşk dairesinde süflî duyguların, entrikanın, kuyular kazmanın yeri yoktur…”