Makale

VARLIĞIN AYNASINDA YOLCULUK

VARLIĞIN AYNASINDA YOLCULUK

Süreyya Meriç

Yaratılmışların kendi aksini seyrettiği su, gören göz için varlığın derinliklerini gösteren kadim bir aynadır. Öyle ki kendi varlığını hayranlıkla seyreden ve yemeden içmeden kesilerek hayata gözlerini yuman Narkiskos’un yaşadıkları, efsanelere konu olmuş; kişinin kendi suretiyle bu denli meşgul olmasının doğuracağı olumsuz sonuçlar, isimler ve mekânlar değişse de dünyanın farklı yerlerinde masallarda anlatılagelmiştir.
Tarih içerisinde, karşısındaki cismi bazen gerçekten daha gerçek gösteren aynalarla insanların yakınlığı başlamış, sudaki akisler kişioğluna yetmeyince parlatılan gümüşlerden cilalanan volkanik taşlara, bronz levhalardan çelik alaşımlara kadar pek çok nesne ayna işlevi görmüştür. En sonunda sırlanan camlar ayna olarak kullanılmaya başlanmıştır. Aynalar hayatın her alanına girmiş, berber dükkânlarından pastanelere iş yaşamının vazgeçilmez bir unsuru olmuş, en mütevazı evlerde dahi başköşeye konmuştur.
Surete Hayran Olan Siret
Mesnevi’de geçen bir hikâye insanın ayna karşısındaki durumunu bütün gerçekçiliği ile ortaya koyar:
Türk ve Çinli ressamlar arasında bir yarışma düzenlenir. Taraflar karşılıklı iki duvara, bütün maharetlerini sergileyerek resim yapacaklardır. Ortaya bir perde çekilir ve ressamlar birbirinin neler yaptığını göremezler. Çinli ressamlar, büyük bir gayretle resimlerini yapmaya başlar, çeşit çeşit boya kullanırlar. Türk ressamlar ise sadece duvarı cilalamakla yetinirler. Çinli ressamlar çalışmalarını nihayete erdirdiklerinde resmi görenler esere hayran olurlar. Perde açılır ve bu defa seyirciler Türk ressamların çalışmalarına bakarlar. Çinli ressamların yaptığı resim karşı duvara yansıdığında bu yansıma aslından daha güzel, daha parlaktır ve görenleri cezbeder.
Hikâye her ne kadar cevherin araz karşısındaki durumuna bir nükte olsa da surete meftun bakışların hakiki varlığı temaşa etmekten ne denli uzak kaldığını göstermesi bakımından öğreticidir.
Aynaların Tarihi
Kimsenin kendi varlığını doğrudan göremediği, ancak aynadaki aksi ile muhatap olabildiği şu dünyada “suret mi, siret mi” tartışmaları devam ededursun, aynalar da kendi tarihsel yolculuklarına çıktı. Eski Türkçede gözgü olarak adlandırılan aynalar, Arapçada mirat, Farsçada ise ayine olarak isimlendirildi. “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” sözüyle dillere pelesenk oldu. Efsanelerden masallara ayna her yazında kendine yer açtı. Divan edebiyatından modern döneme kadar ediplerin dilinde bulunmaz bir imgeye dönüştü. Yüzleşmeyi, kendi ile karşılaşmayı daha iyi anlatabilen bir enstrüman yoktu zira. İnsanoğlunun ayna karşısındaki durumunu belki de en veciz bir şekilde işleyen, Necip Fazıl’ın Aynadaki Yalan eseri oldu. Bir insanın görünenin ötesindeki hakikate varma çabası, dünyalıklardan geçerek Allah’a ulaşma gayesi bu eserde vücut buldu. Ayna bir tecelligâhtı. Olanı göstermekte oldukça mahirdi ama aslolan görünenin de ötesine geçebilmekti.
İnsanın o büyük hikâyesine eşlik eden aynaların tarihine baktığımızda ise büyük duvar aynalarından cep aynalarına kadar her bir aynanın var oluş amacından bağımsız bir mesaj ve kullanım alanının çok üstünde bir zarafet taşıdığını söyleyebiliriz.
Tunca İşlenen Nakış
Güneydoğu Anadolu’da kullanıldığı tahmin edilen tunç ayna, 13. yüzyıla ait bir tarihî eser olarak müzelerde yerini aldı. Döküm tekniği ile yapılan aynanın üzerindeki yazılar ise dikkat çekici: El-Melik, el- Muzaffer, el-Âli, el-Mevlevi…
Osmanlı Telkâri Gümüş Yastık Ayna
İşçiliği ile dönemin nadir eserlerinden olan yastık ayna, gövdesindeki desenlerle güneş ışınlarını kırarak bir görsel şölene dönüştürme başarısına sahip.
Aynadaki Mesaj
Divanında aynayı bir metafor olarak kullanan
Şeyh Galip, meşhur dizelerinde şöyle demektedir:
Aksîni seyreylerim âyînede dîvârdan/ Gerçi bû sûretle pinhân eylerim ağyârdan (Duvardaki aynadan aksini eyrederim/ Gerçi bu şekilde başkalarından gizlerim)
Avrupa’nın Ayna ile İmtihanı
Avrupa’da aynalar oldukça büyük ve bir gösteriş temsili olarak kullanılmaya başlandı. Öyle ki gerçeklik üzerinde ilk maniple bu aynalar vasıtasıyla yapılarak kişiyi olduğundan daha zayıf yahut daha cüsseli gösteren aynalar saraylarda talep gördü.
Kalpten Kalbe Bir Yoldur Ayna
Günlük hayatın vazgeçilmez eşyaları arasına giren ayna, bir erkeğin sevdiğine verebileceği en güzel hediyeye dönüştü. Osmanlı özelinde Doğu toplumlarında yer eden ayna hediye etme geleneği, altında şu mesajı barındırıyordu: “Sana senden daha güzel bir hediye bulamadım.”