Makale

ORTA AKDENİZ’DE BİR ADA MALTA

ORTA AKDENİZ’DE BİR ADA MALTA

F. Hilâl FERŞATOĞLU
İstanbul Kadıköy Vaizi

Akdeniz’de Sicilya’nın güneyinde yer alan takımadalar ülkesi Malta, 2,5 asır Müslüman hâkimiyetinde kalması ve Kanuni döneminde adaya düzenlenen büyük kuşatma harekâtı sebebiyle İslam ve Türk tarihinden derin izler taşır. Ada M.Ö. Fenikeliler, Kartacalılar, Romalılar tarafından idare edilmiş, miladi I. asırda ilk azizlerden Saint Paul’ün adaya gelişiyle Hristiyanlaşmıştır. Bugün nüfusun %98’i Katolik olan küçük ülkede senenin her gününde gidilecek farklı bir kilise mevcut. Adadaki Müslüman nüfus ise 1500 kişi kadar ve bunun üçte ikisi Maltalı.
Kuzey Afrika’da Abbasilere bağlı bir emirlik olan Ağlebilerin fethiyle (870) Müslümanlaşan Malta’ya bu dönemde yeni geliştirilen tarım ve sulama sistemleri ile refah gelmiş, Ada pamuk ve narenciye ürünleriyle tanışmıştır. 991’de yapılan sayıma göre Adanın 15.000 hane Müslüman, 6350 hane Hristiyan nüfusa sahip olması, İslam yönetimi sırasında din hürriyetinin esas alındığının bir göstergesidir. Bu dönem Adanın dili ve kültürü üzerinde de tabi bir tesir bırakmıştır. Eski Fenike dili, Arapça ve İtalyancanın karışımından oluşan Malta dilinde bugün şehir ve yer isimlerinde -Marsa, Medina, Rabat gibi-; cadde isimlerinde -Tariq San Pawl gibi-; ev isimlerinde -Dâr Farrug gibi- Arapça kelimelerle karşılaşmak mümkün.
İslam hâkimiyeti 1090’da Normanların Malta’yı ele geçirmelerine kadar sürmüş, 1249’da Müslümanların tamamı Adadan çıkarılmıştır. Normanlardan sonra Almanların, Fransızların ve İspanya krallarına tabi Aragon ve Kastilyalıların hâkimiyetine giren Malta’nın geçmişinde, bugün hâlâ kültürel ve tarihsel olarak ağırlığını hissettiren dönem Şövalyeler dönemidir. Orta Çağ’da ortaya çıkan Templier ve Hospitalier tarikatları zaman içinde bir şövalye tarikatına dönüştürülür ve Saint Jean Şövalyeleri ismini alır. Bu tarikata mensup şövalyeler papaya bağlıdırlar ve Haçlıların en acımasız kuvvetleri olarak bütün Haçlı seferlerine katılmışlardır. Selahaddin Eyyübi tarafından Kudüs’ten çıkarıldıktan sonra Kıbrıs’a yerleşirler daha sonra Rodos’u Bizanslılardan alarak kalıcı üs edinirler. (1308) Kanuni’nin Rodos’u fethetmesiyle (1522), Şövalyeler adayı terk etmek zorunda kalarak Malta’ya yerleşirler. Papanın da onayıyla İspanya kıralı V. Carlos tarafından kendilerine verilen Malta’da bağımsız bir devlet kurarlar. (1530) Bu tarihten sonra Malta Şövalyeleri diye anılacaklardır. Akdeniz’deki kilit konumu ve tabii limanları ile korunaklı bir üs edinen Haçlı şövalyelerinin en büyük düşmanları ise kendilerini iki asırlık yurtları olan Rodos’tan çıkaran Osmanlılardır. Onun korkusuyla Adadaki şehirlerin etrafını müstahkem surlarla örerler.
Malta Şövalyeleri papalığın kendilerine gösterdiği, Türk’ün Akdeniz’deki ilerleyişini durdurma hedefine bağlı olarak Müslüman hacılara, ticaret ve yolcu gemilerine saldırılarını artırırlar. Bunun üzerine 1540’ta Malta’ya Turgut Reis komutasında ilk Osmanlı akınları başlar. 1565’te ise Piyale Paşa, Serdar Mustafa Paşa ve Turgut Reis gibi komutanlar öncülüğünde 35.000 yeniçeri ve 200 gemilik donanma ile Malta kuşatılır. Haçlı zihniyetine adanmış vahşet savaşçıları ezeli düşmanları Müslümanlara karşı koyarlar. Osmanlı ordusu Adanın büyük kısmını zapt etse de Sicilya’dan gelen sekiz bin kişilik Haçlı desteği işi zora sokar. Turgut Reis daha evvel başından aldığı yara sebebiyle şehit düşer. Öngörülen sürede fethin gerçekleşmemesi, yaklaşan fırtına mevsiminin donanmaya zarar verecek olması Osmanlı paşalarına 4 ay süren kuşatmayı kaldırma kararı aldırır. Karar Kanuni’nin hiç hoşuna gitmeyecek, Rodos’ta canlarını bağışladığı Şövalyeler üzerine düzenlenen bu harekâtın sonuçsuz kalması ömrünün son yılında onu oldukça üzecektir.
Osmanlı devletinin Batı’ya yönelik son seferi sayılabilecek bu muhasaranın sonucu Avrupa’da “bozgun” olarak değerlendirilir ve büyük sevinç uyandırır. Osmanlı donanması hedefine ulaşamamış Malta’yı fethedememiştir. Ancak harekât ordu bozguna uğradığı ve dağıldığı için değil, iradi bir kararla Hammer’ın da belirttiği gibi “Türklerin kuşatmayı kaldırmaları üzerine” son bulmuştur. Tarihi yazanlar bu kuşatmayı dünya askerlik tarihinde eşine az rastlanır bir çıkarma ve kuşatma harekâtı olarak değerlendirir. İspanyol ordusu içinde savaşa katılan şair ve yazar Balbi, şahidi olduğu bu muhasara için “Bu saldırı tehlikeli olmasa şahane idi.” demekten kendini alamamıştır.
Malta, tarihinde pek çok kez kuşatılır ancak sadece Osmanlı muhasarası “Büyük Kuşatma” olarak adlandırılıyor. Müzelerde Osmanlı muhasarasına geniş yer verilerek tarihî hafıza diri tutuluyor. Kuşatmanın nasıl gerçekleştiği, kara savaşlarının cepheleri, simülasyonlu, yazılı, görsel bilgilendirme yollarıyla aktarılıyor. Malta kiliselerinin geçen dört buçuk asra rağmen her 8 Eylül’de kuşatma başarıya ulaşamadığı için Tanrı’ya şükranlarını sunmak üzere Te Deum ayini yapması bu mücadelenin, Hristiyanlarca askerî olduğu kadar dinî bir savaş olarak algılandığının da bir göstergesi.
Malta 1798’de Napolyon tarafından ele geçirildikten sonra Şövalye teşkilatı dağıtılır ve Adada yeni bir düzen kurulur. 1800’de İngilizler tarafından işgal edilen Ada, II. Dünya Savaşı sırasında Alman-İtalyan hava kuvvetlerinin saldırılarından ciddi şekilde etkilenir. 1964’te bağımsızlığını kazandıktan sonra İngilizlerin Adadan tamamen ayrılmasıyla Malta Cumhuriyeti adını alır.
Valetta
Başkent Valetta, Osmanlı kuşatması sırasında Şövalyelerin yönetim merkezi Birgu yerine yeni bir merkez ihtiyacıyla inşa edilir. Muhtemel Türk saldırılarına karşı sağlam surlarla çevrelenen şehrin yapımı beş yıl sürer. Şehir adını, Adayı Türklere karşı savunan komutan La Valetta’dan alır. Eski şehrin büyük kapısından girildiğinde trafiğe kapalı Tariq of Republica boyunca çift taraflı, az katlı, bitişik nizam taş binalar sıralanmıştır. Adanın “sarı taş”ıyla yapılmış bu eski yapıların istisnasız hepsinde canlı renklerle boyanmış ahşap kapılar ve kapılarla aynı renk ahşap şehnişinler bulunuyor. “Wooden balcon” dedikleri rengârenk şehnişinler güneş vurdukça daha da sararan Malta evlerinin karakteristik bir özelliği olmuş. Binaların köşelerinde küçüklü büyüklü heykeller dikkat çekiyor. Caddeye bitişen dar sokakların her biri tatlı bir eğimle masmavi Akdeniz sahillerine iniyor.
Büyük üstatların yaşadığı ve şövalyeleri eğittiği Büyük Üstatlar Sarayı bugün parlamento binası olmakla birlikte bir kısmı müze olarak ziyarete açık. Sarayın duvarları, tavanları şövalyeler dönemine ait resimlerle süslenmiş, Osmanlı kuşatmasına dair savaş sahnelerinin resmedildiği büyük yağlı boya tablolar yüzlerce yıl süren hilal-haç mücadelesinden bir kesiti canlı bir şekilde gözler önüne seriyor.
Büyük üstatlar anısına yaptırılan heybetli Saint John Katedrali, ihtişamlı kubbesiyle Valetta’ya uzaktan bakıldığında Ada siluetinin en belirgin yapısı. 1575’te inşa edilen katedralin içi oldukça şaşaalı, duvarlar boyunca tüm süslemeler 22 ayar altın kaplama. 450 büyük üstadın mezarlarının yer aldığı katedralde haçlı ordusuna destek veren ülkelere ait şapeller de mevcut.
Valetta’nın Marsa semtinde Adadaki diğer binalar gibi sarı Malta taşından inşa edilen fakat Endülüs, İran, Hint ve Batı mimarisinden izler taşıyan estetik bir yapı bulunuyor. Kuşatma sırasında Osmanlı karargâhının olduğu bölgeye inşa edilen, ihtişamlı giriş kapısı ve zarif minareleriyle dikkat çeken bu yapı Türk Şehitliği. (1874) Sultan Abdülaziz’in muhasarada şehit düşen askerlerimizin hatıralarını yâd için yaptırdığı şehitliğe, II. Abdülhamid de güzel bir mescit ve çeşme ilave ettiriyor. (1883)
Medina
Medina, Malta’nın en yüksek bölgesine kurulmuş etrafı surlarla çevrili tarihî bir şehir. Fenikelilerin M.Ö. 7. asırda kurup Melita adını verdikleri şehri, Adada üç asra yakın hüküm süren Araplar merkez edinerek, Medina ismini veriyorlar. Sur dışında kalan yerleşim yerlerine ise Rabat deniliyor. Zaman içinde depremlerle zarar gören şehir, Şövalyeler döneminde yeniden imar edilmiş. Bugün turistler için seyir terası vazifesi gören kale surlarından bakıldığında Medina ovası ve Adanın güney sahilleri görünüyor. Kale şehir görkemli giriş kapısı, sarayları, kiliseleri, meydanlara açılan dar sokakları, köşelerinden begonviller sarkan taş evleriyle açık hava müzesini andırıyor. Medina evlerinin rengârenk yağlı boyayla boyanmış çift kanatlı ahşap kapıları, orijinal kapı tokmakları, kapılarla aynı renkte ahşap panjurları dikkat çekici güzellikte. Ev sahibi olduğu her medeniyetten izler taşıyan Medina çok iyi korunmuş. Motorlu taşıtların giremediği eski şehir Unesco’nun dünya mirası listesinde. Son yüzyılda film endüstrisinin de dikkatini çeken Medina popüler film ve dizi sektöründe tabii bir plato olarak çok kereler kullanılmış. Beş adadan oluşan ve en büyüğü Malta ile isimlenen adalar cumhuriyetinin üç adasında iskân yok. Gozo adası ise mimari ve şehirleşme açısından Malta ile benzer özelliklere sahip.
Yolunuz düşerse bir gün “Bütün bu şehir surlarını dedelerinizden korunmak için yaptık.” diyen bir Maltalı ile karşılaşabilirsiniz. Malta’yı alamasalar da Türk adını, sancağını buraya kadar getirmiş ecdadımıza selam olsun.