Makale

BİR KUR’AN HADİMİ: Abdurrahman GÜRSES

BİR KUR’AN HADİMİ:
Abdurrahman GÜRSES


Bünyamin ALBAYRAK
Ahmet ÜNAL


Muhataplarına iyilik yollarını gösteren, alçak gönüllü bir din görevlisi. Camiyi hayatın merkezine alan bir imam hatip. İnanç, ilim ve ahlak üzerine kurulu bir hayat sürdüren, örnek insan, öncü bir âlim. Reisülkurra, Hendekli Hafız Abdurrahman Gürses.
Abdurrahman Gürses, 1909 yılında Sakarya’ya bağlı Hendek ilçesinin Soğuksu köyünde doğdu. Babası uzun süre bu köyün imamlığını yapan Hafız Said Efendi, annesi Fatma Hanım’dır. Abdurrahman Gürses, Peygamber Efendimizin “Ya öğreten, ya öğrenen, ya dinleyen ya da ilmi destekleyen ol, beşincisi olma, helak olursun.” (Darimi, Mukaddime, 26.) hadisini hayatının tamamına aktarmış güzide bir şahsiyet idi. Zira o, hayatının tamamında ya bir talebe, ya bir muallim, ya ilmi dinleyen, ya da ilmi destekleyen bir insan olmuştur.
Abdurrahman Gürses, küçük yaşlarda babasının yanında hafızlığını tamamlar. Daha sonra bir yandan yörenin meşhur üstadı Abdurrauf Hoca’dan talim dersleri alırken diğer yandan da ilçenin Müftüsü Ali Niyazi Hoca’dan sarf, nahiv ve fıkıh dersleri almayı ihmal etmez. Abdurrahman Gürses, ilim yolculuğunu devam ettirmek üzere 1922 yılında İstanbul’a gelir ve Dar’ul-Hilafeti’l-Âliye ve Ayasofya Soğukçeşme Medreselerinde bir müddet tahsil görür. Genç yaşına rağmen güzel ahlakı, naif sesi, hoş eda ve sedasıyla İstanbul’un muhtelif camilerinde okuduğu Kur’an ile gönüllerde taht kurmaya başlar.
1924 yılında Abdurrahman Gürses, tekrar doğduğu topraklara döner. Hendek’te ilimle meşgul olmaya devam eder. Bu sırada Gülizar hanımla evlenir. İki oğlan ve bir kız olmak üzere üç evladı dünyaya gelir. 1932-1933 yıllarında askerlik vazifesini yapan Abdurrahman Gürses, 1934 yılında artık bir daha ayrılmayacağı İstanbul’a tekrar gelir ve yeniden talebeliğe başlar. Üsküdar Selimiye Camii imamı Fehmi Efendi’den İstanbul tariki üzere aşere-takrip okur ve 1937’de icazet alır.
1938 yılında ilk resmi görevi olan Fatih Mihrimah Sultan Camii’nde imam hatip olarak göreve başlayan Gürses Hoca, bir ay geçmeden Teşvikiye Camii’ne nakledilir ve bu camide beş yıl görev yapar. Gürses Hoca, camisine yakın bir yerde maaşının yarıdan fazlası bir ücretle ev kiralar. Ama bu hâlinden asla şikâyet etmez. Zira ona göre din hizmeti parayla ölçülmeyecek şerefli bir özelliğe sahiptir. Nitekim Abdurrahman Gürses, bu hizmetin önemini bir konuşmasında şöyle ifade etmiştir: “Din görevlisinin yaptığı iş dışarıdan kolay görünür ancak bu hizmet çok zordur. Bir memur sabahleyin işe gider akşam evine döner. Hâlbuki cami hizmetinde bulanan din görevlisinin gecesi gündüzü yoktur. O, beş vakit camisinde hazır bulunmalıdır. Cemaatinin kim olduğuna bakmadan her birisiyle ayrı ayrı ilgilenmelidir.”
1944 yılına gelindiğinde Abdurrahman Gürses, Beyazıt Camii imam hatipliğine atanır ve emekli oluncaya kadar Beyazıt Camiinde 35 yıl imam hatiplik görevini sürdürür. Abdurrahman Gürses, diğer görev yaptığı yerlerde olduğu gibi bu camide de hizmetlerini ciddiyetle yürütmüştür. O, din hizmeti sunarken cami cemaati arasında herhangi bir ayrım yapmamış ve bu hususta şunu söylemiştir: “Cemaat, cemaattir ve cemaat-i İslamiyedir. Hepsinde hayır vardır.”
Abdurrahman Gürses Hoca, hayatı boyunca din görevliliğine leke getirecek hiçbir şeyi asla kabul etmemiştir. Nitekim 1948 yılında hacca gitmek ister ancak maddi gücü buna elvermez. O sırada Beyazıt Camii cemaatinden bir şahıs, “Hafızım, bizimle Hacca gelmek ister misin?” diye bir teklifte bulunur. Gürses Hoca bu teklifi kabul eder. Kendisini hacca götüren şahıs, hem yolculuk esnasında hem de mukaddes topraklarda sık sık Gürses Hocaya, “Hafızım! Gel hele bir Kur’an oku!” diyerek emrivaki yapar. Bu durum Gürses Hocanın canını sıkar ama Kur’an okumaktan da asla geri durmaz. Nihayetinde hac ibadetini bitirip İstanbul’a dönünce kendisine ait evini satar. Hacca gittiği şahsın yanına varır ve ona, “Hacca gidip gelirken benim adıma ne kadar masrafınız oldu?” diye sorar. Adam bunu söylemek istemese de Hocanın ısrarlarına dayanamayarak masrafını söyler. Bunun üzerine Abdurrahman Gürses, parayı masanın üstüne bırakır ve “Efendi! Ben ne senin ne de bir başkasının hafızıyım. Okuduğum Kur’an-ı Kerim’i sadece Rabbimin rızası için ve geçmişlerimin ruhuna okudum. Al şu paranı! Hadi bana müsaade.” diyerek oradan ayrılır.
Yine bir hac ziyaretinde yanında bulunanlar Abdurrahman Gürses’e: “Hocam! Buranın idaresinden izin alalım, bu mübarek beldede siz de hüccac-ı kirama bir Kur’an tilavet etseniz.” derler. Gürses Hoca, bu teklifi reddeder ve kendisini göstermek için değil hâlini Rabbine arz etmek için burada olduğunu şu özlü sözüyle ifade eder: “Biz buraya arz-ı hâl etmeye geldik, arz-ı endam etmeye gelmedik.”
Abdurrahman Gürses’in Beyazıt Camii’nden sonraki ilim durağı İstanbul Haseki Eğitim Merkezi’dir. Bu eğitim yuvasında 22 yıl boyunca İstanbul Tariki ile ilm-i kıraat dersleri vermiştir. Abdurrahman Gürses, Eğitim Merkezi dışında da kabiliyetli, ciddi ve ilm-i kıraatı bitirmeye azimli gördüğü herkesin okumasına gayret göstermiş, hatta ders almaya gelemeyecek olanların evlerine dahi gitmiştir. Abdurrahman Gürses, talebelerinden Ramazan Pakdil’e “Evladım! Sen hangi gün kendi evinde ders okumaya müsaitsin? Okuyacağımız dersin gün ve saatini kararlaştıralım. Bir hafta sen gel, bir hafta da ben geleyim. Derslerini bu evde alayım.” demiştir.
Abdurrahman Gürses Hoca, beşerî münasebetlerinde adap ve erkâna riayet eden tam bir Osmanlı beyefendisiydi. Ömrünün sonuna kadar Kur’an eğitimine asla ara vermedi. Hoş bir seda bırakarak 10 Ağustos 1999’da fani âlemden baki âleme göç eyledi. Yıllarca görev yaptığı Beyazıt Camii’nde, Diyanet İşleri eski Başkanlarından Lütfi Doğan Hoca’nın kıldırdığı cenaze namazının ardından on binlerce insanın hüsn-i şehadetiyle Beyazıt Camii Haziresine defnedildi.
Bütün öncü âlimler gibi Abdurrahman Gürses Hocamız da ilim elde etmekten, elde ettiği ilmi çevresine aktarmaktan asla geri durmadı. Bu vesileyle birçok hocamızın üzerinde emeği bulunan Abdurrahman Gürses Hocamıza Yüce Rabbimizden rahmet diliyoruz. Cenab-ı Hak, hocamızın açtığı bu kutlu yolda yürümeyi bizlere lütfeylesin.