Makale

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI 96 YAŞINDA

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
96 YAŞINDA
Dr. Mehmet BULUT
DİB Başkanlık Müşaviri

Ülkemizin güzide teşkilatlarından Diyanet İşleri Başkanlığı bugün 96 yaşında. Dört yıl sonra yüz yaşına girecek. Malum, hassaten köklü müesseseler için belli zaman dilimleri, geçmişin bir mukayesesini yapmaya, gelecek için yeniden bismillah demeye, yeni hamleler içine girmeye birer vesile olabilmekte. Bu makalem, hasbelkader görev yaptığım Başkanlığımızın, bu asırlık çınarımızın yüzüncü yılına az bir zaman kaldığını hatırlatma amacını da taşıyor.

Medeniyetimizde en önemli din hizmetleri teşkilatı Osmanlı devlet bürokrasisinde yer almış olan ve Meşihat, Meşihat-ı İslamiyye, Meşihat Dairesi, Bab-ı Meşihat gibi isimlerle de anılan Şeyhülislamlıktır. Osmanlı devlet bürokrasisi içinde yer alarak dinî nitelikli hizmetleri yürüten örgütlenme, Şeyhülislamlığa bağlı olarak çalışan “İlmiye Teşkilatı”dır. İlmiye teşkilatı; medreseler (eğitim-öğretim), kaza (yargılama) ve fetva (hukuki ve dinî danışmanlık) gibi önemli ve geniş hizmetleri yerine getiren kurum ve kuruluşları bünyesinde toplayan bir çatı örgütüydü.

Ankara’da 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisinin açılışını müteakip kurulan Meclis hükümetlerinde dinî nitelikli hizmetler “Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti” adıyla bir bakanlık maharetiyle yürütüldü. Şeyhülislamlığın üstlendiği hizmetlerin önemli bir kısmı, imkânların elverdiği ölçüde bu vekâlet tarafından yerine getirildi. İlk Büyük Millet Meclisinin manevi cephesini ortaya koyan uygulamalardan biri de kabineleri oluşturan vekâlet listelerinde bu vekâlete sürekli ilk sırada yer verilmesiydi. Hâliyle, Şer’iyye vekili olan zatlar da gerektiğinde Başvekâlete vekâlet ettiler.

Şer’iyye Vekâletinin hizmette bulunduğu 1920-1924 arası yıllar, bilindiği gibi ülkemizde Milli Kurtuluş cihadının verildiği yıllardı. Zaferden sonra, değişen ve gelişen şartlar muvacehesinde, Cumhuriyet hükümetlerinde bu adla bir vekâletin bulunması mahzurlu görüldü. Sonuçta, 3 Mart 1924’te, her birinin aynı zamanda dinî bir boyutu da olan üç kanun teklifi Türkiye Büyük Millet Meclisine getirildi: Hilafetin lağvı, Tevhid-i Tedrisat ve Şer’iyye ve Evkaf ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekâletlerinin ilgası. Önce 429 sayılı Şer’iyye ve Evkaf ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekâletlerinin ilgasına dair olan kanun müzakere edildi. Adından da anlaşılacağı gibi bu kanun, aynı zamanda Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekâletinin de kapatılmasını öngörüyordu. Nitekim kanun için hazırlanan gerekçede de (esbab-ı mucibe layihası) iki vekâletin adı bir arada zikredilmişti. Şöyle deniyordu:

“Din ve ordunun siyaset cereyanları ile alakadar olması birçok mahâziri dâidir. Bu hakikat bütün medeni milletler ve hükümetler tarafından bir düstur-i esasi olarak kabul edilmiştir. Bu nokta-i nazardan yeni bir hayat varlığı temin etmek vazifesini deruhte eden Türkiye Cumhuriyeti Teşkilat-ı Esasiyesi’nde zaten muhdes olan Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti ile Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekâletinin mevcut olması muvafık olamaz. Şer’iyye ve Evkaf Vekâletinin ilgasına nazaran da bütün evkafın millete intikal etmesi ve ona göre de idare edilmesi tabii bir neticedir.”

On dört maddeyi içeren söz konusu kanunun ilk yedi maddesi Şer’iyye Vekâletinin lağvı ve Diyanet İşleri Reisliğinin kuruluşu, sonraki beş maddesi Erkân-Harbiye-i Umumiye Vekâletinin kapatılışıyla ilgilidir; yürürlük ve icra hükümleriyle ilgili 13 ve 14. maddeler ise ortak maddelerdir.

Kanun teklifinin geneli (heyet-i umumiyesi) hakkında söz isteyen olmadığından hemen maddelerinin müzakeresine geçilmişti. Maddeler görüşülürken de sadece kurulacak teşkilatın adı ve “diyanet” kavramı üzerine kısa bir müzakere oldu. Tasarıda, kapatılan vekâletin bir kısım hizmetlerini yerine getirmek üzere kurulacak teşkilatın adı “Umur-i Diyaniyye Riyaseti” şeklinde yer almıştı. Bunun yerine “Umur-i Diniyye” terkibinin kullanılmasını öneren Konya Mebusu Mustafa Feyzi Bey, bu önerisinin gerekçesini şöyle açıkladı: “ ‘Diyanet’ kelimesi, malumu aliniz masdardır. Masdar, ism-i mensub olamaz; yani fiildir, fiile karşı nispet lisanen muvafık değildir. Yalnız bu manayı ifade etmek için bir isim vardır, yani tahsis edilmiş bir isimdir ki o da ‘din’dir. Eskiden maruf ve meşhur olarak ‘umur-i diniyye, ulum-i diniyye, muamelat-ı diniyye’ denilirdi. ‘Diyanet’ masdardır, yeni bir tabirdir, muvafık değildir. ‘Umur-i Diniyye’ demekte de zaten bir beis yoktur.” Söze dahil olan Zonguldak Mebusu Tunalı Hilmi Bey’in teklifiyle “Umur-i Diyaniyye Riyaseti” terkibi, “Diyanet İşleri Reisliği” şeklinde sadeleştirilmiş ve öylece kabul edilmiştir. Bu çerçevede teşkilatın başında bulunacak zata da “Diyanet İşleri Reisi” denilecekti.

“Diyanet” kavramı için kısa ama esaslı ve önemli bir izah, Çanakkale Mebusu Samih Rifat Bey’den gelmişti. Orijinal ifadeleriyle aktarmak istiyorum. Diyordu ki Samih Rifat Bey:

“Arapçayla, fıkıhla ve ulum-i hukukla iştigal etmiş olan zevatça malumdur ki ‘din’ ile ‘diyanet’ arasında fıkhî bir fark vardır. Din kazaî, iftaî, muamelat-ı nasa dair olan her şeyi ibadatı, ahkâmı ve itikadatı câmidir. Hâlbuki kazaya dâhil olmayan ahkâmı, iftayı, ibadatı, itikadatı kendi mana ve mefhumu altında cemeden bir tabir-i fıkhî vardır ki o, ‘Diyanet’tir. “Efendim! Bütün kütüb-i fıkhiyye ve İslamiyyede ‘kazaen ve diyaneten’ tabiri müstameldir. İmaret ve hükûmet manasını cemeden kelimede iktisadiyat, içtimaiyat, inzibat, tedrisat cümlesi dâhildir. Bunların her biri hükümetin münkasem olduğu şuabata taksim edilmiştir. Meydanda kalan yalnız ibadat, itkadat, iftaya ait olan ahkâmdır ki Umur-i Diyaniyye Riyasetine aittir ve ‘Diyanet’ kelimesi tamamıyla bu manaya mevzudur. Bunun siğa-i nispetle ifade olunup olunmamasının caiz olup olmadığına gelince: İsm-i masdarlar siğa-i nispet hâline gelebilirler. ‘Düvelî’ ve ‘hükmî’ gibi kelimeler göstermektedir ki ‘devlet’ ve ‘hükümet’ kelimeleri nispet hâline intikal edebilirler. Binaenaleyh, Meclis-i Âliniz ‘Diyanet İşleri’ kelimesini kabul edebilir veyahut ‘Umur-i Diyaniyye’ tabirini kabul eder; o başkadır. Yalnız ‘Diyanet’ kelimesi kastettiğimiz manayı bütün şümulüyle ifade ettiğinden bunun ibkasını rica ederim.”

İslam hukukunda “diyanî hüküm-kazaî hüküm” ayrımı konusu fevkalade geniş bir mevzudur ve erbabının söz söyleyeceği bir alandır. Burada şu kadarını söyleyelim ki uygun görülen ad, kurulacak teşkilatın görev alanının sınırlarını da belirlemekteydi: Dinin sadece inanç ve ibadete ilişkin hizmetlerini yerine getirmek, muamelat konusuna girmemek...

Kabul edilen kanun maddelerini kısaca şöyle açabiliriz:

Kanunun ilk maddesiyle Reisliğin yetki alanı belirlenmiş ve “muamelat-ı nas”la; yani dinin muamelata ilişkin hükümleriyle ilgili olarak Reisliğe yetki verilmemiştir. Bununla birlikte bu maddeyle İslam’ın kazaî hükümleri yok ya da geçersiz de sayılmamış, bu nitelikteki hükümlerin “teşri ve infazı”nın Türkiye Büyük Millet Meclisi ile onun teşkil ettiği hükümete ait olduğu tasrih edilmişti.

İkinci madde, sözü edilen vekâletin ilga edildiğini bildiriyordu.

Kanunun 3. maddesinden de anlaşılacağı gibi bir riyaset olarak bu makamın bir “reis”i olacaktır. Fakat bu reis, Şeyhülislam gibi Şer’iyye ve Evkaf Vekili gibi hükümet bünyesinde bir otorite olmayacaktır. Bütün yetkisi, itikat ve ibadet alanında olacaktır. İdari yetkisi de cami ve mescitlerin, tekke ve zaviyelerin yönetimi; imam, hatip, vaiz, şeyh, müezzin ve kayyımların ve diğer hayrat hademesinin tayin ve azilleriyle sınırlıdır. Reisi, seçimle değil, Başvekilin inhası üzerine Reisicumhur tarafından tayin edilecektir. Kanunun 4. maddesine göre Reislik, Başvekâlete bağlı bir idare birimidir. Reisliğin bütçesi Başvekâlet bütçesi içinde olacaktır. Ancak uygulamada bütün bir tarihi boyunca Reislik için müstakil bütçeler yapılmış ve Mecliste de öylece müzakere edilmiştir.

Kanunun ilk maddesinde “müessesat-ı diniyyenin idaresi”nin Reisliğe ait olduğu ifade edilirken, 5. maddesinde de ülke genelindeki bütün cami, mescit, tekke ve zaviyelerin idaresine; imam, hatip, vaiz, şeyh, müezzin ve kayyımlarla diğer hizmetlilerin ise sadece tayin ve azillerine Diyanet İşleri Reisinin memur kılındığı tasrih edilmiştir. Görüldüğü gibi bu maddeyle tekke ve zaviyelerin idaresi de Reisliğe verilmişken 1925’te bu müesseselerin kapatılması sonrasında yapılan bir düzenlemeyle bu yetki 4 Ocak 1932’de resmen yürürlükten kaldırılmıştır.

3 Mart 1924 tarih ve 429 sayılı kanun için öteden beri “Diyanet İşleri Reisliğinin kuruluş kanunu” denmesi ya bir dil alışkanlığından ya da maddeleri arasında kurulması öngörülen “Diyanet İşleri Reisliği” adıyla bir teşkilata ilişkin hükümleri de ihtiva etmesindendir. Ancak unutulmaması gerekir ki kanunun adı, “Şer’iyye ve Evkaf ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekâletlerinin İlgasına Dair” kanundur ve esas olarak sözü edilen iki vekâletin kapatılması amacıyla çıkartılmıştır.

Yukarıya aldığımız ve “Diyanet” kavramı çerçevesinde cereyan eden müzakerelerden de anlaşıldığı gibi bu yeni teşkilata kısıtlı bir yetki ve hizmet alanı tanınmıştı. Öte yandan, bir devlet teşkilatı olarak varlığına izin verilmesine rağmen, 1926’dan başlamak suretiyle 1950’ye kadar ilgisizliğe, unutulmaya terkedilmiştir. Ama her şeye rağmen bu süreçte varlığını muhafaza edebilmiş olması bile bu mirasın sonraki kuşaklara aktarılmasını sağlamış olması açısından bir nimet olarak kabul edilmelidir. Ve bu, dönemin çilekeş din gönüllülerinin başarısıdır.

Kanun hakkında iki noktaya daha işaret etmek istiyorum.

Birincisi, kanun maddelerindeki sıralamaya baktığımızda, ilk maddede, gözden çıkarılmış bir vekâletin lağvına ilişkin hükme yer verilmemiş, bilakis önce, sınırları tayin edilmiş hizmetleri deruhte edecek bir riyasetin kurulduğunu amir maddeye yer verilmiş, sonra ikinci maddesinde vekâletin kapatıldığı tasrih edilmiş. Bu, hizmette devamlılığın sağlanmasına, bu alanda tamamen bir boşluğa yar verilmemesine yönelik bir incelik olmalıdır.

İkincisi, kanun maddelerinde, dini literatürün yazımında gösterilen hürmet. Bakınız, yalın bir şekilde “İslam Dini”, “Diyanet İşleri Reisliği”, “cami” ve “mescit” denmemiş, “Din-i Mübin-i İslam”, “Diyanet İşleri Reisliği makamı”, cami-i şerif, mescid-i şerif denmiştir. Belki ilgisiz kaçacak ama söylemeden geçemeyeceğim: Aynı hassasiyetin günümüzde de gösterildiğini söyleyebilir miyiz?

3 Mart 1924’te kurulan Diyanet İşleri Reisliği teşkilatının başına 30 Mart 1924’te Ankara Müftüsü M. Rifat Efendi (Börekçi) getirildi ve Rifat Efendi, yaş haddinden istisna tutularak bu görevi vefat tarihi olan 5 Mart 1941’e kadar sürdürdü.

1924’te sıradan bir daire olarak ihdas edilen ve 25, belki 40 yıl boyunca öyle kalan Diyanet İşleri Reisliği, günümüzde sınırları yurt dışına kadar varan hizmetleriyle devasa bir teşkilat hâline geldi. Şükürler olsun...

Şunu da hatırlatmam gerekir ki ağır şartlar altında hizmet sunmaya çalıştığı dönemler dâhil, bütün tarihinde Reislik, dinde taviz sayılabilecek hiçbir tutum içinde olmamış, görüş açıklamak konumundaki kişiler, Kur’an ve sünnetin temel hükümlerine ters düşecek söz ve kanaatlerden uzak durmuşlardır.

Geçmişlerimize gani rahmetler olsun.