Makale

KUR’AN-I KERİM’DE İHSAN KAVRAMI

KUR’AN-I KERİM’DE
İHSAN KAVRAMI

Dr. Sema ÇELEM
Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi


İhsan, iyilik yapmak, bildiğini iyi bilmek, yaptığını iyi yapmak anlamlarına gelen dinî bir terimdir. (İsfehani, Müfredat, 119.) İhsan kelimesinin kökü olan husn “güzel olmak” demektir. Bu kök mazi fiilinin başına eklenen elif harfi ile geçişli hâle getirilerek “güzel yapmak” anlamı kazanmıştır. İhsan Kur’an-ı Kerim’de yetmiş civarı ayette karşımıza çıkar. Bu kavramın yer aldığı ayetler incelendiğinde genel olarak üç farklı içeriğe sahip oldukları görülmektedir.
Bunlardan ilki iyilik yapmaktır. İhsan iyilik anlamında kullanıldığında maddi ve manevi her türlü hayrı kapsar. Nisa suresinin 36. ayetinde iyilik Allah’a iman ve kulluğun hemen ardından emredilmiştir. Ayette ayrıca öncelikli olarak iyilik edilmesi gereken kimseler de sayılmaktadır: “Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.” İhsan herkesin ihtiyacına uygun olarak değişebilir. Anne babaya ihsan onlara iyi davranmak, güzel söz söylemek, öf bile dememektir. Akraba için sılayırahimdir. Yetim ve fakirlere ihsan tasaddukta bulunmak, maddi olarak destek vermek, yolcuya ihsan ise onu evinde güzelce ağırlamaktır.
“Allah’ın sana iyilik yaptığı (ihsan ettiği) gibi sen de iyilik yap (ihsanda bulun).” (Kasas, 28/77.) ayetinde insanlara ihsanda bulunmak Allah’ı razı edecek sadaka ve hayır olarak açıklanmıştır (Mukatil, Tefsiru Mukatil b. Süleyman, 3, 356.) İbn Kesir aynı ayeti yorumlarken “O sana nasıl iyilik etmişse sen de onun kullarına iyilik et!” (İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, 10, 482.) der. Kul Allah’ın kendisine verdiğinden onun yolunda infak etmekle yükümlüdür. (Taberi, Cami‛u’l-Beyân, 18, 324.)
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) imanın cüzleri arasında saydığı “yoldan taşı kaldırma” ihsandır. İhsan Allah’ın rızasını düşünerek başkasına güler yüzle bakmaktan başlayarak bir milleti zulümden esaretten kurtaracak olan kahramanlığa kadar uzanan ve her iyiliği içine alan hayırdır. (Mahir İz, İhsan, 486.) Bu tarifle salih amel ve ihsanın birbirlerine olan yakın anlamları dile getirilmiştir.
Kur’an-ı Kerim’deki diğer kullanımı ile ihsan iyi ve güzel amel anlamına gelir. Bu da Allah rızası için ve samimiyetle yapılan her türlü iştir: “İman edip salih ameller işleyenlere; Allah’a karşı gelmekten sakındıkları, iman ettikleri ve salih amel işledikleri, sonra Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik ettikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur. Allah iyilik edenleri sever.” (Maide, 5/93.) Ayette iman, amel, ihsan kavramları iç içe ve birbirlerinin sebep ve sonucu olarak zikredilmiştir.
İhsanın Kur’an’daki üçüncü kullanımı yaptığını iyi yapmaktır. İhsan bu anlamıyla hem Allah’a hem insana nispet edilmektedir. Allah’a nispet edildiği ayetlerde işini güzel yapmak ve iyilik anlamları vardır. “O ki yarattığı her şeyi güzel yaptı.” (Secde, 32/7.) ayetini Zemahşerî “Allah Teâlâ’nın yarattığı her şey hikmetin gereklerine ve maksada uygunluk ilkesinin icaplarına göre düzenlenmiştir; güzellik bakımından kendi aralarında derecelendirilebilirse de bütün yaratılmışlar güzeldir.” şeklinde yorumlamıştır. (DİB, Kur’an Yolu, 4, 348.)
“Rabbinizin bağışına ve genişliği göklerle yer arası kadar olan, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun. Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah iyilik edenleri sever.” (Âl-i İmran, 3/133-134.)
Ne yaparsa iyi yapmak, iyiliği bile iyi yapmak ihsandır. İhsan yolu güzel yürümenin, arkada bıraktığı izi güzel bırakmanın adıdır. Hayatta yapılan her işi itkân ile sağlamca yapmak, hangi meslekte olursa olsun iyi sonuçlar verir.
Hz. Peygamber (s.a.s) “Allah, amel sahibinin yani iş adamının iş yapınca iyi ve güzel yapmasını sever.” buyurmuştur. (Taberani) Ferdî ibadetlerden namaz günde beş vakit kulluk görevi olarak yerine getirilir. Şartları bellidir, o şartları en güzel hâliyle yerine getirmek, ibadeti eksiksiz ve sadece Allah için yapmak ihsan derecesidir. İbadete ruhunu veren de budur. Sosyal görevlerimizden olan zekât ve sadaka vermek, ihtiyaç sahiplerini görüp gözetmek, müminin sorumluluğu ve onu Allah katında değerli kılacak bir ameldir. Bu duruma gelen bir müminin maddi manevi destekte bulunacağı zaman bunu ihsan çerçevesinde yapması, verdiği sadakayı başa kakmaması, yardım ettiği kişiyi minnet altında bırakacak karşılıklar beklememesi gerekmektedir.
Müfessirler ihsan kavramına geniş bir perspektiften bakarak yer aldığı ayetteki bağlamına uygun anlamlar vermişlerdir. Mesela “İyiliğin karşılığı, yalnız iyiliktir.” (Rahman, 55/60.) ayetindeki iki ihsandan ilkini tevhit ve Allah’a itaat olarak tefsir etmişlerdir. Böylece Allah’ın nimetlerinin sayıldığı bu surede onun kuluna verdiği en büyük nimetin ontolojik olarak Rabbin birliğini kabul etme yetisi olduğu dile getirilmiştir. Ayetteki ikinci ihsan cennettir. Mukatil’e göre tevhit ehlinin ahiretteki karşılığı cennettir. (Mukatil b. Süleyman, Tefsiru Mukatil, 4, 204.) Taberi “Dünya amelini güzel yapanın ve Rabbine itaat edenin karşılığı ahirette Rabbi tarafından güzelce verilecektir.” (Taberi, Camiu’l-Beyan, 22, 252.) demiştir. İbn Kesir’de yer alan bir rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.s.) bu ayetle ilgili olarak “Rabbiniz ne dedi bilir misiniz?” diye sormuş ve cevabını “Allah’ın tevhitle nimetlendirdiklerinin karşılığı ancak cennettir.” şeklinde vermiştir (İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, 13, 336.)
Yine “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl, 16/90.) ayetinde adalet, ihsan ve akrabaya vermek emredilirken, fuhuş, münker ve bağy yasaklanmıştır. Ayette geçen adalet tevhit, ihsan insanları affetmek, münker şirk ve bağy de insanlara zulmetmektir. (Mukatil b. Süleyman, Tefsiru Mukatil, 4, 483.) Adaletin Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik etmek, ihsanın her şartta Allah’ın emir ve yasaklarına veya farzları yerine getirmeye sabretmek olduğu da söylenmiştir. (Taberi, Camiu’l-Beyan, 14, 336.)
İhsan kavramı Kur’an’da adalet, hilm, salih amel ve takva ile birlikte kullanılmıştır: “Eğer iyilik eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa, 4/128.) Ayetten yola çıkarak iyi olanı yapmanın, iyi davranışlara devam etmenin sonucunun insanı takva sahibi yapacağını söylemek mümkündür. Takva sahibi olanlar aynı zamanda işini iyi yapanlardır. Güzel davranış ile takva arasında birbirini tamamlayan bir bağ vardır. Bu bağ “Şüphesiz Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlar ve iyilik yapanlarla beraberdir.” (Nahl, 16/128.) Ayetinde de dile getirilmiştir. İhsan imanın özü, ruhu ve kemali dolayısıyla kulluk mertebelerinin en üstünüdür.
İhsanın bir diğer kullanımı hilm kavramıyladır. Hilm, başkalarına yumuşak ve sevecen davranmaktır. Fakire daima yardım etmek isteyen, çabuk öfkelenmeyen, misilleme yapmaktan uzak duran ve kusurları bağışlayan kişi hilm erdeminin canlı örneğidir. (Izutsu, Kur’an’da Dinî ve Ahlaki Kavramlar, 339.)
İhsan tavrını kuşanmış kimselere muhsin denir. “İhsanda bulunan” anlamındaki muhsin kimse Allah’ın sevdiği kulları arasındadır. (Bakara, 2/195; Âl-i İmran, 3/134; Ankebut, 69; Saffat, 80, 105.) Muhsin sayılmak için bazı özelliklere sahip olmak gereklidir. Mesela peygamberler muhsindir. (Enam, 6/83-84.) Yeryüzünde fesat çıkarmamak, Allah’a korku ve umutla yakarmak (Araf, 7/56.), namazlara devam etmek, sabırlı olmak (Hud, 11/114-115.), Allah yolunda başına gelen şeylere karşı metanetli ve cesur olmak (Âl-i İmran, 146-148.), affetmeyi bilmek, insanlara karşı hoşgörülü davranmak (Maide, 5/13.), bollukta ve darlıkta infak etmek, öfkeyi yutmak, günaha düşünce Allah’tan bağışlanmayı dilemek (Âl-i İmran, 134-135.) muhsin olmanın gereklerindendir.
Elmalılı “Hayır, öyle değil! Kim ‘ihsan’ derecesine yükselerek özünü Allah’a teslim ederse, onun mükâfatı Rabbinin katındadır. Artık onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.” (Bakara, 2/112.) ayetini “Kim Allah için yüzünü lekeden salim tutar, nefsini şirkten ve şirk emarelerinden temizleyerek, ihlas ve samimiyetle Allah’a yönelir, bir tek Allah tanır ve bu hâlinde de özü muhsin olursa yani Allah’ı görüyormuş gibi kendini Allah huzurunda bilirse yaptığı her ibadeti temiz kalp ile ve her yönüyle güzel yaparsa işte onun Rabbi katında mükâfatı vardır. Bunlara hiçbir korku yoktur ve bunlar mahzun da olmayacaktır.” (Hak Dini Kur’an Dili, 1, 386.) şeklinde açıklamıştır.
İnsan ister iyilik yapsın, ister işini iyi yapsın bunun ilk faydası doğrudan kendisinedir. Nasıl ki insan ahirette amellerinin karşılığı olarak cenneti ya da cehennemi hak edecekse dünyada da amelleri ile tavsif edilecektir. İyiliğin şahsi faydalarından biri kötülükleri silmesidir. (Hud, 11/114.) Fıtratı gereği kötülüğe meyilli olan insan işlediği hataları iyilik yaparak telafi yoluna gitmelidir.
İşi iyilik olanın karşılığı da böyle olur. İyilik kişisel mutluluk için zorunluyken bunun sürekliliği ve yaygınlaşması toplumsal faydaya dönüşür. İyiliğin karşılığı cennettir. Allah işini güzel yapanların gayretlerini boşa çıkarmaz. (Kehf, 18/30.) Hz. Peygamber “Güzel iş yapanlara (karşılık olarak) daha güzeli ve bir de fazlası vardır.” (Yunus, 10/26.) ayetindeki iyiliğe verilecek husnanın cennet, bundan daha fazlasının ise “Allah’ın Zatına nazar” olduğunu söylemiştir. (Taberi, Cam‛iu’l-Beyan, 12, 158.)