Makale

İLİMDE DERYA, CESARETTE ZİRVE BİR YİĞİT: ABDULLAH B. MES‘ÛD

İLİMDE DERYA, CESARETTE ZİRVE BİR YİĞİT:
ABDULLAH B. MES‘ÛD
Dr. Öğretim Üyesi Yaşar Akaslan
Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Müşriklerin her türlü baskısının hız kesmeden devam ettiği Mekke günleriydi. Müslümanlar, Allah’ın ayetlerini, Kureyş’e açıktan okuyamamalarından dolayı hüzünlüydü. “Sahip çıkanı olan ve kabilesi güçlü biri çıksa da Kur’an’ı onlara okusa.” diyorlardı. Tam da bu sırada fakir, zayıf ve çelimsiz biri: “Bana müsaade edin. Allah’ın ayetlerini ben onlara duyururum.” dedi ve Mekkelilerin ona zarar vermesinden endişelenen ilk Müslümanların sözlerine aldırmaksızın cesaretle, “Rabbim beni korur.” diyerek Kâbe’nin avlusundaki Kureyşli müşriklerin toplandığı yere gitti. Besmele çekip Rahman suresinin ilk ayetlerini Mekkeli müşriklerin yüzlerine haykırdı. Şaşkına dönen müşrik güruhu tarifsiz bir öfkeyle saldırarak onu tekme tokat dövdüler. O, hissettiği acıya rağmen susmamış, Allah’ın ayetlerini okumaya devam etmişti. Zalim kalabalığın tekmeleriyle hırpalanan bu kahramanın, menfur olaydan sonra Resulüllah’a sözü şu oldu: “Ey Allah’ın Resulü! Müşrikleri hiç bugünkü kadar aciz ve küçücük görmemiştim. Vallahi bana izin verirseniz yarın yine gidip aynı şeyi yapmayı isterim.” (İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, 1:336) Hoşlanmadıkları hakikatleri, Mekkeli müşriklerin yüzlerine çarparcasına haykıran bu çelimsiz ve fakir çobanın adı Abdullah b. Mes’ûd’du.

İbn Mes’ûd’un asıl adı, Ebu Abdurrahman Abdullah b. Mes’ûd b. Gâfil b. Habîb Hüzelî’dir. Babası hakkında yeterli bilgi olmadığı için kendisine “Sahâbî b. Sahâbiyye” denildiği gibi annesine nispetle o, “İbn Ümmü Abd” diye de anılmıştır.

O, Mekke’nin zor şartlarında Hz. Peygamber’in emriyle Habeşistan’a gittiği gibi Medine’ye hicret edenlerin ilkleri arasında da yer almıştır. İbn Mes’ûd, ashab-ı kiram içerisinde ayrıcalıklı bir yere sahip olmasının yanında Hz. Peygamber nazarında da oldukça önemli bir isimdir. Sahabiler arasında ahlakı ve yaşantısı itibariyle “Resulüllah’a en fazla benzeyen kimse” olarak kabul edilen İbn Mes’ûd, Hz. Peygamber’in hayat tarzını, ahlak ve tavırlarını örnek alma konusunda son derece gayret gösterirdi. Hz. Peygamber’in bizzat terbiyesinde yetiştirdiği âlim ve arif bir sahabi olan bu isim, Kur’an’ı ve Resulüllah’ı o denli iyi anlamıştı ki Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer başta olmak üzere pek çok sahabi, kendisine danışmadan iş yapmazdı. Bu itibarla onun fikirlerini “en isabetli görüş” olarak kabul ederlerdi. Hz. Peygamber’in, İbn Mes’ûd hakkındaki şu ifadeleri bu duruma sebep teşkil etmiş olmalıdır: “Benden sonra ashabımdan iki kişiye -Ebubekir ve Ömer’i işaret ederek- uyunuz. Ammâr’ın gösterdiği yoldan gidiniz ve İbn Mes’ûd’un tavsiyelerine sımsıkı sarılınız.” (Tirmizî, “Menâkıb”, 28)

İbn Mes’ûd’un bu özelliği, ilme kabiliyetinin yanı sıra Hz. Peygamber ile olan yakın ilişkisi dolayısıyladır. Zira o, daha küçük yaşlarda Resulüllah’ın hizmetinde bulunmaya başlayan, hane-i saadete serbestçe girip çıkma konusunda Hz. Peygamber’in kendisine özel izin verdiği biridir. Resulüllah’ın ona: “Benim yanıma girmen için senin iznin, perdenin kaldırılması ya da sesimi duyman yahut karartımı görmendir. Bu izin, girmeni yasaklayan bir işaret görünceye kadar devam edecektir.” sözü, bu müsaadenin ifadesidir (Müslim, “Selâm”, 16). İbn Mes’ûd’un söz konusu özel izne istinaden Hz. Peygamber’in evine rahatça girip çıkması ve onunla yakın münasebeti hasebiyle Medine’ye gelen yabancıların, onu Hz. Peygamber’in ailesinden zannettiği ifade edilir. İbn Mes’ûd’u, Resulüllah’ın hane halkından zannedenlerden birisi de Ebû Mûsâ el-Eş’arî’dir. O, bu durumu şöyle dile getirir: “Ben ve kardeşim Yemen’den Medine’ye geldik. Orada kaldığımız ilk zamanlarda, İbn Mes’ûd’un ve annesinin, Resulüllah’ın evine çok sık girip çıkmasından dolayı onların Hz. Peygamber’in ev halkından biri olduğunu sanıyorduk.” (Müslim, “Fedâilü’s-Sahâbe”, 110)

İbn Mes’ûd, Resulüllah’a soru soran, gözlem yapan, hata yaptığında Resulüllah tarafından düzeltilen, başkalarının sorularına şahit olan, Hz. Peygamber’in bulunduğu ortamda hutbe irat eden, Resulüllah tarafından teyit edilen ve onun iltifatlarına mazhar olan biri konumunda bulunmuştur. Hatta arza-i ahîre’de dahi Hz. Peygamber’in, Cebrail’e Kur’an’ı arz ettiği esnada İbn Mes’ûd’un da onların yanlarında olduğu ifade edilir (İbn Sa‘d, Tabakâtü’l-kebîr, 2: 342).

İbn Mes’ûd, pek çok vesileyle Resulüllah’ın özel hayatını yakından görme imkânını bulmuştur. Bu çerçevede Abdurrahman b. Yezid’in şu ifadeleri, söz konusu yakınlığı teyit eder mahiyettedir: “Biz, Huzeyfe b. Yemân’a gelip: Meslek ve özellik itibarıyla sahabe içinde Resulüllah’a en yakın olan kimdir? Biz, onun durumuna bakıp da hayatından kendimize örnekler alalım, diye sorduk. Huzeyfe bu soruya şöyle cevap verdi: Güzel hâl ve hareketi, meslek ve özellikleri yönüyle Resulüllah’a, Ümmü Abd’ın oğlundan (İbn Mes’ûd) daha yakın başka hiç kimse bilmiyoruz.” (Buhârî, “Fedâil”, 27) Muhadramûn âlimlerden Şakik b. Seleme de benzer ifadelerle şunları dile getirir: “Bir gün İbn Mes’ûd bize şöyle hitap etti: Vallahi! Resulüllah’ın, bizzat ağzından yetmiş küsur sure dinledim. En hayırlıları olmadığım hâlde, aralarında Allah’ın kitabını en iyi bileni olduğumu Resulüllah’ın bütün ashabı bilir. Şakik b. Seleme devamla: Resulüllah’ın pek çok sahabesinin ilim halkasında bulundum. İbn Mes’ûd’u bu sözünden dolayı hiç kimsenin kınadığını ya da ona karşılık verdiğini duymadım.” ( Buhârî, “Fedâilü’l-Kur’ân”, 8)

İbn Mes’ûd, gece gündüz sürekli hizmetinde bulunduğu Hz. Peygamber’in -bir yere gitmek istediğinde- ayakkabılarını giydirir, bir meclise geldiğinde ayakkabılarını çıkartıp koltuklarının altına koyarak muhafaza eder, meclisten ayrılacağı zaman tekrar giydirirdi. Resulüllah’ın saçlarını tarar, yıkandığında ona perde tutar, yolda önünde yürürdü. Hz. Peygamber evine geldiğinde annelerimiz evde yoksa ondan önce eve girip evi kontrol ederdi. Hz. Peygamber istirahate çekilip uyuduğunda gerektiği vakitte onu uyandırırdı. Hz. Peygamber’in elbise, yastık, misvak gibi özel eşyalarını taşıdığından sahabe arasında kendisine “sâhibü’s-sevâd ve’s-sivâk” denilmiştir (İbn Sa‘d, Tabakâtü’l-kebîr: 3: 151-153). İşte böylesi bir yakınlık, onu Hz. Peygamber’e nücebâ/refik/havari kılmıştı. Hz. Ali’den nakledildiğine göre Resulüllah şöyle buyurmuştur: “Her nebiye yedi nücebâ verilmiştir. Bana ise yedisi Kureyş’ten, yedisi de diğer muhacirlerden olmak üzere on dört havari verilmiştir. Bunlar: Ali, Hamza, Hasan, Hüseyin, Ca’fer, Ebubekir, Ömer, Mus’ab b. Umeyr, Bilâl, Selman, Mikdâd, Ebuzer, Ammâr, Abdullah b. Mes’ûd.” (Tirmizî, “Menâkıb”, 30)

İbn Mes’ûd, Kur’an’ın ve İslam dininin sonraki nesillere aktarılması hususunda gayret gösteren önemli şahsiyetlerin başında gelir. Resulüllah, zaman zaman güzel ve etkileyici sesli İbn Mes’ûd’dan kendisine Kur’an okumasını isterdi. Bir gece vakti, İbn Mes’ûd’un bulunduğu ve namaz kıldırdığı bir meclisin önünden geçen Resulüllah, okunan Kur’an sesine kulak kabartmış ve bu kıraatten etkilenmiştir. Bunun üzerine: “Her kim Kur’an’ı indiği tazelikte duymak isterse İbn Mes’ûd’dan dinlesin.” buyurmuştur (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1:7). Yine Resulüllah’ın şu mübarek sözleri, İbn Mes’ûd’un bu konudaki kıymetli yerini göstermektedir: “Kur’an’ı dört kişiden öğreniniz! Bunlar: İbn Mes’ûd -söze ilk olarak ondan başladı-, Muâz b. Cebel, Übeyy b. Ka’b ve Ebu Huzeyfe’nin azatlısı Salim’dir.” (Müslim, “Fedâil”, 116)

İbn Mes’ûd, henüz hayattayken Resulüllah’ın kendilerini cennetle müjdelediği aşere-i mübeşşere arasındadır. Gecelerini ibadetle geçiren, sabahlara kadar dua eden, döktüğü gözyaşları nedeniyle yüzünde iki siyah çizgi peyda olan bu kıymetli sahabi; omuzlarına kadar uzanan saçları, giydiği bembeyaz elbiseleri, geceleri dahi sürmekten vazgeçmediği güzel kokularıyla dikkat çekmiştir.

Hz. Ömer, görünüşte boyu çok kısa ve oldukça zayıf bu büyük insanı her gördüğünde: “Ey İbn Mes’ûd! Sen içi ilimle dopdolu bir küçüksün.” ifadesini kullanmıştır. Bu durum, onun fiziki açıdan küçük olsa da ilim itibarıyla ne kadar büyük olduğunu vurgulamaktadır. Yine şu anekdot da onun bu hâline örnek teşkil eder: Mekke’yi fethetmek üzere Medine’den hareket eden İslam ordusu, müsait bir yerde mola verir. Burada sahabiler, hurma ağaçlarına tırmanıp hurma toplamaya çalışırlar. İbn Mes’ûd’un da Resulüllah’a hurma ikram etmek amacıyla ağaca tırmandığını gören sahabiler ona gülerler. Resulüllah, ashabına neden güldüklerini sorduğunda onlar, çok çelimsiz ve zayıf olan İbn Mes’ûd’un bacaklarının inceliğine güldüklerini söylerler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Gülün, gülün! Onun bacakları, mizanda Uhud dağından bile ağır olacaktır.” (Ebu Nuaym, Hilyetü’l-evliyâ, 1: 127)

Hz. Ömer döneminde kadı olarak görev yapan İbn Mes’ûd, Hz. Osman’ın hilafetinde de bir süre daha bu vazifesine devam etmiştir. Ardından, Medine’ye dönmüş, hicretin 32. (652) yılında altmış küsur yaşında burada vefat etmiştir. İbn Mes’ûd, Hz. Osman tarafından kıldırılan cenaze namazını müteakiben Cennetü’l-Baki’ye defnedilmiştir.

Resulüllah’ı bir gölge gibi takip etmesi ve onun rahle-i tedrisinde özenle yetişmesi itibariyle ilimde derya olan ve tarif edilemez cesaretiyle bildiğimiz İbn Mes’ûd’un şu duası, duamız olsun: “Allah’ım! Senden geri dönüşü olmayan bir iman, bitmeyen nimetler ve ebedî cennetinin en yüksek yamaçlarında bulunup Resulüllah’ın dostu/komşusu olmayı isterim.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1: 386) Âmin!