Makale

TOPLUMSAL EMANET: M?LTECİLER

TOPLUMSAL EMANET: MĞLTECİLER

Mustafa Mehmetoğlu
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzman Yardımcısı

Macintosh HD:Users:imac:Desktop:Aile Dergisi şubat 2020 Folder:tasarım:Links:bir ayet bir yorum YENİ YENİ YENİ.psd

“Onlardan önce bu yurda yerleşmiş ve gönülden inanmış olanlar, kendilerine göç edip gelenleri severler, onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar; ihtiyaç içinde olsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin bencilliğinden korunmayı başarırsa işte kurtuluşa erecekler onlardır.” (Haşr, 59/9)

İnsanoğlunu diğer varlıklardan ayıran temel özellik, sorumluluk sahibi bir varlık olarak yaratılmasıdır.

İnsanın halife olarak nitelendirilmesi de taşıdığı sorumlulukla ilişkilidir. Cenabı Allah’ın kullarına sorumluluk yüklemesi ve onların da bu sorumlulukların gerekliliklerini yerine getirmesi, kulların Allah katındaki değerini arttıran hususlardır. Evet, insan sorumluluk sahibidir. Ancak bundan daha önemlisi mükellefiyetinin ve mesuliyetinin farkına varıp ona göre hareket etmesidir.

İnsan, taşıdığı emanetin farkında olduğu kadar halifedir ve Allah’a karşı gelmekten sakındığı kadar kerem sahibidir. Müslüman olarak iki tür sorumluluğumuz vardır. Bunlardan ilki ferdî sorumluluklarımızdır. Bunun yanında bir de toplumsal olarak yüklenilmesi gereken ve yüklenilmediği takdirde herkesin sorumlu kalacağı mesuliyetler vardır.

Geçici ve aldatıcı olan dünya hayatının imtihanlarla dolu olduğu unutulmamalıdır. Bir yandan imtihanın içerisinde olup diğer yandan başka insanlar için imtihan sebebi olmak da ihtimal dâhilindedir. Bizim başkaları için imtihan vesilesi olmamız imkân dâhilinde olduğu gibi başkalarının da bizler için imtihan vesilesi olması her daim mümkündür. Kur’an-ı Kerim’de de “Rabbimiz! Bizi, inkâr edenler için bir sınama konusu yapma. Bizi bağışla ey rabbimiz! Çünkü kudret ve hikmet sahibi olan sensin.” (Mümtehine, 60/5) buyrulmuştur. Filhakika bugün bizler, büyük bir imtihanın içerisindeyiz ve imtihan edildiğimiz mesele de büyük çoğunluğu bizimle aynı dinden olan mültecilerdir. Evet, Allah’ın hiç kimseye yaşatmaması için dua ettiğimiz “vatandan ayrılma mecburiyetinde kalma” durumu bugün sınırımızda, yanı başımızda, komşumuzun başına gelmiştir.

Onlar; evlerinden, yurtlarından, mallarından, mülklerinden, akrabalarından, sevdiklerinden ayrılmak zorunda kalmış, doğup büyüdükleri vatanlarından çıkarılmış yahut çıkmak mecburiyetinde bırakılmışlardır. Onların yüzlerinde bizlerin vesilesiyle oluşacak her tebessüm sevap hanemize mutlaka yazılacaktır. Ellerinden tutup acılarını unutturmak hatta kendi öz vatanlarında görmedikleri şefkat ve merhameti görmelerini sağlamak bizim elimizde. Allahü Teâlâ Kur’an’da şöyle buyurmaktadır: “Onlardan önce bu yurda yerleşmiş ve gönülden inanmış olanlar, kendilerine göç edip gelenleri severler, onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar; ihtiyaç içinde olsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin bencilliğinden korunmayı başarırsa işte kurtuluşa erecekler onlardır.” (Haşr, 59/9)

Şimdi ayette nelerden söz edilmiş, mülteciler ile kendimizi düşünerek kısaca bakalım. Birincisi; onlardan önce bizler bu yurda yerleştik. İkincisi; gönülden inanmış ve iman etmiş kimseleriz. Üçüncüsü; ister mülteci olarak adlandıralım ister muhacir, bize göç edip gelenler var. Buraya kadar ayette anlatılanlar bizim de içinde bulunduğumuz durumu özetler nitelikte. Ayetin devamında ise gönülden inanmış kimselerin tavrı incelikle tasvir ediliyor: “…onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar; ihtiyaç içinde olsalar bile onları kendilerine tercih ederler.” Bu noktadan baktığımızda milletimizin mültecilere karşı hem toplumsal hem bireysel manada ülkemize sığınan savaş mağduru insanları bağırlarına bastıklarını görmekteyiz. Zira muhacirlik ve ensarlık kavramları birer değer olarak Anadolu’nun dört bir yanına nakşolmuştur. Ecdadımızdan bize kalan değerli bir miras da tarih boyunca topraklarımıza sığınan, kapımızı çalan insanlara gösterdiğimiz şefkat ve merhamettir. İşte bu sebeple Anadolu insanı nefsinin bencilliğinden korunmaya gayret ederek kurtuluş ümidi beslemekte bu manada yeri geldiğinde din kardeşini kendine tercih edecek kadar özverili davranmaktadır.

Bizler millet olarak bu ağır sınavı başarılı bir şekilde verdik ve vermeye devam edeceğiz. Muhatabımızı incitmeden, onun gönlünde en ufak bir kırgınlığa dahi sebebiyet vermeden yapılan iyilikler için Rabbimiz bir başka müjde vererek Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının arkasından başa kakıp incitmeyenler için rablerinin katında özel karşılık vardır. Artık onlar için korku yoktur, onlar üzüntü de çekmeyeceklerdir. İyi sayılan bir söz ve bir bağışlama, arkasından eziyet gelen bir sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, halîmdir.” (Bakara, 2/262-263)

Mültecileri, toplumsal bir emanet olarak gören, sahabe-i kiramı bu konuda örnek alarak iyilikte bulunan ve bunu yaparken davranışlarını merhametin ve şefkatin hassas terazisinde tartan milletimiz; sorumluluk bilinciyle hareket etmekte, Peygamberimizin (s.a.s.) çeşitli vesilelerle yaptıkları fedakârlıklardan dolayı Ensar’ın kendisine en sevimli gelen kimselerden olduğunu söylediği hadisleri (Buhârî, Eymân ve nüzûr, 3; Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 174) kendine mihmandar tayin etmektedir.