Makale

EY GÜZEL KIRIM

EY GÜZEL KIRIM

F. Hilâl FERŞATOĞLU
İstanbul Kadıköy Vaizi
“Men bu yerde yaşalmadım
Yaşlığıma toyalmadım
Vatanıma hasret oldum
Ey güzel Kırım!”

Karadeniz’in karşı yakasında kültürü, dili, dini bize eş, halkı kardeş, türküleri hasret kokan bir coğrafya vardır: Kırım. Fatih zamanında Türk gölü hâline gelen Karadeniz’in kuzey şeridinde bir yarımadadır. Doğusundan batısına uzanan dağların gerisindeki bozkırların denize ve dünyaya açıldığı kapıdır. Girintili kıyıları sebebiyle tabii limanlara sahip bu yarımada ticari, siyasi ve askerî açıdan mühim bir konuma sahiptir. Tarih boyunca Avrupa’dan ve Asya içlerinden gelen pek çok kavime yurt olan Kırım V. yüzyıldan itibaren Türklere vatan olmuştur. Müslümanlaşması ise Altın Ordu Devleti’nin hâkimiyetine (1239) girdikten sonradır.

Altın Ordu’nun dağılmasından sonra kurulan hanlıklardan biri de Kırım Hanlığı’dır. (1441) Kurucu Hacı Giray Han’ın sahillerde ticaret kolonileri bulunan Cenevizlilere karşı Boğazlar ve Karadeniz’e hâkim Osmanlı Devleti’nin desteğini istemesiyle (1454) Osmanlı-Kırım münasebetleri başlar. Hacı Giray’ın ölümünden sonra çıkan taht kavgaları sırasında yeniden Osmanlı’ya müracaat edilince Fatih Sultan Mehmet’in gönderdiği donanma Cenevizlilere ait bütün limanları ele geçirir.
Hapisten kurtarılan Mengli Giray hanlığa getirilir ve Han Osmanlı padişahına tabi olmayı kabul eder. (1475)

Viyana bozgunundan sonra Osmanlı’nın güç kaybettiği dönemde Kırım’a Rus saldırıları başlar. 1768-1774 Osmanlı-Rus savaşı sonrasında yapılan Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla Kırım Osmanlı’dan koparılarak bağımsızlaştırılır. Çok geçmeden Rus işgaline uğrar Kırım. (1783) Bu tarihten itibaren öz vatanlarında şiddete ve baskılara maruz kalan Kırım Türkleri Aktopraklar dedikleri Osmanlı yönetimindeki bölgelere göç etmeye mecbur kalmışlardır.

Rus ilhakından sonra Çarlık Rusyası’nın, Sovyetler Birliği’nin ve 1954’ten itibaren de Ukrayna’nın hâkimiyetinde kalan Kırım’ın tarihindeki en acı olay II. Dünya savaşı sonrasında gerçekleşen Stalin soykırımıdır. Stalin’in “Halk yoksa sorun da yok!” sözüyle ortaya koyduğu politika çerçevesinde Ahıska Türkleri, Kırım Tatarları gibi pek çok millet vatanlarından uzaklaştırılır. On binlerce Kırımlı, savaş sırasında Almanlarla iş birliği yaptığı iddia edilerek Sibirya’ya ve Türkistan’a sürülür. (1944) Çocuk, kadın, yaşlı demeden yük trenlerine doldurulan yarım milyona yakın insan bir aydan fazla süren yolculuk boyunca açlık ve sefaletten kırılır. En zaruri ihtiyaçlar için dahi vagondan inmelerine müsaade edilmez. Yolculuk sırasında ve sürgünde geçirilen ilk sene bu insanların yüzde ellisi hayatını kaybeder.

Sürgünden sonra Kırım topraklarına Ukrayna ve Rusya’nın çeşitli bölgelerinden getirilen göçmenler yerleştirilir, Kırım Türklerinin malları müsadere edilir, şehirlerin isimleri değiştirilir, tarihî eserler, camiler, medreseler tahrip edilir. 1956’da Stalin’in yerine geçen Kuruşçev, bir süre sonra Kırım ve Ahıska Türkleri ile Volga Almanları hariç tutularak sürgüne uğrayanların memleketlerine dönmelerine izin verilir. Büyük zulme uğradıkları hâlde diğer halklardan ayrılarak haklarından mahrum bırakılan Kırımlılar o tarihten itibaren vatana dönüş için millî istiklal hareketi başlatırlar. Sovyet hükümetinin baskılarına rağmen Moskova’ya dilekçeler, heyetler gönderirler; protesto ve mitingler düzenlerler. Eylemlere katılanlar ağır şekilde cezalandırılsa da seslerini dünyaya duyurmayı başarırlar. Nihayet, SSCB 1989 yılında Kırım Tatarlarının haklarını garanti altına alarak vatanlarına dönme iznini verir.

1774’de Osmanlı’dan koparılmasıyla toplu katliam ve sürgünlerle tanışan, zulme uğrayan Kırım Türkleri 309 yıl kuzey uç bölgesi olarak Devlet-i Aliyye’nin himayesinde huzur içindeydiler. Şehirler, kasabalar vakıf eserlerle donatılmış, mimaride, sosyal hayatta, eğitimde Osmanlı tesirinin hâkim olduğu bir Türk-İslam yurdu olmuştu Kırım. Giray hanedanı şehzadeleri eğitimlerini Topkapı Sarayı’nda alıyor, hürmet ve iltifat görüyor, elde ettikleri birikimle Kırım Hanlığı’nı yönetiyorlardı. Hanlık ve Devlet-i Aliyye arasındaki sadakat ve güven ilişkisi, Osmanlı hanedanında erkek evlatların başlarına bir hâl gelirse, devlet ve Osmanlı soyu Kırım hanlarına emanet edilecek kadar üst seviyedeydi.

Bahçesaray

Kırım Hanlığı’nın başkenti olan Bahçesaray yüksek tepelerle çevrili yemyeşil bir vadiye kurulmuştur. Bir zamanlar hanların yazları avlanmak ve dinlenmek üzere geldikleri bir sahaymış. Mengli Giray Han’ın Çürüksu nehri kenarına Hansaray’ı yaptırmasından (1503) sonra bölge Bahçesaray adını alıyor. Her han kendi döneminde saraya yeni bölümler ilave ettiriyor, Hansaray’la birlikte Bahçesaray da camileri, medreseleri, sebilleri, hamamları, bahçeli şirin evleriyle tipik bir Osmanlı şehrine benzeyip gidiyor.

1736’da talihsiz bir şekilde Rus işgaline uğrayan Bahçesaray harap edilmiş, Hansaray ile Han Camii ve Selim Giray’ın dillere destan kütüphanesi yok olmuştur. Bugünkü Hansaray işgalden sonra İstanbul’dan getirtilen ustalarla Osmanlı tarzında yeniden inşa edilen saraydır. (1743) Topkapı Sarayı’na benzemesi bu yüzdendir.

Üç tarafı yüksek duvarlarla çevrili Hansaray’a, Çürüksu üzerine yapılan taş köprüden geçilerek giriliyor. Sarayın birimleri çınarlarla gölgelenen geniş bahçeye sırayla dizilmiş. Ahşap çıkmalar ve geniş saçaklar dikkat çekiyor. Bahçesaray’da bir müddet ikamet eden İtalyan bir mimarın eseri olan Demir Kapı, Rönesans üslubuyla yapılmış ve ilk saraydan günümüze kalan tek kısım. (1504) Demir Kapı’dan Çeşmeli Avlu’ya geçiliyor. Zarif Altın Çeşme (1733) göz doldursa da Kırım Giray’ın 1763’te genç yaşta kaybettiği eşi Dilara Bikeç için yaptırdığı Gözyaşı Çeşmesi hazin hikâyesi sebebiyle daha meşhur. Mermerden çiçek şeklinde yapılan lülesinden suyun damla damla akışı, hasretle dökülen gözyaşı damlalarını temsil ediyor. Bu çeşmenin hikâyesinden ünlü şair Puşkin de çok etkilemiş ve Bahçesaray Çesmesi şiirini yazmış. (1822) Ruslar Hansaray sakinlerini sürerken Puşkin hatırına bu çeşmeye ve saraya dokunmamış, Bahçesaray ismini de değiştirmemişler.

Kiremit çatıyla örtülü, çifte minareli Han Camii, iki cephesindeki revaklar ve ahşap hünkâr mahfili ile sade ve asil bir duruşa sahip. Batı dış duvarları geniş saçakların koruduğu kalem işleri ve istifli hatlarla süslü. Caminin güney kısmında Kırım hanlarına ait iki türbe ve Giray hanedanına mensup kişilerin yer aldığı hazire bulunuyor.

Bahçesaray’da Kırım Hanlığı’nın ilk dönem eserlerinden biri de Zincirli Medrese. (1500) Doğu Avrupa’nın en eski ve önemli eğitim kurumlarından sayılıyor. Medresenin giriş kapısına Mengli Giray’ın çektirdiği kalın zincir, ilim adabı gereği hanların bile bu kapıdan eğilerek girmesini temin için. Zincirli Medrese’nin karşısında ise hanlığın kurucusu Hacı Giray Han’ın türbesi bulunuyor.

Kırım’ı anlatırken büyük münevver İsmail Gaspıralı’yı (1851-1914) anmadan geçmek olmaz. Bahçesaray’da usul-i cedid mektebini kurarak örgün eğitimi ıslaha çalışmış; çıkarttığı Tercüman, Âlem-i Nisvan, Âlem-i Sıbyan ve mizah dergileriyle ise yaygın eğitimi hedeflemiştir İsmail Bey. Türk halkları arasında dil birliğinin tesisi için yayınlarında İstanbul Türkçesi’ni tercih eden Gaspıralı, Türk-İslam dünyasında millî istiklal hareketine öncülük eden isimdir.

Sivastopol (Akyar)

Sivastopol Kırım’ın güney kıyılarında Akyar Körfezi’nde kurulmuş önemli bir liman şehri. Bir vakitler Kırımlı hacılar Akyar limanından yola çıkan gemilerle bir günlük mesafedeki İstanbul’a gelir, oradan Hicaz yollarına revan olurlarmış.

Sivastopol, önünde gemilerin yattığı, nizam toplarının yeri göğü inlettiği Kırım Savaşı (1853-1856) ile tarihe geçmiştir. Fransa, İngiltere ve İtalya, Osmanlı’nın yanında Rusya’ya karşı savaşmış, en kritik cephe olan Sivastopol 11 ay muhasara edilerek ele geçirilmiştir. Yazık ki Osmanlı, fiilen savaşı kazandığı hâlde sonrasında iktisadi ve siyasi açıdan ciddi sıkıntıya düşmüştür.

Kırım’ın en stratejik yeri olan Sivastopol, bugün Rusya’nın askerî donanma üssüdür. Şehirde 1905 yılında yapılan ve Kırım Savaşı’nın üç cephesini de (Sivastopol, Kafkas ve Tuna) canlandıran Panorama Savaş Müzesi görülmeye değer.

Yalta

Kırım’ın güney sahilinde, Ayudağı’nın eteğinde kurulmuş bir liman şehri. 1475’te Osmanlı hâkimiyetine giren şehir II. Cihan Harbi’nden sonra Amerika, İngiltere ve Rusya devlet başkanlarının dünyayı paylaşmak üzere buluştukları Yalta Konferansı (1945) ile meşhur. Bugün turizm cenneti olan Yalta’da tarihî konferansın yapıldığı Livadia Sarayı müze olarak korunuyor.

Karadeniz’in mavi atlas kumaşına bir yaka iğnesi gibi ilişmiş olan Kırım yarımadasını değerli kılan sadece stratejik coğrafi konumu değildir. Doğu Avrupa’nın en güzel yerlerinden biridir Kırım. İç bölgelerde yeşil ovalara, zengin su kaynaklarına, bereketli meyve bahçelerine; güneye bakan bol güneşli, geniş bir sahil şeridine sahiptir. Akmescit, Eski Kırım, Kefe, Sudak, Gözleve bugün tek tük vakıf eseri kalsa da görülmeye değer Kırım şehirleridir.

170 yıl Çarlık Rusyası ve SSCB’nin, 1954’ten sonraysa Ukrayna’nın hâkimiyetinde kalan Kırım, Rusya tarafından 2014’te zorla ilhak edildi. Rusya’ya göre altmış yıldır geçici olarak Ukrayna sınırlarında yer alsa da Kırım, tarihsel olarak kendilerine aitti. Hakikat şu ki Osmanlı’dan kopuşunun ardından gün yüzü görmeyen bu coğrafya, 330 yıl yaşadıkları topraklarından zorla çıkarılan Kırımlı Türklerin tarihsel vatanıdır. Ve yaslı ağıtlar yakan diller sürgün yarasıyla hâlâ kanamaktadır.