Makale

HAVA, SU, ATEŞ, DİJİTAL

HAVA, SU, ATEŞ,

DİJİTAL

Mustafa ÇUHADAR
DİB Radyo Televizyon Daire Başkanı

İnsanlığın toprak ile bağı kadim bir meseledir. Öyle ki insanın topraktan yaratıldığı (Hud, 11/61.) yine toprağa döndürüleceği ve bir kere daha oradan çıkarılacağı (Taha, 22/55.) ilahi beyan ile bildirilmiştir. Yeryüzünün imarıyla görevlendirdiği insana Allah (c.c.), yeryüzündeki her şeyin bir kuru toprak hâline getirileceğini de (Kehf, 18/8.) hatırlatmıştır. Yani insanın toprak ile bağı, insanlık tarihi ile başladığı gibi yeryüzündeki adımları da toprakta nihayete erecek.

İnsanlık tarihindeki bu hakikat, toplumları anlamak, anlamlandırmak ve toplumların gidişatı hakkında fikirler vermek isteyen düşünürleri de etkiledi. Buna göre premodern dönemde insanlık, toprağa bağlıydı. Hayatın tamamında toprak etkiliydi. Toplumların sosyal, kültürel ve ekonomik dengelerinin toprağa göre şekillendiği dile getirildi. Öyle ki; Antik Yunan düşünürlerine göre toprak ile birlikte ateş, hava ve su kâinatı meydana getiren temel elementlerdi. Bu anlayış, İslam felsefesinde de Anâsır-ı Erbaa olarak tartışıldı.

Batılı sosyologlar tarihsel olarak toplumu türlere ayırırken “ilkel toplum”, “tarım toplumu”, “endüstri toplumu” ve “enformasyon/bilgi toplumu” şeklinde kuramsal adlandırmalara başvurdu. Bu toplum türlerinin her birinde topraktan yaratılan insanın toprakla olan ilişkisi de belirgin biçimde silikleşti. Söz gelimi toprak, tarım toplumunun temel karakteristiğini şekillendiren yapı iken, endüstri toplumunda toplumsal yapının değişiminde makineler etkili olmaya başladı. Böylelikle de toprağın egemen olduğu toplumsal yapıların yerine, makinelerin egemen olduğu toplumsal yapılara geçiş sağlandı. Endüstri, yalnızca iktisadi bir etkinlik olmaktan daha fazlasına, sosyal ve kültürel değişimlere de öncülük etti ve tarım toplumundan endüstri toplumuna geçiş sürecinde köklü dönüşümler yaşandı: Kırdan kente göçlerin artışına bağlı olarak toplumların gündelik hayatında, aile içi ilişkilerinde, geleneksel normlarında ve boş zaman etkinliklerinde farklılıklar görüldü.

Ancak, bilgi veya enformasyonun, iletişim teknolojilerinin, bilgisayar ve internet ağlarının yaygınlaşmasıyla beraber toplumları tanımlamak için endüstri toplumu kavramı da yetersiz kaldı. “Knowledge is power” (Bilgi güçtür) ifadesinde görüldüğü gibi toplumların yapısında artık bilginin/enformasyonun gücü gündeme geldi ve bilgi/enformasyon toplumu teorileri ortaya çıktı. Günümüzde düşünürler, enformasyon toplumunda yaşadığımızı, enformasyonun toplumları dizayn eden bir olgu hâline geldiğini ifade ediyor. Bu toplumsal yapıda, bilgi teknolojilerinin dijitalleşmesiyse geniş bir hayat sahasında dijitalleşme olgusunun serpildiğini gösteriyor.

Hakikaten her türlü bilginin dijital ortamlarda varlık göstermesi; dünyanın neredeyse bütün noktalarında bireylerin dijital aygıtlara erişiminin kolaylaşması; bütün işlem ve etkinliklerimizin (bilgi edinme, ekonomik aktivite, eğitim, sosyalleşme vb.) dijital ortamlarda varlık gösterdiği dikkate alınacak olursa “dijital toplum”da yaşadığımızı söyleyebiliriz.

Çünkü dünya genelinde, dijitalde yaşama, dijitale bağlanma trendimiz her geçen gün yükseliyor. Yalnızca ülkemizde dijital dünyaya olan eğilime bakarak da bunu söylememiz mümkün: 2018 yılında ülkemizde 54 milyon 330 bin olan internet kullanıcısı sayısı 2019 yılında 59 milyon 360 bine çıktı. Yani internet kullanıcı oranı ülkemizde %67’den %72’ye yükseldi. Sadece bu veri bile, bir yıl içerisinde dijital topluma dönüşüm sürecinin bir göstergesi sayılabilir. Dolayısıyla yarının dünyasında dijitalleşme olgusuna odaklanmamız zaruri bir hâl alıyor.

Tarım toplumunun yapısı nasıl “toprak” ile şekillenmişse, günümüz toplumlarının yapısı da “dijital” ile tasarlanıyor. Örneğin birey olarak taksi çağırmak, müzik dinlemek, yemek siparişi vermek, para göndermek, film izlemek, dinî bilgi edinmek, kurban bağışında bulunmak, kütüphanelere ulaşmak, yazma eserleri incelemek, nabzımızı ölçmek, anlık olarak yüz yüze değil ekrandan ekrana iletişim sağlamak, muhasebe işlemleri gerçekleştirmek, dergi yayınlamak ve daha nice iş ve etkinliği büyük oranda dijital olanaklar ile sağlıyoruz.

Dijital hayat tecrübesinin, topraktan dijitale evrilmenin, bilhassa mekân tasavvurumuzu etkilediği müşahede ediliyor. Dünyanın herhangi bir bölgesine kurban bağışında bulunmak için binlerce kilometre yol kat etmemiz gerekmiyor, değil mi? Veya Uzak Doğu’dan sipariş verdiğimiz bir ürünün bize ulaşana dek hangi noktada bulunduğunu anlık olarak takip etmemizi sağlayan dijital uygulamalarla yaşıyoruz. Adresleri bulmak için dijital haritalardan istifade ediyoruz, hafızamızı bir kenara bırakarak, öyle değil mi? Dijital hayatı kötümser bir yaklaşımla tanımlama amacında değiliz elbette, ancak şunu söyleyebiliriz: Düşünürler dünyayı meydana getiren unsurları günümüzde ele alsalardı, sanırım, “ateş, hava, su ve dijital” derlerdi.