Makale

Öğretmenliğimin İlk Günleri

Öğretmenliğimin İlk Günleri

Kemal Yazıcı

Bu yıl bitirdim üniversiteyi. KPSS’ye girdim ama istediğim yere atanamadım. Birkaç özel kreşe başvurdum öğretmenlik için. Çukurambar tarafında bir kreşten haber geldi. Metroyla gider gelirim diye düşündüm. Hafta sonu için de KPSS kursuna yazıldım. Hem harçlığımı çıkaracak hem de kurs masraflarını aileme yük olmadan ödeyebilecektim. Başlangıçta her şey çok güzel geçti. Hacettepe’den iyi bir ortalama ile mezun olmuştum. Evet, henüz bir iş deneyiyim yoktu ama sıcakkanlılığım ve iletişim becerimle işverenleri etkilemeyi başarmış, işe alınmıştım. Okullar açılmadan başladık çalışmalara. Sınıflarımızı süsledik. Minik öğrencilerimiz için ufak tefek hediyeler hazırladık. Biraz endişe çokça mutluluk. Zaman ilerleyip ilk ders günü yaklaştıkça heyecanım artıyordu. Öğretmenim, öğretmenim, diye etrafımda gezinecek o minik bedenleri düşündükçe içim sevinçle doluyordu.

İlk haftamız oldukça iyi geçti. On dört öğrencim vardı sınıfımda. Birbirimize hemen alışmıştık. Derslerimiz ne kadar da keyifliydi. Velilerle de bir sorun yaşamamıştım. Açıkçası bu konuda bazı tereddütlerim vardı. Zira öğretmen arkadaşlarımın ekserisi kimi velilerin fazla pimpirikli olduğundan, sınıftaki tek öğrenci kendi çocuklarıymış gibi davrandıklarından şikâyet ediyordu. Kızım öğle uykusunu aldı mı, bugün yeteri kadar su içti mi, ama bu çocuk terlemiş fazla mı koşturdunuz, bizim oğlan halk oyunlarında ön sırada olsun lütfen, geçenlerde arkadaşı saçını çekmiş kızımın kim izin veriyor böyle şeylere… Neler neler. Çocuk bunlar, koşarlar terlerler, düşüp yaralanırlar, ağlarlar gülerler, kimi zaman mışıl mışıl uyur kimi zaman uyumamak için bütün güçleriyle direnirler…

İlk günler velilerimden bu tür taleplerle karşılaşmamıştım. Çok şükür, diyordum ki ikinci haftanın ortasında yeni bir çocuk katıldı aramıza. Adı Mert. Bir isim insana bu kadar mı yaraşır. Küçük adam sanki. Adı gibi heybetli bir duruşu var o minicik boyuyla. Büyümüş de küçülmüş derler ya o hesap. Pek de sevimli. İlk günden annesi benimle görüşmek istedi. İş tecrübemden hangi okulu bitirdiğime, sahip olduğum sertifikalardan herhangi bir hastalığım olup olmadığına kadar neler sormadı ki. Neyse, dedim, ilk defa evladından ayrılıyor, merak edecek tabii. Fakat iş burada bitmedi. Her gün arar, Mert ne yedi, suyunu içti mi, kaç saat uyudu, aman oğlum çok terler iki yedek atlet koydum, geçen parmağını dolaba sıkıştırmış lütfen dikkat edelim…

Sınıftan bir kız geçen gün şekerleme getirmiş. Oyun saatinde kaşla göz arasında ikram etmiş arkadaşlarına. Çocukların elinde şekerlemeleri gördüğümde iş işten geçmişti. Ellerinden alamazdım ya. Ben de izin verdim yemelerine. Vermez olaydım. Çocuktan al haberi. Akşam Mert şekerleme yediğini söylemiş ailesine. Annesi hemen beni aradı. Nasıl geçecek ki koca sene böyle.

Bir Evin Bir Oğlu

Benim hikâyem biraz tuhaf gelebilir size. Aman ne pimpirikli bir anneymiş, ne kadar detaycı, ne kadar takıntılı diyebilirsiniz. Son dönemlerde çevremde böyle bir imaj çizdiğimin farkındayım. Keşke bunu değiştirebilmek için elimden bir şey gelse.

Oğlum Mert. Büyüdü kreş çağına geldi. Onu evde oyalayamaz olmuştum. Hele kış ayları çok zordu. Yazın birlikte parka bahçeye çıkıyor, doyasıya koşup eğleniyorduk ama yağmur kar yağdı mı bir yere kımıldayamıyorduk. Oyun arkadaşı arıyor, akranlarıyla vakit geçirmek istiyordu. Ben onun bir kreşe gitmesi gerektiğini düşünüyordum. Yakında dört yaşını dolduracaktı. Fakat eşimi ikna etmekte çok zorlandım. Ve tabii ailesini. Mert ailenin ilk ve tek torunu. İster istemez bütün aile üzerine titriyor. Kayınvalidem de kayınpederim de kreş lafını duyunca yüzlerini buruşturdu. Küçücük çocuk, ne işi var bütün gün oralarda diye söylendiler. Tatlı dili elden bırakmadan bir şekilde ikna ettim onları. Buna en çok Mert’in ihtiyacı olduğunu söyledim. Eşim de nazlansa da bana destek verdi.

Mert’e kreş bulma işini üstlenmiştim. Önerdiğim yerlere bir kusur buluyor, kiminin bahçesini beğenmiyorlar, kimine fazla uzak diyorlardı. Nihayet Çukurambar taraflarında bir yerle anlaştım. Öğretmenin mezuniyetini, sınıfların kaç kişilik olduğunu, kullanılan temizlik ürünlerini dahi öğrendim. Her birini tek tek anlattım bizimkilere. Gönülsüzce evet dediler. Biz karar verene kadar dersler başlamış, ikinci haftanın yarısına gelinmişti. Mert hızlı adapte oldu arkadaşlarına. Öğretmenini de çok sevdi. Her şey yoluna girdi diye sevinmiştim. Bizimkilerin mutmain olması için katetmem gereken daha çok yol varmış meğer. Eşim ve ailesi her gün beni soru yağmuruna tutuyor. Yok efendim bugün fazla mı koşturmuş, bakmışlar suluğu dolu gelmiş bu çocuk su içmiyor muymuş, kahvaltıda ne yemiş, öğlen uykusunu almış mı…

Ben de onların içi rahat etsin diye sürekli olarak öğretmenine sorular soruyor, Mert’in bütün gün ne yaptığını en küçük ayrıntısına kadar öğrenmeye çalışıyorum. İyi mi yapıyorum, kötü mü, açıkçası bundan pek emin değilim. İçim de rahat değil üstelik. Hele öğretmenin gözündeki imajımı düşündükçe tedirginliğim artıyor. Beni rahatlatmak için elinden geleni yapıyor. Ne bilsin ben de arada derede kaldım.

Geçen gün bir de çocuklara şekerleme vermişler. Eşim ayrı, ailesi ayrı söylendi. Sanki biz hiç çocuk olmadık, hiç abur cubur yemedik. İçleri rahat etsin diye yine de öğretmeni aradım, daha dikkatli olmalarını söyledim utana sıkıla. Nasıl geçecek ki koca bir sene böyle.