Makale

Medya ve Din İlişkisinde Tersi ve Yüzü

Medya ve Din İlişkisinde
Tersi ve Yüzü
Prof. Dr. Naci Bostancı
Gazi Üniv. İletişim Fak.

Medya bilindiği gibi mediumdan yani aracıdan geliyor. Medya, kitle ile onun âdeta özetleştirilmiş temsili sayabileceğimiz (kimi zaman çarpık bir biçimde de olsa) iktidar alanı arasında aracılık yapıyor. Televizyon, radyo, gazete gibi popüler medyanın “aracılığı”nı soyut düzeyde “yansıtma” olarak görmek, bir tür fotoğraf makinesinin objektifine benzer şekilde “gördüğünü aktarır” diye düşünmek elbette mümkün değil. Her şeyden önce işin içinde “insan” olduğu için en iyimser halde dahi onun yorumu, politikası, ideolojisi için içine girecek, “ham haber ve görüntüler” işin mutfağındaki insanlar tarafından işlenerek izleyicilere, okuyuculara aktarılacaktır. Oysa bu ölçüde olsun ideal bir aracılık hiçbir medyada görülmez. Çünkü medya aracılığını gerçekleştirirken, kaynak ile kitle arasındaki rolünü “amaçlı” bir şekilde gerçekleştirir. Bu amaçlılık, onun sermayesinden, sosyoekonomik ilişkilerinden kaynaklanır ve bu durum haberi, veriyi araçlaştıran stratejiler doğurur. Dünyanın her yerinde basın ahlâk ilkeleri ideal durumu dile getirseler ve medyanın işlevini nasıl yapması gerektiğine ilişkin birçok norm ortaya koysalar da, bunlar “ideler alemi”nin sözleri olarak kalırlar. Elbette bütünüyle anlamsız ve işlevsiz olduklarını da söyleyemeyiz.

İdeolojik Aygıt
Althusser medyayı devletin ideolojik aygıtları arasında sayar. Althusser’in medyaya atfettiği “ideolojik araç” niteliği günümüzde herhalde özel kesimler, piyasalar, sivil alandaki çeşitli örgütlenmeler için de söz konusudur. O, “etkisi” üzerine rivayetler muhtelif olsa da siyasetten ekonomiye, toplumsal hayattan kültürel inşaya kadar hemen her alanda “arkasındakilerin arzuları, beklentileri istikametinde” bir araç olarak işlevini yerine getirir.

KİA’nın Karmaşık Rolü
Kitle iletişim araçları dinin kitlelerle buluşmasında karmaşık etkileri, ilginç rolleriyle birlikte önemli işlevler üstlenmişlerdir. Bu işlevlerin bir kısmı dışarıya dönük olarak “kitlelerle” ilgilidir, bir kısmı ise tersine, bu araçların niteliğinden, bağlamından kaynaklanan özellikler dolayısıyla doğrudan “dini anlatının içeriğine” ilişkindir. Bir benzetme yapacak olursak, medya iki tarafı keskin bir bıçak gibi dinle toplum arasındaki ilişkilere yeni bir boyut ve solukla girmiştir.

Bugün Avrupa’da, Amerika’da başta Vatikan olmak üzere çeşitli kiliselerin radyoları, televizyonları, gazeteleri vardır ve bunlar marifetiyle kendi cemaatlerini bilgilendirmekte, kamuoyuna mal olmuş çeşitli konularda ise kendi bakışlarını aktarmaktadırlar. Hristiyanlığın örgütlü yapısı, ruhban sınıfının bulunuşu bu türden faaliyetlerin bu yapılar eliyle yürütülmesine imkân vermektedir. Hristiyanlığın son beş yüz yıllık dönem içinde ciddî manada sekülerleşmesi, siyasette kimi Hristiyanî değerler yer almakla doğrudan Hristiyan adlandırmasıyla partiler bulunmakla birlikte, din ile siyaset arasında ciddî bir mesafe doğurmuştur. Bu gelişmede, sivil-siyasal ayrımı çerçevesinde sivil toplumun örgütlenmesine yönelik eğilimlerin de payı vardır.

Bizde geçmişte “Sırat-el-mustakim", "Sebilürreşat" ve "Beyan-ul hakim" gibi dergiler daha sonraki dönemlerde de ciddî bir yayıncılık hareketi, gazeteler, nihayet radyolar ve televizyonlar din odaklı yayın organları çeşitli din-hayat ilişkisi üzerine yorumlar, değerlendirmelerde bulunmaya devam etmişlerdir. Yukarıda saydıklarımıza aynı doğrultuda kullanılan diğer kitle iletişim araçları olan teyp kaseti, cd, afiş, video çekimi, film gibi ürünleri de eklemek mümkündür.

Doğrudan İslâm odaklı olmamakla birlikte, özellikle Ramazan gibi geniş kitleler açısından dinî hayatın canlandığı dönemlerde, ana damarda yer alan medya organlarının da İslâmiyet’e özel bir önem atfettiklerini, prestijli çeşitli âlimlere sayfalar hazırlattıklarını görmekteyiz. Hemen hemen tüm gazeteler Ramazan ayında ekler vermekte, dinî pratiklere ilişkin soruları ve cevapları işlemekte, böylelikle “kutsal”a katılmaktadırlar. Aynı durum önemli ölçüde radyolar ve televizyonlar için de mevcuttur. Özellikle iftar saatlerinde dinî mesajlar iletilmekte, iftar vakti verilmekte, sahur özel programları hazırlamaktadırlar.

Alacakaranlık Alan
Gerek İslâmî endişeler, hassasiyetler, iddialar ve politik yorumlar etrafında, gerek bunlardan bağımsız kitleyle “okur” “izler” olarak bağ kurmak için kitle iletişim araçları kullanıldığında bunların ne sağladığı, neleri değiştirdiği, kitleleri hangi yönde etkilediği konuları yeterince tahlil edilmiş değildir.

Türkiye’de Batılılaşma karşısında ihtiyatlı bir tavır sergileyen, baştan itibaren “onun tekniğini ve bilimini alıp ahlâkını ve değerlerini reddetmeyi öğütleyen” çevrelerin temel yaklaşımlarından birisi teknolojiye nötr değer atfetmek ve onun “istenildiği gibi kullanılacağı” düşüncesidir. “Atom bombasının hem kitlesel imha için hem de tıbbî tedavilerde kullanılabileceği, bunu belirleyenin arkasındaki insan olduğu” tezi bu yaklaşımın en popüler görüşlerindendir. Oysa tekniğin her tür değerden vareste olduğu görüşünün çok doğru olmadığı bugün daha iyi anlaşılmaktadır. Teknikle insan arasındaki ilişki sanıldığından daha karmaşıktır. Teknoloji insana sadece bir imkân ve potansiyel kazandırmamakta, aynı zamanda onun muhakemesini, dünyayı görme biçimini önemli ölçüde etkilemektedir. Modern zamanların hız çağı olarak adlandırılmasıyla Fast foodlar ve Bourdieu’nin televizyon yorumcuları için kullandığı Fast thinker’ler arasında bir bağ olmadığını kim söyleyebilir? Hız hayatımıza bu ölçüde nüfuz ederken bunun yaşama ve düşünme ritmimizde bir değişim doğurmaması mümkün değildir. Aynı şekilde dinî düşünce, hayat da bundan elbette nasibini alacaktır.

Her kitle iletişim aracı için, içeriğinden bağımsız olarak kimi özellikler düşünmek mümkündür. Kitap akla ve “içten okuma”ya, radyo “söz”e ve soyut bir dünyaya, televizyon göze ve görüntüye odaklı araçlardır. Kitap her tür entelektüel faaliyet için uygun bir araçtır, zaten kitle ile ilişkisi de özel okuruyla sınırlıdır. Fakat aynı bağı ve içeriği televizyon için düşünmek mümkün değildir. Televizyon geniş kitlelerle ilgilidir ve onda hemen hemen her şey bir tür eğlence ayarında gündeme gelmektedir. Televizyona bu özelliği kazandıran sadece yüzünü döndüğü kitlenin genişliği değildir, aynı zamanda mesajını görüntü üzerinden ileten bu aracın “söz”üne odaklanmak, ne söylediğini bir kitap hatta radyoda olduğu gibi “dinleyebilmek” mümkün değildir. “Seyredilen” bir araç olan televizyonu bir başka iş yaparken dahi izleyebilirsiniz, bu radyo için de mümkündür, fakat hem kitap okuyup hem de başka bir iş yapmanız kolay değildir.

Özellikle televizyon, modernleşme neticesinde “kitleler” ortaya çıkıp her tür mesaj bu yeni kategori için üretilmeye başlanınca özel bir önem kazandı ve “televizyon sahibi olmak” ya da televizyon üzerinden mesaj iletmek baskın bir talep haline geldi. Televizyonun eğlenceye dönük yüzü, skandala ayarlı anlatım tarzı, içerikten çok görüntüye odaklı mesajı, nihayet reyting esaslı yayıncılığı özellikle dinle ilgili çevrelerin beklentilerini ne ölçüde karşılıyor, bu henüz yeterince anlaşılmış değildir. Esasen kitle iletişim araçlarının tek tek bu manadaki rolleri fakat en çok da televizyonun yeri eleştirel bir bakışla değerlendirilebilmiş değildir.

Bu alandaki alacakaranlık halen sürmektedir. Muhtemelen çeşitli araştırmacılar, mikro düzeyde çeşitli dinî programları ilgili kitle iletişim aracının teknik formatını da dikkate alarak değerlendirecekler, mümkün olursa, bu programı takip eden izleyicilerin “bilgilenme, etkilenme” düzeylerini anlamaya çalışacaklardır. Bu tür çalışmalar çoğaldığında ise teorik değerlendirmelerin ötesinde sahadan verilerle desteklenmiş birtakım genel kanaatlere ulaşmak mümkün olacaktır. Bu son derece verimli saha, dinî ilimler kadar sosyoloji ve iletişim bilimleri alanında bilgi sahibi araştırmacılarını beklemektedir.

“Doğrudan İslâm odaklı
olmamakla birlikte, özellikle Ramazan gibi geniş kitleler açısından dinî
hayatın canlandığı dönemlerde, ana damarda yer alan medya organlarının da İslâmiyet’e özel bir önem
atfettiklerini, prestijli çeşitli
âlimlere sayfalar hazırlattıklarını
görmekteyiz.”