OKULLARIMIZ AÇILIRKEN
Ahmet YÜZENDAG
İlk ve orta dereceli okullarımızın açıldığı şu günlerde, evlerimizde, okullarımızda, çarşıda-pazarda tatlı bir telâş var. Okul önlükleriyle yavrulanmış; renk renk ortalığı süslüyorlar. Kırtasiyeci dükkânları tıklım tıklım dolu... Bu görünüş insana umut veriyor. Demek ki, milletçe giriştiğimiz okuma ve kültür seferberliğinde durmadan ilerliyoruz. Nitekim, okulların açılışı ve ilköğretim haftası dolayısiyle Millî Eğitim Bakanımızın ve diğer yetkililerin radyomuzdan yaptıkları konuşmalarından yeni yeni okullar açıldığını, onbinlerce yavrumuzun okullarımıza kayıt olduklarını, okuma-yazma oranının dâima artış gösterdiğini öğrendik. Bu müjdeler milletimizin mutlu yarınları için ne kadar sevindirici.
Tarihte câhil bir milletin uzun süre hürriyet içinde yaşadığı görülmemiştir. Onun için okumaya, yavrularımızı kız-erkek, okutmaya mecbûruz. Aman canım, çocuğum evimde, tarlamda, işyerimde bana yardım etsin yeter, dememelidir. Aksine bütün imkânlardan faydalanarak, gücümüzün yettiği kadar okutmalıdır. Artık bilginin kudreti, çağımızda açık olarak görülüyor. Atom çağım geçtik de füze çağım yaşıyoruz. Bilginler, Yüce Allâh’ımızın lütfettiği akıl yardımiyle akla hayâle gelmedik şeyler îcâd ediyorlar, insandan insana kalb naklediyorlar, böbrek takıyorlar. Havada yıldırım misali dev gibi uçaklar dolaştırıyorlar. Belki yakında aya da varacaklar.
Bütün bunlar, akıl yoluyla, bilgi sâhibi olarak, yılmadan çalışarak elde ediliyor. Oturduğumuz yerde, bilgisizlik içinde hiçbir şey kazanamayız, Başkalarının yaptığını almaya mecbur oluruz ki, bu da bizim için doğru bir yol değildir. Biz de çağdaş medeniyet ve ilim kervanına katılmalıyız, bizim de bilginlerimiz çoğalmalıdır. İşte bu da okumak, tahsil yapmakla olur.
Her millet, her ümmet bağrından çıkardığı ilim sahiplerini sever ve sayar. Fakat İslâm Dîni bu hususa herkesten çok önem vermiştir. Çok meşhûr olan şu ibare bu fikrimizi yakînen bildiriyor:
“Bana bir kelime öğretenin kırk yıl kölesi olurum.”
İnsanlarda, bilmek ve öğrenmek ihtiyâcı dâima kendisini gösteren bir meseledir. Bugün insanlık her şeyini, öğrenme yetisine borçludur. Her türlü gelişme, huzur, saâdet, servet bilginin semeresidir. Bu fikirde kararsızlık göstermek akl-ı selîm işi değildir.
Kaldı ki İslâmiyet, “Beşikten mezara kadar ilmi isteyiniz (arayınız).” der.
Yine Kur’ân’da Cenâb-ı Hak, “De ki: Hiç bilenlerle bilmiyenler bir olur mu?” diye buyuruyor.
Peygamber Efendimiz de: “Ulûm-u Şer’iyye’yi ve ona lâzım olan vakan tahsil adiniz ve ulûm altlığınız zâta tevazûda bulununuz. Çünkü tevâzû olmadıksa ilme vusâl olmaz.” diyor.
İnsanları olgunlaştıran; yükseldikçe ermiş bir buğday başağı gibi başlarını öne eğdiren ilmin, insanoğlu için Önemi açıktır, ilim tahsil etmek ne kadar kutsal ise, ilim alınan zat da o nisbette hürmete lâyıktır. Cemiyet içerisinde âlimin daima müstesna bir yeri vardır.
Türklerin müslümanlığı kabulünden bu yana, (Abbâsiler devri) zaman zaman ünlü Türk bilginleri yetişmiştir. Ve bunlar devrin hükümdarı, veziri, devlet erkânı ve halkı tarafından hüsn-ü kabûl görmüşlerdir.
Şeyh Sa’dî de diyor ki: “Senden daha yüksek, daha âlim birisi söze başlarsa onun söylediği şeyi sen daha iyi bilsen bile itiraz etme!”
Bütün cihanın gönlünü fetheden Resûl-i Ekrem Efendimiz’den Abdullah İbn-i Mes’ûd şu hadîsi rivayet eder:
“Aklı başında olan dirayetlileriniz bana yakın dursun, sonra derecelerine göre sıralansınlar.”
Dünyâ ve âhiret saadetinin kapılarını bizlere açan, gerek dînî gerek dünyevî birçok malûmatı bahşeden Kutsal Kitâbımız Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenmek hepimiz için bir vecîbedir. Allâhu Teâlâ Kur’ân’ın çeşitli âyetlerinde, dikkat nazarlarımızı kendimize, tabiata, kâinata çevirmemizi emretmekle bizleri, okuyup öğrenmiye, hâdiseleri tetkîk etmeye teşvik etmektedir.
Sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (salât ve selâm üzerine olsun), okuma-yazma öğrenmeyi, bilgi edinmeyi niye emretti? Bilginlere niye çok değer verdi? ‘’ilim tahsil etmek, kadın-erkek bütün müslümanlara farzdır.” diye niye buyurdu? “İlim, Çin’de de olsa yine onu- arayın.” diyerek bilgi edinmek için gerekirse seyahat etmeyi niye öğütledi?
Bunlar, halkın bilgisizlikten kurtulması, daha iyi bir hayat sürmesi içindi. Peygamberimiz biliyor ve inanıyordu ki, fenalıkların, geri kalmanın başlıca sebebi, inanç zayıflığından, bilgisizlikten ileri geliyordu. O, bilgisizlerin her fenâlığı işliyebileceğine, onların zararından korunmanın yine ilimle, görgüyle olacağına müslümanları inandırmaya çalıştı... Bizler, bunu İyi bilmeliyiz.
Okullarımızın yeni ders yılına girmesi bizi yalnız okuma-yazma öğrenme, tahsil yapma bakımından değil, başka yönlerden de düşündürüyor. Meselâ: Çocuklarımızın okul ihtiyaçları konusu da var. Çok çocuklu âilelere Allah yardımcı olsun, demek geliyor insanın içinden. Onlara defter, kitap yetiştirmek kolay değil. Okul eşyası satışı yapan kişilerin fırsatı ganimet bilip, nasıl olsa alacaklar deyip en gerekli şeyleri pahalı pahalı satmamalarım, normal kâr hadlerine râzı olmalarım gönül istiyor. Zaten Allah da, Peygamberimiz de böyle emrediyor. Bir müslümanın başka bir din kardeşini aldatması hem acıdır, hem günahdır. Gerçek müslüman, hakkına râzı olan insandır.
Okullarımızın açılmasiyle ilgili bir başka konu da şu: özellikle büyük şehirlerimizde, çocuklarımızın okullarına geliş ve gidişlerinde onlara yardımcı olmak. Küçük yavruları trafik kazalarından korumaya yardım etmek, gerekiyorsa ellerinden tutup karşıdan karşıya geçirmek... Yine bu arada kız çocuklarımızın, okula gidiş-dönüşlerinde kendilerini rahatsız eden kişiler olursa bunları uyarmak, davranışlarının doğru olmadığını belirtmek. Kısacası onların güvenlik içinde olduklarını yaşayışımızla göstermek.
Dînimiz iyi niyet temeline dayanır. İyi niyetli olduğumuzu daima gösterelim. Dînimiz fazilet dînidir, faziletli olduğumuzu davranışlarımızla isbat edelim.