Makale

İSLÂM, KOMÜNİZM’İN PANZEHİRİDİR

İSLÂM, KOMÜNİZM’İN PANZEHİRİDİR

— III —

Dr. Fehmi CUMALIOĞLU

Komünizmin babaları düpedüz kâfir ve dinsizdir. Karl Marks, F, En­gels, Lenin, Stalin ve bütün komünist diktatörler Allah’sız ve din düşmanı olduklarını defalarca ve açıkça söylemişlerdir. Lenin: “Din ile mücadele etmemiz gerektir. Bu bütün materyalizmin, binaenaleyh Marksizmin al­fabesidir. Dinle mücadele meselesi, dinin İçtimaî köklerini çürütmeye matuf sınıf mücadelesinin amelî sahadaki faaliyetine bağlamak lâzımdır.”

Bu maksatla komünist Rusya’da (Allah’sızlar), Çarpışan Allah’sızlar Birliği) adlı dernek ve cemiyetler kurulmuş, sayısız dergi ve gazeteler çı­karılmıştır. Devletçe (Dinsizlik ve Allah’sızlık Kursları) açılmıştır. Bu kurslarda ve bütün basında (diyalektik materyalizm) ve Yunan materya­list filozoflarının (Dünyada her şey akıyor, her şey değişiyor) vecizesine dayanan devrim edebiyatı ele alınmıştır. “Din, sınıf şuurunu uyuşturan bir halk afyonudur”, “Din, burjuvazinin emekçi sınıflar üzerindeki hâkimiye­tine yardımcıdır”, “Din, sosyal bir belâdır”, “Din, örümcekli kafaların ir­tica yuvasıdır” suçlariyle itham edilmiştir. Dikkat edilirse bizdeki dev­rimci solaklar da aynı sözlerle İslâmiyete hücum etmektedirler.

Bolşevik Rusya’da şiddetli bir baskı sindirmek kampanyası açılmış, din müesseselerini ve din adamlarının imha rejimin esas politikası olmuş­tur.

Onbinleree papaz, müftü, imam, vaiz öldürülmüş, milyonlarca dindar yurtlarından çıkarılmış, Sibirya ve buzlu bataklıklardaki açlık ve ölüm kamplarına sürülmüştür. Komünistler imha politikalarını bilhassa İslâm Dini ve Müslüman Türkler üzerinde teksif etmiştir.

“Kafkasya, Azerbaycan, Kırım, İdil, Ural ve Türkistan gibi halis Türk ve Müslüman ülkelerde 35.000 cami kapatılmış, binlerce mescit yı­kılmıştır. Camiler kolhoz ambarı, Allah’sızlar kulübü, tiyatro, sinema ve depo haline getirilmiştir. 1938 yılında Kırım’da bir tek cami bile bıra­kılmamıştır.

Komünist Rusya’da bütün gençliğe din ve İslâm düşmanlığı psikozu aşılanmakta, dinin kökünü kazımak için mümkün olan her şey yapılmak­tadır.

“Çarpışan Allah’sızlar Birliği’nin Merkez Şûrası Reisi Y. Yaroslavski: (Dine karşı savaş, mücadele eden Leninizm şekillerinden biridir.)”.

Bolşeviklerin en çok korktukları ve ürktükleri din, Müslümanlıktır. Sovyet Rusya’daki elli milyon Müslüman Türk’ü bir millet halinde tutan kudretin İslâmiyet olduğunu Kızıllar pek iyi bilmektedirler. Komünistler Müslümanlığı vicdanlardan kaldıramadıklarını görünce dini dejenere et­mek, devamım önlemek için türlü metot ve teşebbüslere başvurmuşlardır. Kur’an okumak ve dinî ibadetler en büyük suç sayılmış, oğluna dua öğre­ten bir baba bile yıllarca işkence ve eziyetlere maruz bırakılmıştır. Din adamları “mürteci mollalar”, “gerici örümcekli kafalar” rejim düşmanı suçlariyle idam sehpalarına yollanmıştır.

Bolşevikler 1920 yılında Arap harflerini yasaklamışlar ve Lâtin harf­lerini kabul ettirmişlerdir. 1930 senesinden beri de yalnız Rus alfabesini kullanmayı mecbur etmişlerdir. Yanyana üç neslin ebedî temaslarım us­taca kesmişlerdir.

III — Nazarî Komünizmde çocuk, mal ve kadın gibi toplumun müş­terek malıdır. Komünizm ana babanın çocuğuna velî ve sahip olma, evlâ­dına tahsil ve terbiye verme, dinî telkin ve öğretme hakkını tanımaz. Ço­cuk küçük yaşta ailenin elinden alınır. Devlet müesseselerinde bir devlet malı olarak Komünist prensiplere göre yetiştirilir. Komünist rejimlerde kadın ve erkek gibi mecburi çalışmak zorunda bırakıldığı için işe giden an­ne, bebeğini zaruri olarak çocuk bakım yuvalarına terketmektedirler. Ço­cuklar bu kreşlerde anne şefkatinden mahrum olarak büyütülmektedir.

Komünizmin maarif sisteminde din yasaktır. Reşid oluncaya kadar ana - baba dahil hiç kimse çocuklara dinî telkin ve eğitimde bulunamaz. Çocukların yanında ibadet ve dua etmek suçtur. Bolşeviklere göre bu ya­saklamanın mucip sebebi şudur: iyiyi, kötüyü ayırdedecek bir çağa gelin­ceye kadar çocuğu ailenin manevî baskısından korumaktır. Ana - babanın kendi dinlerini zorla çocuğa kabul ettirmelerine mani olmaktır. Reşit olun­ca tertemiz kalmış bir, dimağ ile iradesini kullanarak istediği doktrin ve dini benimsemesini sağlamaktır(...!).

Tabiatiyle bu hipotez, safsatadan öte bir değer taşımaz. Bundan mak­sat Allah’sız ve dinsiz, uçkuruna düşkün, maddî çıkardan başka bir umde tanımayan bir nesil yetiştirmektir. Nitekim Bolşevik Rusya’da tatbik edi­len bu sistem Ue manevî değerleri çiğneyen imansız nesiller yetişmiştir.

İSLÂM DİNİ ANA - BABANIN ÇOCUĞUNA VELAYET VE TESAHÜBÜ HAK, EVLÂDINA TAHSİL VE TERBİYE VERMEYİ BORÇ, DέNÎ TELKİN VE EĞİTİMİ VİCDANÎ VAZİFE BİLİR.

İslâm, din ve vicdan hürriyetini ön plânda tutar. “Dinde zorlama yok­tur.” (Bakara suresi: âyet 256).

Bu ilâhî emirle İslâm komünizmin aksine bütün insanları inandığı ve bağlandığı dinde, dini telkin ve eğitimde serbest bırakmıştır, İslâm dinine göre, Ebeveyn, evlâtlarının (reşid oluncaya kadar) dinî telkin ve eğitim­den, bakım ve beslenmesinden, iyi bir tahsil ile terbiyesinden mes’uldür.

İslâmın Yüce Peygamberi bir Hadis-i Şerifinde, yedi yaşından itiba­ren çocuklara ibadetlerin öğretilmesini, on yaşına geldikleri zaman tatbi­katım kontrol etmelerini ebeveyn ve atalara tavsiye ve emir buyurmakta­dır. Kur’an-ı Kerim’de, değil yalnız çocuklara, bütün akrabaya sahip ol­mayı, iyilik ve yardım etmeyi Cenab-ı Hak birçok âyeti kerime ile emretmektedir, “Şüphesiz ki Allah adaleti, iyiliği, akrabayı görüp gözetmeyi (muhtaç oldukları şeyi) vermeyi emreder.” (Nahl suresi: âyet 90).

Resûl-i Ekrem (S.A.) Efendimiz:

“Çocuklarınıza iyi bakınız, onları güzel terbiye ediniz,”

“Oğluna yazıyı, yüzmeyi, ok atmayı öğretmek, onu temiz gıdalarla besleyip yetiştirmek babanın boynuna borçtur.”

“Evlâdın babadan alacağı en kıymetli miras, iyi bir tahsildir.” buyur­muştur.

IV — Komünizm (herkesten takat ve iktidarına göre almak)prensibine dayanarak halkın elindeki her türlü emlâk, servet ve istihsal kaynaklarına el kor. “Herkesin takati nisbetinde” prensibini, “Herkesin devletin tesbit ettiği en yüksek norm üzerinden istihsal vermesi” şeklinde tatbik eder.

(Herkesin ihtiyacına göre vermek) prensibi gereğince de işçi ve emekçiğe ancak doyacağı kadar bir miktar verir. Halkın bütün gelirini alarak sadece çalışanların kendi şahıslarına kadar bir geçim tanıması fertlerin ana - babasına, yakın akrabasına, düşkün ve yoksullara yardım yapılma­sına imkân vermez.

Bu rejimlerde “Gelir ve mülkün sahibi devlettir” (yani verim ve tev­zi vasıtalarının kollektif şekilde sahibi halktır) sloganı ile halkın elinden mal ve servet zorla, dayatırsa öldürülerek alınıp Komünist Partisinin ta­sarruf ve monopoluna verilmektedir. Gerçekte mülkün sahibi halk değil, baştaki diktatör şefler ve komünist liderlerdir. Bunların tevzi ve kullanı­lışında halkın sözü ve arzusu geçmez. Halk bu ağaların göstereceği yerde bir köle gibi aç ve bi-ilâç çalışmak ve şeflerini her gün alkışlamak mecbu­riyetindedir. İşçiler (yani bütün halk) ve köylüler efendilerinin ömürleri­ne dua etmekle mükelleftirler. Emekçi ve köylünün bu kollektif mülkten ne şekilde faydalandığını açıklayan yaşanmış bir tablo gösterelim: “Her kolhoz kendi namına çalışmak için gönderdiği kimselerin barınması için şehirde bir yer kiralardı. Dontzkoi kolhozunun da Apostoiala denen böyle bir yeri vardı. Elimizdeki adrese göre biz de gidip kenar mahalledeki mahut ham bulduk. Burası yan yarıya toprağa gömülü kulübelerden ibaret­tir. Bunların içerisinde eşya namına birşey yoktur. Sadece yerde yatak olarak kullanılmak üzere atılmış bir kucak dolusu ot vardı ki içi bitle kay­nıyordu.”

Herkesin ihtiyacına göre vermek prensibi demir perde ile gizledikleri komünist rejimlerin iç yüzlerini bilmeyen, oralardaki insan sefaletini göremiyen safdilleli avlamak için bir tuzaktır. Komünist şefler ve kuyruk­ları propagandistler ve idareciler sofralarında metreslerinin ayaklarına havyar salatalarıyla viski, votka ve şampanya çanaklarım dökerek zevk ve sefahat içinde yüzerlerken işçiler ve halk sade suda haşlanmış lahana çorbasına hasret çekmektedirler. İşçi diktatörlüğü olduğunu iddia eden Komünist Rusya’dan kaçabilen bir işçinin hatıralarından birkaç örnek da­ha verelim:

“120 kişiyi doyurmak için bu otlara bir kilocuk da akdarı veya yulaf karıştırılıyordu. Herkesin ayrıca 200 gr. ekmek hakkı vardı... Bazen 100 gr. balık verdikleri olurdu. Çocuklar sonradan balık kılçıklarını yumuşa­yıncaya kadar kaynatıp yerlerdi. Ben çalıştığım kadar küçük kızım ya­nımda durup “baba karnım aç” diye sızlanırdı. Akşamlan hava iyice kararmadan tarlalara gider ve Rusların suslich dedikleri bir cins iri tarla faresinin yuvalarını araştırırdım. Ara sıra bir tane yakaladığım zaman onu kızartıp kuzu kızartması yemişçesine atıştırırdık... Gıdasızlık yüzün­den çoğumuzun elleri ayakları şişmişti”.

“Çalışan halkın rengi kül gibi idi, açlıktan yüzleri takallüs etmişti. Kadınların gözyaşları hiç dinmiyordu. Ama bize nezaret edenler çalışma şartlarının ağırlığım idrak etmiyor veya aldırmıyorlardı. Düşündükleri bir şey vardı. Çalıştırmak, daha fazla çalıştırmak... Adına yemek dedikleri o içinde lahanaların yüzdüğü ekşi bulaşık suyundan bir parça almaya hak kazandıran kupon parçasını elimizde görünceye kadar sabırsızlık, heyecan içinde kıvranırdık... Ortalama olarak ücret, günde 5 ruble idi. Bu para an­cak kantinden ekmek kırıntısı almamıza yetiyordu.”

İşte komünistlerin sosyal adalet ölçüsü ve emekçilere ihtiyacı kadar verme prensibinin tatbikatı..

(Devamı var)

Dipnotlar:

1) Cilt 8, Sayı 10, Temmuz 1965.

2) Bak: Dergi, Sayı 16 Münih 1959 (İslâmiyet).

3) Bak: Dergi Sayı 1, s. 55-56 Dr. Ediğe Krimal.

4) Bak: Dergi, Sayı 2, s. 62 München 1955.

5) Bak: Dergi, Sayı 2, s. 8 München 1955.

6) Nimigeanu, Cehennem Sınırını Aştı, Altınok Matbaası, Ankara 196, 3. 90.

7) Bak: Nimigeanu, Cehennem Sınırını Aştı, s. 101.

8) Bak: Aynı eser s. 110-111.