Makale

HAYATI HELAL KILMAK

HAYATI

HELAL KILMAK

Dr. Lamia Levent Abul
Diyanet İşleri Uzmanı

Helal Hayat İçin Duamız

“(Ey Rabbimiz!) Bize bu dünyada da ahirette de iyilik yaz! Şüphesiz biz sana yöneldik.” (A’râf, 7/156). Bu dua, Yüce Rabbimizin kitabında, bizden yapmamızı istediği dualarından biridir. Dünya ve ahirette iyilik ve saadet içerisinde yaşamak hepimizin arzusu ve duası. İnsan olarak yaratılıp yeryüzüne gönderildiğimiz günden bu yana hep iyi bir hayat yaşama arzu ve ümidini içimizde taşıyor ve ona ulaşmaya çabalıyoruz. Bazen yanlış yollara sapıyor, ondan uzaklaşıyoruz. Bazen de aradığımız iyiliği elde eden bahtiyarlar zümresine dâhil oluyoruz.

Kur’an-ı Hâkim’de bizlere yukarıdaki duayı yaptıran Yüce Allah, hemen sonrasında gelen ayetlerle bu duanın karşılık bulacağına işaret ediyor: O’na yönelenleri azabıyla değil rahmetiyle kuşatır (A’râf, 7/156). Rabbimiz, rahmetinin bir gereği olarak tüm yaratılanlara, varlıklarını devam ettirmek için ihtiyaç duydukları her türlü imkânı verir. O’nun sonsuz rahmetinin gereği olarak tüm varlıklar çeşitli lütuflara ve nimetlere nail olurlar. Ancak Rabbimiz, rahmetinin bir nihayeti olmadığı için O’nun lütuf ve ihsanlarından daha ziyade istifade edecek olanların kimler olduğunu da yine bizlere bildirmiştir. Sadece dünyada değil ahirette de iyilik ve güzelliklerle dolu bir hayatı ancak Rabbimizin ayetlerine iman edenler, Resulüne tabi olup saygı gösterenler, onu destekleyenler, kötülüklerden sakınanlar, zekât verenler mazhar olurlar (A’râf, 7/156-157). Elbette yüce kitabımızda daha pek çok niteliği sayılır müminlerin. Ancak A’râf suresinin bu ayetlerinde Rabbimizin iyiliğe ulaşma adına bildirdiği emirler, tüm insanlık için hayat yolunda düstur olacak hakikatleri ortaya koyuyor.

Buraya kadar sıralanan hakikatler, her bir müminin sımsıkı sarılması ve uyması gereken emirleri içerir. Bu emirler aynı zamanda helal hayat konusunun da temelini oluşturan önemli hususlardır. Cenab-ı Hak, A’râf suresinde her iki dünyamızı mamur edecek saadet ve iyilik üzere bir hayatın ölçülerini vermeye devam ediyor ve şöyle buyuruyor: “Peygamber onlara iyiliği emreder ve onları kötülükten men eder; yine onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Onların yüklerini indirir, ağır tekliflerini hafifletir. Bu peygambere inanan, hürmet eden, yardım eden, onunla gönderilen nura uyanlar, işte onlar saadete ererler.” (A’râf, 7/157)

Allah’ın Sınırları: Helaller ve Haramlar

Helaller ve haramlar Rabbimizin koymuş olduğu sınırları ifade eder ve hayatımızın bütününü kuşatır. Helal ve haramlar inançtan ibadete, aile hayatından toplumsal hayata, ticaret hayatından bireysel hayata, yiyecek içeceklerden giyim kuşama kadar çok geniş bir dairede kendisine yer bulur. Yüce Rabbimiz kendisine imanın ve kulluğun bir gereği olarak helal ve haramlar konusunda hassasiyet göstermemizi bizden istemektedir (Mâide, 5/88). O’nun çizdiği helal daire içerisinde yapılacak ameller ancak kabul edilir.

Peygamber Efendimiz, kendisine helaller ve haramlar konusunda soru soran sahabelerine konuyu şöyle açıklamıştır: “Helal Allah’ın kitabında helal kıldıklarıdır. Haram ise Allah’ın kitabında haram kıldıklarıdır. Hakkında bir şey demedikleri ise müsamaha gösterdiği (mubah) şeylerdendir.” (Tirmizî, Libâs, 6) Sevgili Peygamberimizin buyurdukları üzere nelerin helal, nelerin haram olduğu Kur’an-ı Kerim’de kesin olarak belirlenmiş konulardır. Helaller, insanın dünya hayatını rahat ve huzur içerisinde yaşamasına imkân verecek genişliktedir. Haramlar ise sınırlı sayıdadır ve bu sınırlar, bizim O’na olan iman ve teslimiyetimizin sınanması hikmetine dayanır. Mesela üzüm ve üzüm ürünlerinden yapılan pek çok nimet helal iken, yine üzümden yapılan şarap haram kılınmıştır. İnsan, helal ve haram sınırlarına dikkat ettiği ölçüde hem Rabbinin hoşnutluğunu kazanır hem de nezih bir hayat yaşar. Sınırları ihlal ettiğinde ise Allah’ın rahmetinden ve yakınlığından uzaklaşarak imtihanı kaybedenlerden olur.

Helal ve haram sınırlarını muhafaza etmek ve helal daire içerisinde yaşamak için dikkat edilmesi gereken bir husus da şüpheli şeylerdir. Çünkü helal mi haram mı olduğu belli olmayan şeylerin kişiyi harama düşürme tehlikesi vardır. Hz. Peygamber, ashabına, helal ve haramların belli olduğunu, bu ikisinin arasında bulunan şüpheli şeyler konusunda da dikkatli olmalarını tavsiye ederek şöyle bir benzetme yapmıştır: “Bu tıpkı bir koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çobanın durumuna benzer. Sürüsü her an koruluğa girebilir. Bilin ki her hükümdarın bir koruluğu vardır. Allah’ın koruluğu ise O’nun koymuş olduğu haramlardır. Dikkat edin! Bedende bir et parçası vardır. O sağlam olursa bütün beden sağlam olur ama o bozuk olursa bütün beden bozuk olur. Dikkat edin, o et parçası kalptir.” (Buhârî, Îmân 39)

İnsan Helal ve Temiz Şeylere Layıktır

Yüce Rabbimizin gerek fiiller gerekse yiyecek ve içeceklerle ilgili getirdiği emir ve yasaklar, insanın bozulmamış temiz tabiatını korumaya yöneliktir. Yüce Allah insanı mükerrem ve değerli yaratmıştır. İnsan helal ve temiz şeylerle bu değerini muhafaza edebilir. İnsan alelade bir varlık değildir ki helal ve haram gözetmeden yaşasın.

Ruh ve beden olarak en güzel kıvamda yaratılan insan, helal ve temiz olan şeylere layıktır. Hem insan hem kul olarak iyi ve güzel işler yapmak helal ve temiz gıdalarla beslenmekle mümkün olur.

Nitekim Peygamber Efendimiz, helal ve haram konusunda hassasiyet göstermeyen kimsenin dualarının dahi kabul olmayacağını ifade buyurarak, haram hayat tarzının kişiyi nasıl bir fesadın içine sürüklediğini çarpıcı bir misalle haber vermiştir: “Bir kimse (Hak yolunda) uzun sefere çıkar, saçları dağılmış, toza toprağa bulanmış bir hâlde ellerini semaya uzatarak: Ya Rabbi Ya Rabbi! diye dua eder. Fakat onun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdı. Haram ile beslenirdi. Peki, böyle birisinin duası nasıl kabul edilsin?” buyurmuştur (Müslim, Zekât, 65).

Helal ve haramların konulmasındaki hikmet, hadis-i şerifte de buyrulduğu üzere bizim manevi hayatımız açısından lüzumludur. Bu hikmeti idrak eden sahabe ve İslam büyükleri son derece hassas davranmışlardır. Hz. Ebubekir helal olmayan yoldan kazanılmış parayla alınarak kendisine ikram edilen bir yiyeceği yememiş ve Peygamber Efendimizin şu hadisini hatırlatmıştır: “Haramla beslenen vücuda cehennem daha layıktır.” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 26).

İslam’ın beşinci halifesi Ömer bin Abdülaziz, şahsi işlerini yürütürken devlete ait mumu kullanmayacak kadar helal-haram konusunda hassasiyet göstermiştir. Yavuz Sultan Selim, Mısır seferine çıkarken askerlerinin bağ ve bahçelerden meyve koparıp koparmadığını kontrol etmiş, koparılmadığını teyit edince Allah’a hamdederek şu manidar sözleri söylemiştir: “Haram yiyen bir ordu ile beldelerin fethi mümkün olmaz.”

Büyük mutasavvıf Abdulkadir Geylanî Hazretleri: “Haram yemek kalbi öldürür, helal yemek ise ihya eder. Lokma var seni dünya ile lokma var seni ahiret ile meşgul eder. Lokma var, seni Hâlık Teâlâ’ya rağbet ettirir.” Uyarısıyla helal lokmanın Allah Teâlâ ile olan bağımıza ve kalplerimizin ihyasına etkisini ifade etmiştir.

Ailede Helal Lokma Hassasiyeti

Ailede huzur ve saadetin en büyük etkenlerinden birisi de ailemizin rızkını helal yollardan kazanmak ve evlerimize helal lokma getirmektir. Rızık, Yaradan’ımızın bu dünya hayatını idame ettirmemiz için bizlere lütfettiği her türlü nimeti kapsar.

Kendisinin ve ailesinin rızkı konusunda insanlar korku ve endişe duydurduklarında haram yollara başvurabiliyorlar. Hâlbuki Yüce Allah rızık konusunda endişe duymamamızı belirtmiş ve yeryüzündeki her canlının rızkının kendi üzerinde olduğunu garanti etmiştir (Hûd, 11/6).

Sevgili Peygamberimiz: “Hiç kimse (Allah’ın kendisine takdir ettiği) rızkı -geç de olsa- elde etmeden ölmeyecektir. Öyleyse Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakının ve rızkınızı güzel yoldan isteyin. Helal olanı alın, haram olanı terk edin.” (İbn Mâce, Ticaret, 2) buyurmuştur. Mümine düşen bu hakikate teslim olmak ve Allah’tan helal ve temiz rızkı nasip etmesini dilemektir. Bunun yanı sıra helal olan rızkı Cenab-ı Hakk’ın lütfuyla bereketlendireceğini bilmek ve nice azların çoğalacağı şuurunu da muhafaza etmektir.

Lokmanın helal olması kadar, o yemeğin besmeleyle, duayla, sevgiyle pişirilmesi de mühimdir. Çünkü Allah’ın adıyla pişirilen yemek bereketli olur. Maddi olduğu kadar manevi olarak da kişiyi besler. Ailede huzurun ve bereketin çoğalmasına vesile olur. Yemek deyip geçmemek lazım. Allah’ın verdiği helal rızka şükrederek ve huzur duasıyla pişirilen yemek kalplere tesir eder. Bu sebeple irfan ehli, yemeğin helal olmasına dikkat ettikleri kadar öfke ve gafletle pişirilen yemekleri yemekten de imtina etmişlerdir.

Helal yollardan kazanılmış rızıklarla sağlıklı ve erdemli nesiller yetişir. Çoluk çocuğunun boğazından haram lokma geçirmeme çabasında olan ebeveynler bu noktada evlatlarına karşı vazifelerini yerine getirmiş olurlar. Bu, anne karnında başlayan ve ölünceye kadar dikkat edilmesi gereken bir çabadır. Hz. Mevlana, helal lokmayı yanan bir kandile benzetmiştir. İnsanın iç dünyasını olduğu kadar yuvalarımızı da aydınlatan kandildir o. Ancak kandile yağ yerine su koyarsak yani haram karıştırırsak o zaman kandilin söneceğini söyler. Huzur ve sıcaklığın ailede daim olması kandilin her dem yanması yani helallerle bezenmiş bir ömürle mümkündür.

Hepimiz biliriz meşhur hikâyeyi. Dünyada “Adaletin kapısı” olarak nam salan Halife Hz. Ömer, ihtiyaç sahiplerini tespit etmek ve halkın durumunu öğrenmek için bazı geceler Medine sokaklarında dolaşırdı. Çünkü ümmetin her bir ferdinin sorumluluğunu omuzlarında hissederek halifelik makamında bulunmuş ve adaletli bir yönetimi şiar edinmişti. Bir akşam Halife Ömer yine tebdili kıyafet ile dışarı çıkar. Medine sokaklarında dolaşırken bir anne ve kızının konuşmalarını duyar. Anne, ısrarla kızından satılacak sütlere su katmasını istemektedir. Ancak kız Halife Hz. Ömer’in bunu yasakladığını annesine hatırlatır. Annesi “Halife Ömer süte su kattığımızı nereden bilecek” deyince kız, Hz. Ömer duymasa da yaptıklarını Yüce Allah’ın duyup gördüğünü söyler. Zira kız süte su katmanın Allah’ın yasakladığı haram bir fiil olduğunun bilincindedir.

Halife Ömer bu olaydan çok etkilenir. Ertesi gün anne-kızın evine bir görevlisini gönderir ve süt aldırır. Süte su karıştırılmadığını görünce kızı ve annesini çağırtır. Onlara akşamki konuşmalarını duyduğunu söyler. Hz. Ömer, kızın helal-haram konusunda gösterdiği bu hassasiyeti takdir eder ve oğlu Asım ile evlenmesini ister. Bu evlilik gerçekleşir ve onların da Leyla isminde bir kızları olur. Yukarıda devletin işleri bitince yaktığı mumu söndüren ve şahsi işleri için kendi mumunu kullanan Ömer b. Abdülaziz’den söz etmiştik. İşte Ömer b. Abdülaziz, Hz. Ömer’in Leyla ismindeki torununun oğludur.

Helaller ve haramlar söz konusu olunca bu hikâye anlatılır sıklıkla. Ancak Hz. Ömer ve sütçü kızın hikâyesi hepimiz için Allah’a duyduğumuz teslimiyet ve imanımızın bir ifadesi olarak da okunabilir. Çünkü helal ve haram ölçülerini koyan Rabbimizdir. O ölçülere riayet etmek de aslında Rabbimizin emrine riayet etmektir vesselam...