Makale

MUTLU OLMAK

MUTLU OLMAK

Nagihan AYDIN

İstanbul Beylikdüzü Kur’an Kursu Öğreticisi

Mutlu olabilmenin tarifini belki de yaşayan ve hayata veda etmiş kişilerin sayısınca yapabiliriz. Her an ve her yerde mutluluklar yaşanır ya da tükenir. Bir çocuk için misketi yuvarlamak, yetişkin biri için mutlu bir aile kurmak, yaşlı biri için evlatlarının mutluluğunu görmek mutlu olmaya sebeptir. Fakat bunlar anlık ve zamana bağlı mutluluklar olabilir. Psikiyatrist ve yazar Kemal Sayar’a göre mutlu olmak, evvela yetinmeyi bilmekle olur. Sevdiklerini yeterince sevmek, onlara vakit ayırmak, en önemlisi bir anlam duygusuna sahip olmakla olur. Niçin yaşadığını, hayatını neyin anlamlandırdığını ve aydınlattığını bilmek, kısacası neden var olduğunu bilmek insanı daha mutlu eder.

Yaşadığımız âlemde bakıp görebileceğimiz, gördüklerimizle zenginleşeceğimiz pek çok güzellik yaratılmıştır. Doğumdan ölüme kadar yaşamın her anında bizlere sunulan bu ikramların farkına varabilmek şüphesiz insan için en büyük mutluluktur. Yaratılışında saklı bütün gizemlerin farkında olabilecek bir görme insana içten içe telkin edilir. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de biz insanlar için böyle bir bakışa dikkat çeken pek çok ayet vardır. “Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.” (Bakara, 2/164.)

Ruh ve bedenden yaratılan insan maddi ve manevi yönleriyle bütünlüğü olan bir canlıdır. Manevi hayatının demlendiği yer şüphesiz kalptir. Kalp âlemi türlü gizemlerle doludur. Sevindiğinde, üzüldüğünde, şaşırdığında, korktuğunda farklı ritimle tepkiler gösterir. Kalbin âdeta huzur reçetesini dile getiren Peygamberimiz (s.a.s.) “Ey kalpleri halden hale çeviren Rabbim, benim kalbimi dinin üzere sabit kıl.” (Tirmizi, Deavât, 89.) niyazında bulunmuştur. Bu dua bizler için istikamette olmanın, gerçek ve sağlam bir mutluluğun anahtarını sunmaktadır. Yine biliyoruz ki kalp salah bulmuşsa beden ve ruh da huzura ermiş olur.

Farabi’ye göre gerçek mutluluğa erdemli bir yaşamla ulaşılabilir. Erdemli davranışlarımız aynı zamanda özünde iyidir. İyiliğe giden yol temel değerlerimizle örülmüş bir hayatın da göstergesidir. Akıl, duygularımız ve bedenimiz böyle bir hayatta birlikte yol almalılar. Mutu olabilmek bir tesadüf değil tamamen bir yaşamın tercihiyle olur. Erdemli bir hayat ve kazandırdıkları insana iki hayatında da mutluluk getirir. Gazali’ye göre mutluluk ise dünyada tamam olamayacak geçici bir hazdır. Geçici dünya zevkleri insana tam bir mutluluk vermeyeceği için en büyük ve sonsuz mutluluğun ahirette olacağını dile getirir.

Dünyanın yok olmaya doğru giden bir mekân ve sınırlı bir süre olduğuna şahitlik eder insan. Bize emanet verilen ömrümüzde artık yolculuğumuzda bize eşlik etmeyi bırakan nelere tanık oluruz? Ellerimizle diktiğimiz bir çiçeğin kuruyup gittiğini görmek bile bizi ne kadar üzer? Kazandığımızı düşündüğümüz sonsuz kudret ve ikram sahibi Rabbimizin bize ihsan ettiklerinin birer emanet olduğunu her daim düşünmeliyiz. Emanet edilen nimet maddi veya manevi olsun, bir gün elimizden alındığında ya da eksildiğinde mutluluğun yerine hüzün gelir ve yerleşir gönül hanemize.

Müşterek kullandığımız nimetler de bizler için ikram aynı zamanda da emanettir. İmtihanlarımız farklı olsa da bizim yaşadığımız üzücü olayların başkaları tarafından da yaşanmış olduğunu düşünebilmek, hatta başka büyük imtihanların farkına varmak bile teselli için atılmış bir adım olabilir. Mahrum kaldıklarımız hayırlı bir eksiklik ise bize elem veren bir durum olmamalı. Bilmeliyiz ki başımıza gelen her türlü musibet yaşıyor olduğumuzun bir kanıtıdır. Var olabilmenin başka bir ifadesi de üzüntüyü bilmek ve rıza gösterebilmektir.

Kindi, temelde dünyanın üzüntü veren yönünü anlatırken gemi alegorisinden bahseder. Kaptan gemiyi kumsala getirdiğinde yolcuların etrafta bulunan değerli eşyaları alma yarışına girmelerini hatta bazılarının çok uzaklaştığı için gemiyi kaçırdıklarını anlatır.

Topladıkları değerli eşyalar belli bir süre sonra sahiplerine külfet olmaktan öteye de gitmemiştir. Tıpkı dünyada biriktirme ve sahip olma hırsıyla ömrünü tüketen insan gibi. Hep daha fazlasını ve daha iyisini istemek, kanaatkârlık ve paylaşmayı unutup dünyalık biriktirme yarışına girmek üzüntülerin en büyüğü ve aldatıcısıdır. Nitekim hırs insanı daima olması gereken çizgiden ve ilahî rızadan uzak tutmuştur. Her gün aynaya baktığımızda gözlerimizin görüyor olması, ellerimizle yapabildiğimiz günlük beceriler, kulağımızın iletişimde hep diri olması, hissettiklerimizi uygun cümleler ve ses tonuyla aktarabilmemiz, ayaklarımızın yürüyor ve koşuyor olması, kısacası yaşıyor olmak hayatta nefes alan biri için büyük mutluluktur. Nimetlerin eksilmesiyle hissettiklerimiz bize elimizdekilerin değerini bilmeye itiyorsa, şükretmenin aslında ne kadar önemli bir kulluk bilinci olduğunu unutmamamız gerektiğini hatırlamamız içindir.

Bir yolcu için duraklar hep vardır. İnsan da dünya yolculuğunda mutlak durağına eriştiğinde iman ile geçirdiği bir ömür ve ahirete götüreceği salih amelleriyle gerçek mutluluğa ulaşacaktır. Sabrı, şükrü, kanaat etmeyi, yardımlaşmayı, sahip olduklarının kıymetini bilerek sürülen bir hayat kurtuluşumuzun da anahtarı olacaktır. İman ve salih amelin kuşattığı bir ömrün son durağı da vadedildiği gibi sonsuz mutluluk olacaktır. Çünkü iman edip salih amel işleyen her müminin mutluluğu dünyadayken başlamış, mükâfatı ise talibi olduğu ahiret güzellikleriyle daha en başından huzur ve kurtuluş yoluna girmiş olmasındadır. “Onlar ki iman etmişler ve salih ameller işlemişlerdir, ne mutlu onlara, varacakları yer de ne güzeldir!” (Rad, 13/29.)