Makale

Kadim ve Kutsal Şehir Kudüs’ün Fethi

Kadim ve Kutsal Şehir Kudüs’ün Fethi

Umut Güner

İnsanoğlu yaşam serüvenini inşa ettiği şehirler ve medeniyetler ile sağlamıştır. Şehir demek medeniyet demektir. Medeniyet kurmak zor ve sancılı bir tecrübe gerektirir. Bu vesile ile kurulan şehirler; bir milletin ruhunun, hayat tecrübesinin, maddi ve manevi kültürünün yaşadığı ve hâkim olduğu yerlerdir. Her şehrin bir ruhu vardır. Şehre hâkim olan toplulukların dinî ve millî değerleri o şehri anlamlandırır ve ulvileştirir.

Kudüs de yeryüzünde inşa edilen, değeri ve önemini asırlarca kaybetmeyen ender kadim şehirlerden biridir. Kudüs’ü anlamlı ve önemli kılan semavi dinlerin ona atfettiği kutsallık ile birlikte siyasi, sosyal ve ekonomik yönleridir.

Kudüs, tarihî süreçte farklı dinî ve etnik unsurlar ev sahipliği yapmış, birçok köklü kültürün barındığı ve iç içe yaşadığı bir şehir olmuştur. Maddi ve manevi zenginliği nedeniyle Kudüs, hükümdarların sahip olmak istediği, bu uğurda da ciddi mücadelelere giriştiği bir şehirdir.

Kadim şehir Kudüs, üç büyük semavi dinin izlerini taşımaktadır. Müslümanlar için ilk kıble, Museviler için Süleyman Tapınağı’nın merkezi, Hristiyanlar için ise dünyanın merkezi ve Mesih’in ikinci kez döneceği yer olarak kabul edilmektedir. Tarihî süreçte iki defa yok edilmiş, 23 defa işgal edilmiş, 52 defa saldırıya uğramış ve 44 defa da ele geçirilip tekrar kurtarılmış bir şehirdir.

Müslümanlar tarafından Kudüs 638’de fethedildi. Rivayete göre Kudüs piskoposu Sophronius şehrin anahtarını sadece halifeye teslim edeceğini beyan etmiş ve bunun üzerine halife Hz. Ömer bizzat Kudüs’e gelerek şehri teslim almıştır. Tarihte “Ömer Fermanı” olarak bilinen ve inanç özgürlüğü ile hoşgörünün emsali olan fermanı bu vesile ile burada yayımlanmıştır.

Müslüman yönetimi altındayken Kudüs en parlak dönemini yaşamıştır. Emevîler döneminde Muâviye b. Ebû Süfyân’ın devletin merkezini Dımaşk’a nakletmesinden sonra Kudüs’ün önemi daha da artmıştır. Şehir Müslümanlar tarafından imar edilmiş, tarihine ve şanına yaraşır şekilde tüm imkânlar ile donatılmıştır. En önemli imar faaliyeti şüphesiz Emevîler döneminde inşa edilen Kubbetü’s-sahra ve bu dönemde tekrar tamir ve inşa edilen Mescid-i Aksa olmuştur.

Malazgirt Savaşı sonrası Anadolu’da güçlenen Müslüman Türk varlığı karşısında büyük bir telaşa ve endişeye kapılan başta Roma İmparatorluğu ve Kilise, tarihe Haçlı Seferleri olarak geçecek büyük bir girişimi başlatmış oldular. Bütün Avrupa uluslarının vatandaşlarından oluşan ve eşsiz imkânlar ile donatılmış tarihin görebileceği en büyük orduları meydana getirdiler. Bu güçlü ordunun en büyük gayesi Anadolu’da Türk varlığına son vermek ve başta Kudüs olmak üzere Müslümanların elinde bulunan Kudüs’ü geri almaktı.

Haçlı ordusu 15 Temmuz 1099’da Kudüs’ü ele geçirerek burada bir Latin Krallığı ve papalığa bağlı bir kilise kurdu. Şehirde büyük bir katliam yapan Haçlılar, Mescid-i Aksâ’ya sığınanları da kılıçtan geçirdiler. Yaşanan bu facianın görgü tanığı olan tarihçi Raimundus, mabetlerin bulunduğu bölgeye giderken cesetlerin ve dizlerine kadar çıkan kan birikintilerinin içinden geçmek zorunda kaldığını ifade etmiştir. Katliamda ölenlerin sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte dönemin kaynaklarında Müslüman ve Musevilerin nüfusunun hemen hepsinin kılıçtan geçirildiği belirtilmektedir. Latin Krallığının egemenliği Kudüs’ün en karanlık dönemlerinden birini teşkil etmiştir.

Müslümanlar şehre tekrar sahip olmak için birçok askerî harekât düzenlediler ve kuşatmalarda bulundular. Müslümanlar ve Krallık Ordusu arasında münferit çatışmalar yaşanmaktaydı.

Son olarak Krallık Ordusu’na bağlı bulunan askerlerin Müslüman kervanına saldırması sonucunda sabrı taşan Selâhaddin Eyyubi, 4 Temmuz 1187’de Hittîn mevkiinde yapılan savaşta Kudüs krallık ordusunu mağlup etti ve Kudüs üzerine yürüdü. Bu sefer sırasında Selâhaddin Eyyubi’nin Kudüs’ün tarihî ve dinî önemini aksettiren şu sözleri tarihe geçmiştir:

"Kudüs’ün, Allah’ın kutsal saydığı beldelerden biri olduğuna büyük bir inancım vardır. Sizin de kutsallığına inandığınız bu beldeyi muhasara etmek ve savaşın gerektirdiği yollarla şehre hücum etmek ve girmek istemiyorum."

Eyyubi yönetimi altında Kudüs’te huzur ve refah hâkim oldu. Şehir eski günlerindeki gibi sosyal, siyasi ve ekonomik dirliğe tekrar ulaştı. Böylelikle şehir yaklaşık 145 yıl sonra tekrar Müslümanların eline geçmiş oldu. İlerleyen yıllarda Suriye topraklarında hüküm süren bir diğer Türk devleti olan Memlukler ile Eyyubiler arasında şehir birkaç kez el değiştirse de son olarak Abbasî Halifesi Müsta‘sım-Billâh’ın aracılığıyla Suriye’deki Eyyubiler ve Memlukler arasında yapılan barış antlaşması ile Memluklere bırakıldı.

Memluklerin Kudüs siyaseti de daha önceki Müslüman devletlerin izlediği politikalara benzer bir seyir izlemiştir. Memlukler de Türk-İslam mührünü şehre vurmuşlar, şehrin imarı ve ihyası için gereken tüm donanımı sağlamışlardır.

XVI. asra gelindiğinde en parlak dönemini yaşayan Osmanlı devleti ve onun meşhur hükümdarı Yavuz Sultan Selim, Mısır seferine çıktı ve Mercidâbık’ta Memluklere karşı zafer kazanmasının akabinde Kudüs Osmanlı’nın eline geçti yaklaşık 4 asır Osmanlı yönetiminde kaldı ve Osmanoğulları da Kudüs’e tarihî önemine binaen gereken desteği ve önemi verdiler.

20. asra gelindiğinde ise Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Osmanlı Devlet’inin inkıraza uğraması sebebiyle Kudüs’te “Manda Yönetimi” hâkim oldu. Yahudi nüfusunun bu bölgeye ve şehre göçü hızlandırılmış ve ardından ilan edilen Balfour Deklarasyonu ile de Yahudi siyasi varlığı İngiltere tarafından bu bölgede desteklenmiş oldu. Bu tarihten itibaren Kudüs büyük acıların yaşandığı karanlık bir şehir hüviyeti kazandı. Müslüman nüfus göç ettirilmeye zorlanmış, ibadethaneleri zarar görmüş ve İsrail’in ardı arkası kesilmeyen zulümleri Kudüs’ü acı bir vatana dönüştürmüştür.