Makale

DİYANETE SORALIM

DİYANETE SORALIM

FARZ, VACİP VE NAFİLE NAMAZLARIN HANGİLERİ CEMAATLE, HANGİLERİ TEK BAŞINA KILINMALIDIR?

Cuma namazını kılmakla yükümlü olan erkeklerin, Cuma namazını camide cemaatle kılmaları farz; beş vakit namazın farzlarını cemaatle camide kılmaları ise Hanefilere ve Malikilere göre müekked/kuvvetli sünnettir. Cemaatle namaz kılmanın önemini belirten hadislerden ve ilgili ayetlerden hareketle Hanbeliler beş vakit namazın cemaatle kılınmasının, erkekler için farz-ı ayın, Şafiiler ise farz-ı kifaye olduğunu söylemişlerdir. (Mergınanî, el-Hidâye, I, 362; Kâsânî, Bedâî’, I, 155; Cezîrî, el-Mezâhibü’l-erbe‘a, I, 368-369.) Ramazan ve Kurban Bayramı namazları da vacip namazlardan olup cemaatle kılınır (Mevsılî, el-İhtiyâr, I, 283.) Sünnet namazlardan teravih namazı cemaatle kılınabilir. Teravih cemaatle kılındığında vitir namazı da cemaatle kılınabilir. Ramazan ayının dışında vitir namazını cemaatle kılmak mekruhtur. (Mevsılî, el-İhtiyâr, I, 239.) Nafile namazlardan küsuf (güneş tutulması) ve İmameyn’e göre istika namazı da cemaatle kılınır. (Mevsılî, el-İhtiyâr, I, 241-242, 245.) Bunların dışındaki tüm sünnet ve nafile namazları herkesin tek başına kılması uygun, cemaatle kılınması ise mekruh görülmüştür. (Serahsî, el-Mebsût, II, 144.) Nafile namazlardan olan tesbih namazının (Ebu Davud, Tatavvu, 14.) cemaatle kılınabileceğine dair kaynaklarımızda bir bilgi bulunmadığından bu namazın da tek başına kılınması daha uygundur.

CAMİLER İÇİN KULLANILAN “ALLAH’IN EVLERİ” İFADESİ ALLAH’A BİR MEKÂN İSNAT ETME ANLAMI TAŞIR MI?

“Allah’ın evi” terkibinin Arapça karşılığı “Beytullah” olup Kâbe hakkında kullanılan bir ifadedir. “Beyt”ten maksat, Kâbe’dir. “Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rükû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi) tertemiz tutun.” (Bakara, 2/125.) ayetinde de ev kelimesi Allah’ın zatına izafe edilmiştir. Kâbe’ye Beytullah (Allah’ın evi) denilmesi, Allah’a ibadet etmek için yeryüzünde yapılan ilk mabet olması, insanların hidayeti ve putperestliğin yıkılıp tevhit inancının yerleşmesi için gönderilmiş olan Hanif dininin sembolü ve bütün Müslümanların namazlarında yöneldikleri yer olması gibi sebeplere dayanır. Allah, “Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi elbette Mekke’de, âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulan Kâbe’dir.” (Âl-i İmran, 3/96.) buyurarak onun şerefini yüceltmiştir. Allah için ibadete mahsus olan tüm camiler ve mescitler için de “Allah’ın evi” terkibi kullanılır. Nitekim bir hadis-i şerifte “Yeryüzünde Allah’ın evleri; mescitlerdir. Oraya gelene Allah Teâlâ ikramda bulunur.” (Taberani, Mu‘cemü’l-Kebir, X, 10346.) buyurulmaktadır. Bu itibarla “Allah’ın evi” tabirinden Allah için ibadet edilen yer anlaşılmalı, asla Allah’a isnat edilen bir mekân anlaşılmamalıdır. Çünkü Allah (c.c.) zaman ve mekândan münezzehtir. Yani zaman ve mekânla ilişkilendirilemez. O, bir mekânda olan değil, bütün mekânları kuşatmış olandır. Zaman ve mekân mahlûk/yaratılmıştır. Allah ise yaratıcıdır. Dolayısıyla O, yaratılmışlara has özelliklerden münezzehtir, yani uzaktır.

CEMAATLE NAMAZ KILARKEN ÖN SAFTA MEYDANA GELEN BOŞLUĞU DOLDURMAK İÇİN ÖNDEKİ SAFA YÜRÜMEK CAİZ MİDİR?

Cemaatle namaz kılarken ön saftaki boşluğu doldurmak için ileri yürümek amel-i kesir sayılmadığı gibi namazı da bozmaz. Aksine böyle yapmak müstehaptır. (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtar, II, 312-313, 388-389; Tahtâvî, Hâşiye, s. 323.)

NAMAZDAN SONRA CAMİDE MUSAFAHA YAPILMASI BİDAT MIDIR?

Musafaha; bir tür dostluk ve barış ifadesi olarak tokalaşma şeklinde yapılan bir muaşeret şeklidir. Hz. Peygamber (s.a.s.), bu uygulamaya büyük önem vermiş (Buhari, İstizan, 27; Ebu Davud, Edeb, 154.) ve “Birbiriyle karşılaşan iki Müslüman el sıkıştığında, daha oradan ayrılmadan günahları affedilir.” (Ebu Davud, Edeb, 154.) buyurmak suretiyle musafaha etmeye teşvik etmiştir. Müslümanlar arasında dostluk, hoşgörü ve kaynaşmaya vesile olması hasebiyle namaz sonrasında musafaha yapmakta dinen bir sakınca yoktur. (İbn Abidin, Reddü’l-muhtâr, IX, 547.) Ancak namazdan sonra cami içinde veya dışında musafaha yapmayı, cemaatle namazın ayrılmaz bir unsuru gibi algılayarak topluca yapılan bir merasim hâline getirmek uygun değildir.

CEMAATE YETİŞEMEYEN KİMSE CAMİDE TEK BAŞINA NAMAZ KILARKEN KAMET GETİRMELİ MİDİR?

Düzenli olarak cemaatle beş vakit namaz kılınan camilere o vaktin farz namazını kılmak üzere giren kimselerin, cemaatle veya yalnız başına namaz kılacak olmaları hâlinde tekrar ezan okuyup kamet getirmelerine gerek yoktur. Düzenli olarak beş vakit namazın kılınmadığı cami ve mescitlerde ise ezan okuyarak ve kamet getirerek namaz kılmak daha faziletli olup (Alâüddîn, el-Hediyyetü’l-‘Alâiyye, s. 71.) sadece kametle de yetinilebilir. Hanefilerin bu yaklaşımına karşılık diğer birçok mezhep, her iki ihtimalde de kamet getirmenin mendup olduğunu söylemiştir.

ZEKÂT AYETİNDE GEÇEN “FÎ SEBÎLİLLAH”IN KAPSAMINA OKULLAR, KUR’AN KURSLARI, CAMİLER VE BENZERİ HAYIR KURUMLARI GİRER Mİ?

Zekâtın sarf yerleri, Kur’an-ı Kerim’de (Tevbe, 9/60.) belirlenmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de toplanan zekâttan kendisine hisse verilmesini isteyen bir zata hitaben, “Yüce Allah, zekât (taksimi) hususunda ne bir peygamberin ne de başkasının hükmüne razı oldu, onunla ilgili hükmü kendisi verdi ve onu sekiz sınıfa taksim etti. Eğer o sınıflardan isen sana hakkını veririm.” (Ebu Davud, Zekât, 24.) buyurmuştur. Bu itibarla, belirli şartları taşıyan Müslümanların yükümlü oldukları zekât ve fıtır sadakasının, Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak tarafından belirlenen yerler dışında herhangi bir yere verilmesi veya cami, köprü, yol, okul, yurt, su yolu vb. hayır işlerine sarf edilmesi fakihlerin çoğunluğunca caiz görülmemiştir. Zira zekât ve fıtır sadakasının sahih olmasının şartlarından biri de temliktir. Temlik, eşya üzerindeki mülkiyet hakkını veya mali bir hakkı başkasına devretmeyi ifade eder. Bu sebeple özellikle Müslüman fakirin ve ihtiyaç sahibinin hakkı olan ve ancak temlik etmekle yükümlünün zimmetinden düşen zekât ve fıtır sadakasının, tüzel kişilere, hayır kuruluşlarına verilmesi caiz görülmemiştir. (el-Fetâva’l-Hindiyye, I, 207.) İlgili ayetteki “Allah yolunda” anlamına gelen “fî sebîlillah” ifadesi, kendisini Allah yoluna ve İslam’a adamış hac yolcuları, askerler ve ilim için yola çıkan gerçek kişiler olarak yorumlanmıştır.