Makale

ÂMÂ BİR DEHA: TİRMİZİ

İZ BIRAKANLAR

ÂMÂ BİR DEHA: TİRMİZİ

Kaan H. SÜLEYMANOĞLU

Muhammed bin İsa et-Tirmizi, miladi 824 yılında, bugünkü Özbekistan sınırları içinde bulunan Tirmiz kasabasında dünyaya gelmiştir. Buhara’nın güneyinde, Ceyhun nehri kıyısındaki bu yerleşim yeri dönemin önemli ilim merkezlerinden biriydi. Hafızlık eğitimini ve temel dinî tahsilini ailesinin yanında tamamlayan Tirmizi, 840’lı yılların sonunda kelimenin tam manasıyla kendini hadis ilmine adamıştır. Sadece doğduğu coğrafyayla yetinmemiş, o çağlarda İslam dünyasında hızla yaygınlaşan ilim yolculuklarına çıkmış, âlimleriyle meşhur Horasan, Irak ve Hicaz bölgelerinde önemli isimlerden hadis dersi almıştır. Ders aldığı isimler arasında Kütüb-i Sitte imamlarının üstadı olarak anılan İbnü’l-Müsennâ, İmam Buhari, İmam Müslim ve Ebu Davud gibi muhaddisler de vardır.

Tirmizi’nin doğuştan âmâ olduğuna dair rivayetler vardır. Yalnız kimi aktarımlar, onun sonradan âmâ olduğunu söyler. Gözlerinin görmemesine karşın müthiş derecede güçlü bir hafızaya sahipti. Bu yüzden “Hafızu’l-Meşhur” lakabıyla bilinirdi. Çağdaşı âlimlere kıyasla hayatı hakkında az bilgi vardır. Fakat hadis alanında ortaya koyduğu yüksek disiplin ve dikkat, onun “Hâkim” adıyla anılmasına, alanında üstat oluşuna delalet eder.

Özellikle İmam Buhari’nin eğitim halkasında uzun ve faydalı yıllar geçiren Tirmizi, ondan sadece hadis öğrenmekle kalmayıp “fıkhü’l-hadis” de tahsil etmiştir. Ayrıca Buhari’nin Tarihulkebir’i, Tirmizi’nin ilel konusunda en çok faydalandığı kitapların başında gelir. Buhari de bu azimli öğrencisini sevmiş, her fırsatta takdir etmiştir. Tirmizi ünlü eseri Camiussahih sayesinde Horasan ve Hicaz bölgelerinde saygı duyulan bir isim oluştur.

Mezheplerin yeni yeni teşekkül etmeye başladığı bir dönemde yaşayan Tirmizi, daha sonra oluşacak ekollerin ünlü temsilcileriyle tanışmış, onlardan istifade etmiştir. Camiussahih’te yer alan fıkıh muhtevalı hadisler ve özellikle bu hadislerin seçiminde sergilediği tutarlılık ve hassasiyet, onun fıkıh ilmi alanında derin bilgisini ortaya koyar. Tirmizi hafızası güçlü, analiz kabiliyeti yüksek bir âlimdir. Zehebi, onun Mekke yolculuğu esnasında karşılaştığı bir hadis âlimine iki cüzlük hadisi ezberden okuduğunu aktarır. Malını ve mesaisini ilme ve Allah yoluna adadığı için dünya malına değer vermezdi. Özellikle hafızasının kuvvetine dair menkıbeler hadis âlimleri arasında meşhurdur. Bu menkıbelerin birinde Tirmizi Mekke sokaklarında dolaşırken geçmişte hadis öğrendiği bir muhaddisle karşılaşması ve yazdığı bütün hadisleri ezberden birebir tekrar etmesi anlatılır. Tirmizi’nin hadisleri tamı tamına okuduğunu gören muhaddis, ona hiç bilmediği, birbirinden farklı kırk hadis okur. Tirmizi az önce işittiği hadisleri de olduğu gibi aktarınca muhaddis hayretler içinde kalarak, “Senin gibisini hiç görmedim.” der. (Tirmizi, Sünen-i Tirmizi, c.1, s. 15-18.)

Tirmizi, hadis bilimine bazı yenilikler getirmiş, bazı usulleri ise geliştirmiştir. Hadisleri bab başlıkları altında tasnif eden Tirmizi’den önceki âlimler, “hasen” kavramını kullanmış olsa da hadisleri “hasen”, “sahih”, “zayıf” olarak üçlü tasnife tabi tutan ilk muhaddis Tirmizi’dir. O kendisini hadis ilmine adamış, derlediklerini süzgeçten geçirmiş, tasnif etmiş, ezberlemiş ve sık sık müzakere etmiştir. Hadis ilmi onun yaşamında daima canlı, hareket hâlinde, gelişen, olgunlaşan bir mahiyet arz eder. Hadis rivayetlerinde, bulunması ileri bir dikkat gerektiren kimi kusurları, fark etmiş, kayıt altına almıştır. Hadis tenkitçiliği hususunda ortaya koyduğu tavır, sonraki pek çok âlime ilham kaynağı olmuş, bu ilmin usulünün gelişmesine katkı sağlamıştır. Eserlerine aldığı kimi hadislerin (açık yüreklilikle) zayıf olduğunu belirtmiş, senetleri yönünden onları tenkit etmekten geri durmamıştır. Hadisleri aktardıktan sonra sonlarına onları “hasenun”, “hasenun sahihun”, “hasenun garibun”, “hasenun sahihun garibun” veya “garibun” şeklinde kavramlarla derecelendiren Tirmizi, “hasen” ve “garib” kavramlarının ne anlama geldiğini de izah ederek o yıllar için oldukça yeni bir bilimsel yöntemi uygulamıştır. Senetleri değerlendirirken sahabe ve tabiin yorumlarını aktarmış, sonunda kendi düşüncelerini de bir sentez olarak ortaya koymuştur.

Hadis ilminin yanı sıra fıkıh ve tefsir alanlarında da “imam” diye vasıflandırılacak ölçüde yetkin biriydi. Rivayet ettiği hadisler, daha sonraki yıllarda müfessirler tarafından kullanılmış, önemli bir boşluğu doldurmuştur. Özellikle ayetlerin nüzul sebeplerine ilişkin Tirmizi’nin eserlerinde yer alan hadisler, bu alanda çalışma yapan herkesin takdirini kazanmıştır.

Tirmizi, eserinde yer almasını istediği bir konuya dair sahih hadis bulamadığı zaman, bazı zayıf hadisleri de kullanmaktan imtina etmemiş fakat bu hadislerin senetlerini tenkit etmekten de geri durmamıştır. Ravilerin güvenilirliği üzerinde okura fikir vermiştir. Kendi düşüncesini doğrulayan rivayetlerde bile bu ilim adamı tavrını sonuna kadar muhafaza etmiştir. Kimi âlimler, onun ilel, cerh ve tadil konularında otoritesine atfen “sahiheyn”den sonra üçüncü sırada yer alması gerektiğini söylemiştir. Tirmizi’nin, duygulu bir insan olduğu, insanlarla ve yöneticilerle ilişkisinde titiz davrandığı, ismine halel getirecek davranışlardan kaçındığı, müstağni bir insan olduğu, dünya malına değer vermediği bilinmektedir. (M. Yaşar Kandemir, İslam Ansiklopedisi, TDV, cilt: 41, s. 202.)

Tirmizi, gittiği her yerde, bulunduğu her mecliste ilmin vakarını korumuş, kendisine soru soranları, yaşlarına, cinsiyetlerine ve statülerine bakmaksızın ciddiyetle cevaplandırmıştı. Rivayete göre bir sohbette ona, “Bize insanı tarif eder misin?” diye sordular. Tirmizi bu soruya şöyle cevap verdi: “İnsanda daima bir zaaf hâli mevcuttur. Bununla beraber o hem bir amaç peşindedir hem de büyük iddia. Bu zayıf hâliyle o büyük iddiasını nasıl gerçekleştirebilir ki? İnsan dikkat etmelidir. Yaptığı her işe bakmalıdır. Hayrı, şerri bilmelidir. Dikkat etmezse, yanılabilir. Belki de zararına olan bir şeye bilmeden sevinir. Büyüklerin nazarında onun bu işi, zor affedilen bir hata olabilir.” Gerçekten de bütün yaşamını bu dikkat ve rikkatle geçiren Tirmizi, 9 Ekim 892 tarihinde doğduğu yerde, Tirmiz’de vefat etmiştir.