Makale

MAKTEL-İ HÜSEYİN

MAKTEL-İ HÜSEYİN

Sema Bayar

Muharrem’dir gönül feryada gel âh eyle figanlar kıl,
Matem tut, başına topraklar saçıp yakanı pare pare kıl,
Yiyip içip eğlenmeyi bırakıp Muharrem ayında,
An be an gözünü mazlumların yâdıyla ağlar kıl.
Fuzuli

Edebî eserler, konularını neşet ettikleri toplumun ortak hafızasından devşirirler. Ortak kültür ve tarihî arka plandan beslenen bu eserler; toplumun yaşayışlarını, inançlarını, sevinç ve üzüntülerini bünyesinde taşırlar. Önemli tarihî olaylar, halk arasında dilden dile aktarılırken menkıbelerin teşekkülüne de zemin hazırlar. Müslüman toplumların hafızalarında derinden yer etmiş ve vicdanlarında büyük yaralar açmış Kerbela hadisesi de Arap, Fars ve Türk edebiyatında çeşitli şekil ve türlerde işlenmiş, Hz. Hüseyin’in şehit edilişini merkeze alan bu eserler, toplumsal vicdanda makes bulmuştur. Kerbela olayı ve Hz. Hüseyin’in şehit edilişi; edebiyat, musiki, tiyatro, resim ve mimari gibi sanat dallarında çeşitli formlarda işlenen başat konulardan biri olmuştur.
Hz. Hüseyin (r.a.); Hz. Muhammed’in (s.a.s.) torunu, Hz. Fatıma ve Hz. Ali’nin oğludur. Saltanat hesapları yüzünden hakaret ve baskılara maruz kalmış, nihayetinde dönemin siyasi erkinin emriyle şehit edilmiştir. Evlad-ı Mustafa’nın katledilmesi, İslam coğrafyasında her zaman ve zeminde derin bir üzüntüye sebep olmuştur. Kerbela faciasının üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen, bu olayın aksi başta tarihî kaynaklar olmak üzere, edebiyat ve sanatta da güçlü olarak devam etmektedir. Kerbela’da Hz. Hüseyin ve beraberindekilerin şehit edilmesiyle yaşanan elim acı Türk edebiyatında izler bırakmış, sözlü edebiyatın ardından yazılı edebiyatla birlikte bu feci olayın kalplerdeki yansıması kelimelere sirayet etmiş, pek çok mensur ve manzum eser ortaya konmuştur. Divan şairleri, Hz. Hüseyin’in vefatını şiirlerine taşımış; gazeller, kaside ve mesnevilerde bazen müstakil olarak bazen de belirli bölümlerde ondan bahsetmişlerdir.
Kerbela merkezinde şekillenen edebî eserler, şekil ve yapı özelliklerinin farklı olması yanında ortak birtakım hususlara vurgu yaparlar. Bu hadisenin İslam dünyasına verdiği acı, eserlerin odak noktalarından biridir. Her bir eserde ehlibeytin faziletleri dile getirilir. Kerbela’nın tarihsel arka planı anlatılır. Hz. Hüseyin’e duyulan sevgi ve buna karşılık Yezid’le ilgili olumsuz duygu ve düşüncelerin aktarılması, eserlerde sıkça işlenen temalardandır. Hz. Hüseyin’in sireti hakkında yapılan güzellemeler ve suretinin tasviri de söz konusu eserlerde yer bulur.
Edebiyat alanında Kerbela olayı öncelikle maktellerde işlenmiştir. Maktel, sözlükte “katledilen yer” anlamına gelir. Hz. Peygamber döneminden itibaren hilafet meselesi etrafında yaşanan mücadeleler ve öldürülen halifelerle ilgili bilgiler, tarih kitaplarında maktel başlığında ayrı bölümler hâlinde tasnif edilmiştir. Zamanla maktel adıyla tarihî, edebî nitelikli müstakil eserler kaleme alınmış, bu türün en önemli eserleri Maktel-i Hüseyin adıyla verilmiştir. Maktellerin en önemli özelliği, ele alınan olayın en ince detayına kadar işlenmesidir. Eserlerde tarihî kaynaklardan faydalanılırken cesur davranılmış, elde yeterli veri olmadığı durumlarda ise yazarlar kurgunun imkânlarına başvurarak kendi muhayyilelerini harekete geçirmişlerdir. Böylelikle maktel türündeki eserler zamanla bünyesine efsanevi unsurları da buyur etmiştir.
Tarihî gerçeklerin sınırlarını zorlayan anlatılarla Kerbela hadisesi destansı bir havaya bürünmüş, olayın yaşandığı yer ise mistik ve ruhani bir hüviyet kazanmıştır. Maktellerin bir kısmı oldukça sade bir biçimde tamamen halk dilinde yazılırken bir kısmı ise edebiyatın bütün estetik imkânları kullanılarak edebî haz uyandıracak şekilde kaleme alınmıştır. Maktellerle birlikte Kerbela mersiyeleri ve muharremiyyeler adı altında eserler de verilmiştir. Bu eserler muharrem ayında düzenlenen törenlerde matem havası içinde kalabalık kitlelere okunmuş, yine aynı törenlerde tiyatral sunumlar yapılarak dramatik sahneler canlandırılmıştır. Kerbela etrafında teşekkül eden bu zengin argümanlar musikiye de intikal etmiş, özellikle tekkelerde konusu Hz. Hüseyin ve ehlibeyt sevgisi olan muharremiyye adı verilen ilahiler okunmuştur. Sair zamanlarda çeşitli müzik aletleri eşliğinde okunan ilahiler muharrem ayında enstrümansız ve hüzünle okunur, ayrıca bu ayda yaşanan mateme hürmeten günlük hayatta da her türlü oyun ve eğlenceden uzak durulur.
Arap edebiyatında Kerbela’yı konu edinen ilk şiir Ebü’l-Esved ed-Düelî’ye (ö. 69/688) aittir. Emeviler döneminde Hz. Hüseyin ve Kerbela şehitleriyle ilgili şiirlerde üzüntünün yanı sıra satır aralarında kendini hissettiren bir öç alma duygusu da hâkimdir. Bu nedenle dönemin şairleri devlet erkânı tarafından tehlikeli görülmüştür. İmam Şafii bu akıl tutulması karşısında bir dizesinde şunları söyleyecektir: “Ehlibeyti sevmekle suç işledimse bu pişman olmayacağım bir suçtur.” Abbasîler devrine gelindiğinde ise Arap yarımadasında maktellerin sayısı artmış, dinleyicilerde büyük ilgi uyandıran ve her biri eşsiz edebî lezzetler sunan manzum ve mensur eserler verilmiştir.
Arap edebiyatıyla literatürde boy veren makteller, İran edebiyat havzasında kanatlanmıştır. Fars edebiyatında konuyla ilgili ilk örnekler manzum ürünlerde ortaya çıkmış, Şii Büveyhiler döneminde muharrem ayının resmî matem günü olarak kabul edilmesiyle maktellerin önemi bir kat daha artmıştır. Bilindiği üzere ilmî çalışmalardan sanat eserlerine, edebiyattan tarihe kadar ortaya konan her bir ürün, neşet ettiği çağın özelliklerini ve zamanın ruhunu bünyesinde taşır. Bu durum bir tür patronajı da beraberinde getirir. İran örneğinde Kerbela hadisesine atıf yapan eserlerin hem nicelik hem nitelik bakımından artış göstermesi devletin resmî politikalarının bir sonucudur. Safeviler devrinde bilhassa hükümdarların teşvikiyle dinî mersiyeler yazılmış, bu teşvik ve hükümdarın himayesini kazanma arzusu, şairlerin Kerbela merkezinde kalem oynatmalarına vesile olmuştur. Düzenlenen anma törenlerinde mersiye ve muharrem ilahileri okuma geleneğine bağlı olarak birçok şiir kaleme alınmıştır. Hz. Hüseyin, daha doğumundan başlayarak hayatının detaylı bir şekilde işlendiği eserlerde, olağanüstü vasıflara sahip efsanevi bir kişiliğe bürünmüştür. Kerbela kelimesindeki kerb ve bela ifadelerinin anlamları ön plana çıkarılmış, gam ve keder anlamlarını ihtiva eden kerb ve bela sözcüğü kullanılarak Kerbela’nın gam yüklü bir belde olduğu vurgulanmıştır. 19. yüzyıla gelindiğinde ise devrin sanat anlayışı toplumsal kültür ve birikimde aksini gösterir. Kerbela artık temel bir ritüel hâline gelmiş, tiyatro ve resim gibi modern sanatlarda da kendine yer açmıştır.
Maktel-i Hüseyin türünde verilen eserlerin şahı olarak kabul edilen Hüseyin Vaiz Kâşifî’nin 16. yüzyılda yazdığı Ravzatü’ş-Şüheda (şehitlerin bahçesi)’sıdır. Kâşifî, Kerbela olayıyla ilgili kendisinden evvel yazılan eserleri dikkatle incelemiş, ardından konunun sınırlarını genişleterek Hz. Âdem’den itibaren bütün peygamberlerin çektiği ıstıraplar üzerinde durmuştur. Bu bağlamda eserinin merkezine “ıstırabın yüceliği” anlayışını koymuş ve esere bütün insanlığı ilgilendiren beşerî bir anlam kazandırmıştır. Son peygamber Hz. Muhammed ve onun ehlibeytinin çektiği sıkıntılar, özellikle de Kerbela faciası eserin meyan kısmını oluşturur.
Kerbela, Türk edebiyatında da önemli bir motif olarak yer alır. Hz. Hüseyin’in başsız bedeninin defnedildiği topraklar önce suya kavuşturularak çöl ortasında eşsiz bir vahaya dönüştürülmüş ve Osmanlı dönemi boyunca Türk hacılarının uğrak yerlerinden biri olmuştur. Türk tasavvuf geleneğini derinden etkileyen hadise, hem halk âşıklarının sazında hem divan şairlerinin beyitlerinde yâd edilmiş, Türk muhayyilesindeki yeri hep taze kalmıştır. Hz. Hüseyin’e reva görülen eziyetlerin trajik bir şekilde anlatıldığı bu eserlerin ortak özelliklerinin başında Kerbela’nın kutsal bir belde olarak zikredilmesi, ehlibeyt sevgisinin ön plana çıkması gelir.
Türk edebiyatında Maktel-i Hüseyin türünde verilen en eski eser Kastamonulu Şâzî tarafından kaleme alınan Dâsitân-ı Maktel-i Hüseyin’dir. Kaside formunda yazılan eser, sade dili ve destansı ifadeleriyle ön plana çıkar. 14. yüzyılda İsfendiyaroğulları beylerinden Celâlüddin Şâb Bâyezî’ye sunulan eserin bir nüshası günümüzde Üsküdar Selim Ağa kütüphanesinde bulunur.
Maktel türünde Türk edebiyatının şah eseri ise divan şairi Fuzuli’ye aittir. Hayatı Necef, Kerbela ve Bağdat üçgeninde geçen Fuzuli, doğup büyüdüğü topraklar vesilesiyle Kerbela’nın tesiri altında kalmıştır. Daha çocuk yaşta muharrem törenlerinde halkın içine gark olduğu o hüznü müşahede etmiş ve Türkçe bir maktel yazma arzusunu duymuştur. Asıl amacı edebî bir eser vücuda getirmekten ziyade Türk toplumunu Kerbela olayı hakkında bilgilendirmek olan Fuzuli, Kâşifî’nin Ravzatü’ş-Şüheda’sını Türkçeye aktarmaya karar verir. Fuzuli bu çalışmasını yaparken tercümenin bildik sınırlarını esnetir. Ravzatü’ş-Şüheda’yı âdeta kaynak metin olarak kullanmış, tercümesinde serbest davranarak kimi bölümleri eserine dâhil etmemiş farklı kaynaklardan da faydalanarak eklemeler yapmıştır. On bir bap ve bir hatimeden oluşan makteline Kâşifî’nin ıstırabın yüceliği vurgusuna nazire yaparak “bela saadettir” anlayışıyla Hadikatü’s-Süeda adını vermiştir. Divan edebiyatının estetik zevkiyle kaleme aldığı eserini ayet ve hadislerle zenginleştiren Fuzuli, eserin mukaddime kısmı ve bölüm başlarında sanatkârane bir üslup tercih etse de genel olarak sade bir Türkçe kullanır. Eser, nesir ve nazım türünü bünyesinde mündemiç kılarak Türk edebiyatında maktel türünün en başarılı örneğini sunar.