Makale

CENGİZ AYTMATOV

CENGİZ AYTMATOV

Süreyya Meriç

1928 yılında Sovyet rejiminin hâkim olduğu yıllarda dünyaya gözlerini açar Cengiz Aytmatov. O dönemde ülke, büyük bir değişimin içindedir ve rejim yanlıları ile karşıtları arasında çatışmalar yaşanmaktadır. Aytmatov, küçük yaşta babası Törekul’u kaybeder, her yetim çocuk gibi erkenden büyür. Daha 14 yaşında omuzlarına ağır bir sorumluluk yüklenir.
Köyünde sekreterlik görevine getirilen Aytmatov, tarım makinelerinin sayımı ve vergi tahsildarlığı gibi işleri yürütür. Çok geçmeden II. Dünya Savaşı patlak verir. Savaş yıllarında eli silah tutan bütün erkekler, cepheye sevk edilmiştir. İhtiyarlar ile kadın ve çocukların kaldığı köylerde umutlar, henüz 16-17 yaşlarındaki gençlere bağlanmıştır. Sovyet birliğinde birer tarım kooperatifi olan kolhozlarda iş yapacak yetişkin erkek kalmamıştır; zira savaş bütün azametiyle hayatları bir bir esir almış, aileler parçalanmış, yetim ve öksüz çocuklar bir gecede büyüyüp geride kalan aile üyelerinin sorumluluğunu üstlenmişlerdir.
Genç yaşta kaleme aldığı eserleriyle ismini edebiyat dünyasına duyuran Aytmatov, ne doğduğu köyü ne de yaşadığı acı olayları unutur. Her bir eseri, onun hayatından izler taşır. Onun ünlü eserlerinden Beyaz Gemi’nin kahramanı, henüz yedi yaşlarında küçük bir çocuktur. İçinde yaşadığı basit çevrede hem öksüz hem yetim kalan bu çocuk, babasının çalıştığına inandığı Beyaz Gemi’ye ulaşmayı hayal eder. Hakikatte de Aytmatov’un trajedisi de babası Törekul’un halk düşmanı ilan edilerek tutuklanmasıyla başlar. Uzun yıllar babasının öldüğünden haberdar olmamış, hep bir kavuşma ihtimaliyle çocuk yüreğini tıpkı Beyaz Gemi romanında olduğu gibi avutmuştur. Yirmi yıldır haber alamadığı babasının acı akıbetini, ancak 1957 yılında öğrenebilmiştir. Yaşamı boyunca içinde sönmeyen baba hasretini, Beyaz Gemi ile milyonlara duyurmayı başarmıştır.
Tolgonay’ın dilinden savaşın iç yüzünün anlatıldığı Toprak Ana’da, erkekleri cepheye gönderilen bir Kırgız köyünde geride kalan kadın, çocuk ve ihtiyarların çektiği sıkıntılar ve verdikleri yaşam mücadelesi işlenir. Başta annesi olmak üzere savaşın eşlerini elinden aldığı kadınlar, Aytmatov’un kaleminde ayrı bir yer tutar. Zira o, kalemini cepheye değil, cephe gerisinde yaşanan trajedilere çevirmiştir. Aytmatov, Gün Olur Asra Bedel’in Zarife’sinde, Toprak Ana’nın Tolgonay’ında, Yüzyüze’nin Seyde’sinde kadınların çektiği sıkıntıları anlatır. Savaş, Kırgız kadınlarının erkeklerini ellerinden almakla kalmamış, onları açlık ve sefaletle de karşı karşıya getirmiştir.
Aytmatov’un eserlerinde kadın imgesinin bu denli güçlü olmasında hiç şüphesiz annesi Nahima Aytmatova’nın etkisi büyüktür. İlkokulu Kırgızistan’ın Talas Eyaleti’ne bağlı Şeker Köyü’nde okuyan Aytmatov, daha sonra annesinin de desteğiyle Jambul Veteriner Teknik Okuluna girer, ardından Kırgızistan Tarım Enstitüsüne devam ederek veterinerlik diplomasıyla mezun olur.
Yazarlığa 1952 yılında başlayan Cengiz Aytmatov, 1956-1958 yılları arasında Gorki Yüksek Edebiyat Bölümünü okur, daha sonra Moskova Üniversitesi Edebiyat Fakültesine devam eder. Bu yıllarda Kırgız Pravdası gazetesinde muhabirlik yaparak hayatını kazanan sanatçı, ilerleyen yıllarda önemli görevler ifa eder. Gorbaçov döneminde Sovyet Parlamentosu Kültür ve Ulusal Diller Komitesi Başkanlığı ve Sovyet Yazarlar Birliği Sekreterliğini yürütür. Sovyetler Birliği dağılmadan önce ilgili komitenin beş danışmanından biri olur. Bağımsızlık sonrası ise büyükelçilik yapar.
Seksen yıllık ömrüne onlarca kitap sığdıran Aytmatov, içinde bulunduğu çağın sancısını eserlerine taşımış, folklorik öğeleri ustaca kullanarak Türk kültürünü ve halk inanışlarını roman ve hikâyelerine yedirmiştir.
Anlatının merkezine insanı koyan Aytmatov, insanın insanca yaşamasını temel meselesi hâline getirmiştir. Onun eserleri mikro ölçekte II. Dünya savaşı yıllarında Kırgız toplumunun çalkantılı yaşantısını, makro ölçekte ise insanlığın o büyük hikâyesini anlatır.
Aytmatov’un edebî kişiliğinin dünya çapında tanınması Cemile kitabıyladır. Kitap, güzel Cemile’nin soylu ve zengin bir aileye gelin verilmesiyle başlar. Fakat II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Cemile’nin eşi savaşa gider ve ondan uzun süre haber alınamaz. Aytmatov pek çok eserinde olduğu gibi Cemile’de de savaşın kadınlar ve çocuklar üzerinde yarattığı yıkımı konu edinir. Kitap, yerel bir hikâye üzerinden işlediği evrensel temasıyla kısa sürede ses getirecektir. İnsanın trajik yaşamı Cemile ve eşi üzerinden anlatılırken dünya savaşlarının örselediği yüreklerde makes bulacak, Fransız Şair Louis Aragon Cemile için “dünyanın en güzel aşk hikâyesi” diyecektir.
Aytmatov’un hayatı eserleriyle kol kola yürür. O, savaş yıllarını iliklerine kadar hissetmiş, erkekleri ölen bir toplumun hayatta kalmak için nasıl bir mücadele verdiğini bizzat yaşamıştır. Onun hikâyelerinde tek sığınağı Kırgız kültürü ve bu kültürü nesilden nesle taşıyan Kırgız masallarıdır.
“Onun iki masalı vardı. Biri kendisinindi ve başka kimse bilmezdi. Ötekisini ise dedesi anlatmıştı ona. Sonra ikisi de yok olup gitti.” Beyaz Gemi bu satırlarla başlar. Masallar, efsaneler, mitler Aytmatov’un eserlerinde 20. yüzyılın insanı için âdeta bir sığınaktır. Zira sadece kalbinden ve zihninden değil, yaşamın içinde boy veren geleneklerinden dahi kutsal olanı ayrıştıran insan, içine düştüğü o derin boşluğa ancak ve ancak ninesinin, dedesinin dizinin dibinde dinlediği masallarda çare bulacaktır. Aytmatov, hikâyelerinde milletinin bedii hazinesi olan millî hafızaya hizmet etmeyi amaçlar. Atalarının inşa ettiği kültürü, o kültürün mirasçılarına aşılamaya gayret eder. Ait olduğu toplumun kültürel birikimini, maddi ve manevi değerlerini yazısıyla buluşturarak ölümsüzleştirmiş, insanın içindeki çürümeyi açıkça işaret ederek dünyanın ve özelde yaşadığı dönemin içine düştüğü kaotik boşluğu satırlarına taşımıştır.
Eserleri 150’yi aşkın dile çevrilen ünlü Kırgız yazar, böbrek yetmezliği sebebiyle tedavi altına alındığı Almanya’da 2008 yılında hayatını kaybetmiştir.