Makale

İSLAM TARİHİNİN YILDIZLARI: ÂLİMLER

İSLAM TARİHİNİN YILDIZLARI: ÂLİMLER

Tuğrul Okay

İslam dini, gelişinin ilk anından itibaren muhatap olduğu toplumda bir yandan batıl inançları ayrık otu gibi temizlemiş bir yandan da inşa ettiği ahlaklı, erdemli insan tipini ayakta tutacak kaynakları güvende tutmak için azami gayret göstermiştir. Kur’an’da okumanın ve bilmenin önemine yapılan vurgu, bu ilk muhataplarca karşılık bulmuş, öncelikle vahyin nüzulü esnasında onun kayda alınması ve korunması hususunda yüksek bir ihtimama sebep olmuştur. Hz. Peygamber’in çevresinde oluşan ilk ilim halkasına Ashabı Suffe denilmiştir. Suffe sözlükte “gölgelik” anlamına gelir. Mescid-i Nebevi’nin giriş bölümünde kalan bu kimseler, maddi durumu zayıf kişilerden ve ilim iştiyakı olanlardan oluşmaktaydı. Suffe hareketli bir okul gibiydi, evlenip ayrılanlar olduğu gibi kapısı yeni katılanlara da açıktı. Başka geçim kaynakları olmadığı için Hz. Peygamber buradakilerin iaşe ve ihtiyaçlarıyla bizzat ilgilenirdi. Daha sonra bu âlimler, İslam’ı öğrenmek isteyen bölgelere, kabilelere gönderilmişti. Ashabı Suffe’nin İslam ilim geleneğinde öncü bir rolü olduğu gibi İslam’ın ilk yıllarındaki hızlı yayılışında da payı büyüktür. Hz. Peygamber’in hayatında büyük bir üzüntüye neden olan Bir-i Maune katliamında şehit edilen yetmiş kadar kurra hafız da Suffe öğrencisiydi.

Ashabı Suffe, Hz. Peygamber’in mescidinde hayatın doğal akışı içinde teşekkül eden bir eğitim ve öğretim modeli olarak, sonraki nesiller için rehber uygulama niteliği taşır. Suffe ehlinin öncelikli işi İslam dininin vazettiği mesajları anlamak, Hz. Peygamber’e sormak, ezberlemek ve başka insanlara öğretmekti. Suffe deneyimi, İslam ilim geleneğinin çekirdeğini teşkil etmektedir.

Vahye muhatap ilk neslin dar-ı bekaya irtihalinin ardından sonraki yüzyıllarda Kur’an ve sünnetin ehemmiyeti artmış, mevcut hükümlerden hareketle yeni hükümler çıkarmak icap etmiş, bütün bunlar bazı ilimlerin ve usullerin doğmasına vesile olmuştur. İslam tarihinde sistematik bir şekilde öne çıkan hadis ilmini kelam, fıkıh, tefsir gibi yüzyıllar geçtikçe devasa müktesebata sahip olacak ekoller takip edecekti. İslami ilimlerin doğup geliştiği ilk yüzyıllarda “ilim yolunda seyahat” etmenin önemli bir fonksiyon icra ettiğini de unutmamak gerekir. İlim için yola çıkmak, seyahatler gerçekleştirmek bir gelenek olarak ilim taliplileri arasında yaygınlaşmış, bu yolculuklara da rihle denmiştir. Özellikle hadis ilminin gelişmesine rihlenin katkısı büyüktür. Fetihlerle genişleyen İslam coğrafyası, hadisleri bilen sahabilerin birbirinden uzak, muhtelif yerlerde yaşamalarına neden olmuş, bu da hadislerin derlenerek kayda geçirilmesiyle uğraşan ilim talebelerini bu yolculuklara mecbur bırakmıştır. Neredeyse hadis öğrenmenin bir parçası hâline gelen rihle, İslam düşüncesinin teşekkülünde kritik rol oynamıştır. Buhari, Farabi, İbn Hacer, Gazali gibi daha pek çok âlimin yaptığı seyahatler bunlardan sadece bazılarıdır. Mesela bugünkü Kazakistan sınırları içinde bulunan Otrar’da dünyaya gelen Farabi’yi Semerkant, Merv, Bağdat, Halep, Mısır’a seyahat ettiren; İran’ın Taberistan bölgesinde doğan Taberi’yi Rey, Küfe, Suriye, Kahire ve Dımaşk yollarına düşüren; Filistin’in Askalan şehrinde dünyaya gelen İbn Hacer Askalani’yi Kahire, Yemen, Diyarbakır yollarına revan eden; halifenin kadılık teklifini geri çevirerek kendini ilme vakfeden Süfyan es-Sevri’yi Buhara, Basra, Yemen ve Mekke istikametine yönelten hep bu sınır tanımayan ilim iştiyakıydı.

Fıkhın satır başı: Ebu Hanife

İslam hukukunun kurumsallaşmasında öncü isimlerdendir Ebu Hanife. “Büyük İmam” anlamında kullanılan “İmam-ı Azam” adıyla da bilinir. Ticaretle ilgilenen zengin bir ailenin çocuğu olarak 699 yılında Küfe’de doğdu. Hayatını ilme adamadan önce kumaş ticaretiyle uğraşmış, daha sonra ticari faaliyetlerini durdurmamakla beraber ortakları vasıtasıyla sürdürmüştür. Tarihçiler, bunu, öğrencilerine yaptığı maddi yardımlardan anlamaktadırlar. Zaten ticaret hayatının içinden gelmesi, İmam-ı Azam’ı fıkıh alanında güncel sorunlara pratik çözümler bulmak noktasında cesaretlendirecektir. Evvela akait ve cedel ilimlerini öğrenen ve dönemindeki bidatçı ve inkârcılarla münakaşalara giren Ebu Hanife, münakaşa ve münazaralarda ehlisünnetin savunuculuğunu yapmıştı. Kendisine gelen fıkhi sorular onu cedelden fıkha, sonra da İslam hukukuna yönlendirmiştir.

Döneminin ünlü âlimleriyle görüşüp onlardan istifade eden Ebu Hanife’nin asıl hocası, Hammad b. Ebu Süleyman’dır. Ebu Hanife yirmi bir yaşından itibaren on sekiz yıl boyunca, hocasının vefatına kadar derslerine devam etmiş, zamanla gözde öğrencilerinden biri olmuş, öyle ki hocası olmadığı zamanlarda diğer talebelere ders verecek duruma gelmişti.

Yaşamının elli iki yılı Emeviler, on sekiz yılı Abbasiler devrinde geçen Ebu Hanife, kendi döneminde yanlış verildiğini düşündüğü hükümlerle ilgili görüş beyan etmekten çekinmemiştir. Hayatı boyunca sayısız içtihada imza atan Ebu Hanife, kıyas metodunu sık kullanmasından ötürü, ehl-i rey ekolünün öncülerinden sayılmıştır. Öğrencileri de onun içtihat metodunu benimsemişlerdir. Verdiği bir fetvayla ilgili yeni bir bilgi öğrendiği zaman onu düzeltmekten de imtina etmemiş, ilme, hakikate ve İslam’a bağlılığını her şeyin, hatta ilmî itibarının bile üzerinde tutmuştur. Muhtelif kültüre sahip grupların yaşadığı Irak bölgesinde yetiştiği için Hicaz civarının egemen yaklaşımlarının dışına çıkmış, ortaya koyduğu farklı yorumlarla Arap dünyasının dışındaki Müslümanlar tarafından daha çok benimsenmiştir. Birikimi, zekâsı ve yüksek dinî hassasiyetiyle hadis ve rey arasında kurduğu dengeyle örfü, âdeti ve geleneği fıkha dâhil etmeyi başarmış, istihsan uygulamasının önünü açmıştır. 767 yılında vefat ettiğinde arkasında sadece yüzlerce seçkin talebe değil, akla ve kıyasa dayalı büyük bir ekol bırakmıştır.

İlmin vakarı: İmam-ı Buhari

Miladi 810 yılında Buhara’da doğan İmam-ı Buhari, küçük yaşlardan itibaren özellikle hadis alanında eğitim almaya başladı. On bir yaşındayken hocası Dâhilî’nin kimi rivayet hatalarını tespit edecek kadar ileri bir seviyeye erişti. İbnü’l-Mübârek ve Vekî‘ b. Cerrâh’ın kitaplarını tamamen ezberlemişti. Sık sık görüştüğü âlimler arasında Ahmet Bin Hanbel de vardır. Hicaz ve Humus’ta kaldı, Kufe’ye yaptığı seyahatler de hep hadis araştırması içindi. Kendi memleketinde ve ilim yolculuklarında karşılaşıp veya ziyaret ederek ders aldığı hocaların sayısının bin seksen olduğu, bu âlimlerin arasında muhaddis olmayan tek bir ismin bulunmadığı söylenir. Bir defasında onun bilgisini sınamak isteyenler yüz kadar hadisin senet metinlerini karıştırarak ona okumuş, Buhari ise hadisleri senetlerine varıncaya kadar tek tek düzeltmiş ve oradakilerin büyük hayranlığını kazanmıştı. Seyahatler, onu devasa bir kütüphane sahibi yapmıştı. Elinden geldiği ölçüde kitaplarını beraberinde taşımaya gayret eden Buhari’nin evinde neredeyse adım atacak yer yoktu. Kendisinden ilim öğrenmek isteyenlere cömertlikle mukabelede bulunan Buhari, hayatı boyunca siyaset ve devlet adamlarıyla arasındaki mesafeyi muhafaza etmiştir. Oğlu gibi sevdiği kâtibi Muhammed b. Ebu Hatim, hocasının ok atmayı çok sevdiğini, yıllar boyunca attığı oklardan sadece ikisinin hedefe ulaşmadığını söyler. Herhangi bir eser üzerinde önceden uzun uzun çalışır, ayrıntılı tasniflerde bulunur, titizlikle kaleme alır ve kimi zaman birkaç kez yazardı. Yaşamı boyunca kimi eserleri tekrar yazdığı, sonradan edindiği bilgilerle hataları düzelttiği bilinmektedir. İslam dünyasında Sahih-i Buhari adıyla bilinen eserini, 600 bin kadar hadis arasından seçmek suretiyle on altı yıl çalışarak meydana getirmiştir. Buhara valisi, ondan kendi çocuklarına özel ders vermesini isteyince bu talebi, ilmi herhangi bir zümreye tahsis edemeyeceği gerekçesiyle reddetti. Bunun üzerine vali, Buhari’nin “ehlisünnet düşmanı” olduğunu ilan etti. Buhari, Buhara’da yaşaması imkânsız hâle geldiği için şehirden ayrıldı. İşte bu sürgün sonucu Semerkant’a giderken Hartenk kasabasında vefat ettiğinde takvimler 1 Eylül 870 tarihini gösteriyordu.

Ahlak limanı: İmam Gazali

İmam Gazali, İslam düşüncesinde bir miladın adıdır. 1058 yılında Tus’ta dünyaya gelen Gazali, elli üç yıllık ömrüne yüzlerce eser, binlerce talebe sığdırmıştır. Her şeyden önce Gazali muhtelif düşünceler tarafından sarsılan İslam akaidini sağlam bir zemine oturtmuştur. Gazali, küçük yaşlardan itibaren emsalleri arasında temayüz eden zekâsıyla fark edilmişti. Fıkıh, hadis, akait, gramer alanlarında eğitim alan Gazali’yi en güzel nitelendiren isimlerden biri de çağdaşı Abdülgafir el-Farisi’dir. Farisi, “İslamın ve Müslümanların hücceti, din önderlerinin imamı, konuşma ifade kabiliyeti, mantık, zekâ ve tabiat itibariyle benzeri görülmemiş bir kişi.” olarak nitelendirir. Bir dönem Nizamülmük’ün himayesinde bulunması, önemli âlimlerle tanışmasına vesile olmuştur. Hem halkın anlayacağı türden dinî eserler yazmış hem de dönemin ileri düşünce örneği sayılabilecek kelam ve felsefe alanlarında da at koşturmuş, kimi zaman felsefecileri yermiş, ama bunu yaparken ilmi disiplinden asla vazgeçmemiştir. Bu yüzden muarızları tarafından dürüstlüğünün altı çizilmiştir. Aristo mantığına Gazali âdeta imza atmıştır. Geleneksel mantık kavramları yerine İslami ilimlerde kullanılan kavramları kullanması, ayrıca yeni ve orijinal terimler üretmesi, mantık ilmini geniş kesimlerin anlamasına vesile olmuştur. Kelamcılarla filozofların tartışması, Gazali öncesine dayanır. Temelde mesele akıl ve vahyin karşılaştırılması, sınırlarıdır. Gazali kendinden önceki kelamcıların yapmadığını yaparak, felsefi meseleleri enikonu araştırmış, peşin hükümle yargılamamış, analize tabi tutmuş ve cesaretle eleştirmiştir. Kendinden önceki âlimler, filozoflardan parçalar alıntılayarak aslında onları kastetmedikleri biçimde konuşturarak tenkide tabi tutarken Gazali, yaptığı her işte olduğu gibi felsefecileri eleştirinin de ahlaki gereksinimlerini ziyadesiyle vermiştir. İleri düzeyde felsefe bilgisine sahiptir Gazali. Bu gayretleri sırasında felsefenin temel yöntemlerinden olan mantık ve matematik gibi usulleri dinî düşüncenin içine sokmuştur. Onun temel eseri olan İhya, bir ahlak kitabıdır. Kendisi ilmi usullerde ve eleştiride ahlaka sımsıkı riayet ettiği gibi bütün Müslümanların bireysel yaşamlarında ahlak limanından ayrılmamaları gerektiğini savunmuştur. Gazali’de bireysel ve bilimsel ahlakın temeli Kur’an ve sünnettir. Kelamcı, fakih, mutasavvıftır. Felsefecilerle aşık atacak kadar filozoftur. Batı düşünce tarihini derinden etkilemiş, söz gelimi Leibniz, mümkün dünyalar nazariyesini neredeyse birebir Gazali’den almıştır. 1111 yılında vefat eden Gazali, ilmin ahlaktan hiçbir zaman ayrılmaması gerektiğini ortaya koyan büyük bir miras bırakmıştır.

Geleneğin hatibi: Fahreddin Razi

Büyük Selçuklu Devleti’nin başkenti Rey’de 1149 yılında dünyaya gelen Fahreddin Razi, ilk eğitimini babasından aldı. İbn Rüşd, İbn Arabi, Abdülkadir Geylani gibi isimlerle çağdaş olan Razi’nin daha yaşarken ün kazanmasında ilim için yaptığı seyahatlerin payı büyüktür. Cürcan, Tus, Harizm, Buhara, Gazne ve Hint bölgeleri bu amaçla ziyaret ettiği yerlerin başında gelir. Hafızası güçlü, hitabeti etkiliydi. Kelam, fıkıh, tefsir, felsefe, mantık, tıp ve matematik gibi alanlarda ciddi okumalar yapmış ve eserler kaleme almıştır. Farklı ilim dallarında ortaya koyduğu yeteneğinden ötürü kendisine “Allame” denilmiştir. Dili çok iyi kullanır, hitabetiyle dinleyenleri kendisine hayran bırakırdı. Bu sayede farklı çevrelerden insanları çevresinde toplamış, muhtelif fırkalara mensup insanın ehlisünnet çizgisine gelmesine vesile olmuştur. Mutezile ve Bâtıniye gibi gruplarla fikrî mücadelelerde bulundu. Hazırcevaplığıyla bilinirdi. Arap dili ve edebiyatı alanında da eserler vermiştir. Diğer ilimlerde de varlık göstermiştir ama asıl dinî ilimlerde ve özellikle tefsir ve kelam alanında otorite olmuştur. Tefsirde “dirayet” yöntemini esas almış ve sonraki müfessirlere kaynak
olmuştur.

En çok eser verdiği alan kelamdır. Çünkü ona göre kelam ilimlerin en şereflisidir. Kur’an’da peygamberlerle kâfirler arasında mücadele onun böyle düşünmesine sebep olmuştur. Analitik düşünce becerisine sahip olan Razi, felsefe ve tabiat bilimlerinde etkilendiği İbn Sina’yı, feyiz ve sudur teorisi gibi konularda eleştirmekten geri durmamıştır. İbn Haldun, mantık ilmini bir alet olmaktan çıkararak bağımsız bir bilim dalı hâline getiren ilk ismin Fahreddin Razi olduğunu söylemiştir. Razi, 1210 yılında vefat ettiğinde geriye “Razi ekolü” adıyla anılacak büyük bir külliyat bırakmıştır.

İslam tarihi âlimlerin tarihidir. Tarihin en karanlık dönemlerinde dahi onlar bir kandil gibi çevrelerini aydınlatırlar, gelecek nesillere bile ışık saçarlar. Müslümanlar çağlar boyunca, kentlerde olsun kırsal bölgelerde olsun dünya ve ahiret yaşamlarına ilişkin soruları için âlimlere, ulemaya, müftülere, hocalara başvurmuştur. Onlar da Allah Resulü’nün ilminin varisleri olarak yaşamlarını ilme, kitaba adamak suretiyle toplumda gördükleri saygının hakkını vermişlerdir. Âlimler dün olduğu gibi bugün de yarın da İslam coğrafyasını aydınlatmaya, Müslümanlara rehberlik etmeye, İslam dinini bidat ve hurafelerden arındırmaya devam edeceklerdir.