Makale

İLİM İLİM BİLMEKTİR

GÜNDEM

İLİM İLİM BİLMEKTİR

Selvigül Kandoğmuş ŞAHİN

“İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır”

Bilmek için bulmak için yollara revan olduğunda başlar her şey. Bulmak için çıktığın tüm yollar seni özgürlüğe, inanmanın eşsiz teslimiyetine, huzurun inanç duraklarındaki mutmain hâllerine taşıyacaktır. Bilmek, bulmak ve yaşamak için çıktığın tüm yollarda ve ilim yolculuğunda sen arayansın ey yolcu. Tüm yollar bilirsin, aradığın adrese seni taşıyacak. Seni dirilişe, umuda, teslimiyete taşıyarak her bir azanı ve dahi yüreğini özgür kılacak.

Hakikat yolculuğuna bilmek, bulmak ve yaşamak için çıkarsın. Kendine yürümen gerekir önce, kendini bilmen, kendi kuytularında bir bilinmezlik okyanusu gibi uzanan yüreğindeki derin ve geniş denizlere kulaç açman gerekir. “Kendimiz dışında nereye koştuysak, gurbette kaldık.” diyor ya Üstad Nurettin Topçu, önce kendine yürüyerek, kendini bilerek ve bularak yollara çıkman gerekir…

Yunus seslenir asırlar öncesinden, “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.” diyerek. Aslında bu mısralar her şeyin özeti gibidir… Kendinle, nefsinle, içinde deveran eden sancılarla, yüreğinin girdaplarında verdiğin nice savaşın sonunda çıktığın yollar vardır. Bilmek ve yaşamak istersin. Daha iyisini yaşamak, daha güzele ulaşmak istersin. Huzur kuşanmış zamanlar, sürur soluklu sabahlar, akşamlar, ikindiler istersin. Bilerek, öğrenerek bilginin yüceliğine ve tılsımına, muhteşem kuşatıcılığına sığınarak, yüklerinden yavaş yavaş kurtulmak istersin. Bilerek ulaşmak, bilerek yükselmek, bilerek bulmak, bilerek yürümek, bilerek huzura kavuşmak, bilerek mutmain olmak istersin. Oysa Enes’ten (r.a.) rivayet edildiğine göre Efendimiz, “Eğer sizler benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız.” buyurmuştur. Ve bunu duyan Resulüllah’ın ashabı gözyaşlarını tutamamışlar, hıçkıra hıçkıra ağlamışlardır. (Müslim, Salât 112.)

Bilmek için çıktığın mekânlarda azığını topladığın nice ilim meclislerine, nice ciltler dolusu kütüphanelere, karanlık ve aydınlık ekranlara yolun düşer. Bileceksin, bulacaksın, yaşayacaksın. Ama bir taraftan da yüklerin ve sorumlulukların artacaktır. Sen yakın olmak, sen kâmil olmak, sen erdemler kuşanmak ve mutmain olmak için bilmek istersin ey yolcu. Tüm yüklerin, tüm girdapların, tüm karabasanlarından kurtulmak, nefsinin azgın hâllerinden sıyrılmak, soysuz ve alçaltan tüm hâllerinden beri olmak, seni insan kılan, eksik kılan, esfel-i safilin ve ahsan-i takvim kılan hâllerinle bilmek, bulmak istersin…

Oysa seslenir yüce gönüllü Derviş Yunus, sanki bu gününü bilir gibi sanki tarumar olmuş dünyanı hisseder gibi… Sen ahir zaman ümmetinin bir ferdisindir artık. Yıkık dünyaların vardır, açılmaz kapıların, yanlışa çıkan umutların, tükenmiş zamanların, boşa geçmiş hayatların ve artık hiçbir işe yaramayan “ah”ların vardır ey yolcu. İşte tam da yaşadığın günleri, şu tarumar ve perişan hâlini hisseder gibi haykırır asırlar öncesinden Derviş Yunus:

“Erenler sohbetinde deste kızıl gül idim
Açıldım ele geldim soldum ise ne oldu
Âlimler ulemalar medresede buldular
Ben harabat içinde buldum ise ne oldu”

Kutlu Nebi, Mekke’nin kavuran sıcaklarında, kandan ve gözyaşından, bıçkın sancılardan sonra, ayakları kızgın çöllerde yanarken, yüreği yanarken hangi menzile yürümüştü? Yüreğini menzil bilip önce yüreğindeki Hira’sına, sonra da Nur Dağı’nın burçlarındaki o küçük o mağaraya sığınmıştı. Oysa önce kendine, kendi kuytusuna sığınmıştı. Bilmek için, bulmak için sığınmıştı. Önce içine, derununa bir yolculuk başlatmıştı. Yüreğine, içine doğru giden yolculuk başlamasa idi o yola çıkmasa idi o yola revan olmasa idi bulabilir miydi? Bilebilir miydi? Bilenlerden olmak için yola çıkman gerek ey yolcu. Sen kendini bilmez isen hiçbir yol seni menzile taşımayacak. Sen kendi kuytularındaki eksikleri, gedikleri, yaraları, günahı kuşanmış zamanları bilmez isen senin yolculukların bitmez.

Vahyin aydınlık ve dosdoğru yoluna çıkman için senin dosdoğru yolda, dimdik, doğru bir şekilde, istikamet üzere yürümen gerekir. Oysa ahir zamandasındır, zeminler kaygandır. Oysa çeldiriciler ne çoktur. Şeytanların türlü türlü, her köşe başında bin bir türlü renkte, ahenkte ve güzellikte en kuşatan ve ayartan hâlleri ile sana seslenirler. Senin yönün sırat-ı müstakim üzere olursa, yönünü şaşırmazsın. Ayakların sabitse, kaygan zeminlerde kaymazsın.

Vahiy pusulasını kaybetmiş insan, yönsüz, umutsuz, ümitsiz, profan zeminlerde ayakları kayarken kendi içine değil de kendinin dışındaki tüm yollara bir koşu başlatmıştır aslında… Oysa vahyi muhatap almış, kendini bilmeye yolcu olan, Rabbin arayan, hakikati bulmak için yollara çıkan, kavrulan çöl misali yüreklere abıhayat gibi akan Kur’an’a yönelen ve bu yolda çaba harcayan insan böyle midir?

Yürümen gerek ey yolcu, bilmek ve bulmak için yolda olman gerek. Ama nasıl bir yolda ve nasıl bir yürüyüşle? Allah’ın rıza ve rıdvanına doğru başlattığın yolculuğun istikamet üzere olmalı ki çölleşmiş gönlüne muştu gibi dökülen hayat rehberi Kur’an yolculuğun, bilmek ve bulmak için çıktığın yollarda seni hakikatin durağına taşısın.

Yollara bilmek, bulmak ve yaşamak için çıkan peygamberler vardı hani. Putları sağ eliyle ve büyük bir hışımla deviren İbrahim Peygamber hep arayandı. Hep bilmek için çıkmıştı yollara. Önce kendini aramıştı da sonra Rabbini bilmişti hani. Kendini bilen ve bulan, istikamet üzere yürüyen İbrahim Peygambere ateşler gül bahçesine dönmüştü… Bilmek için Firavun’un Sarayından çöllere atmıştı kendini Musa Peygamber. Ateşler yüreğini yakarken, kavururken nice sancılar mahzun benliğini yorarken arayışlar içinde öylece seslenmişti Rabbine! “…Rabbim! Bana göndereceğin her hayra muhtacım.”
(Kasas, 28/24.)

Vahyin durağında bilmenin ve bulmanın erdemli ve soylu yürüyüşüne çıkınca, okyanuslar yol olmuştu Musa Peygambere. Direniş ve dirilişle ümmetini arkasına alıp yola çıktığında, hakikatin sırlı ve aydınlık ufuklarına doğru istikamet üzere yürüdüğünde deryalar, denizler yol olmuştu… Gerçek hakikatin duraklarına yolcu olanlara, bilmek isteyenlere, bulmak isteyenlere böyle yollar açardı Rabbim.

Vahyin aydınlığına doğru yola çıkmıştı hani İsa Peygamber tüm masumluğu ve yalnızlığı ile… Rabbinden başka kimsesi yoktu sapkın kavim karşısında. Masum ve yalnız İsa Peygambere Rabbi “Ben Varım!” der gibi gök sofralarını açmıştı, parmaklarından şifa akıtmıştı tükenmiş insanlığa. O gerçekten bilmek ve bulmak isteyenlere böyle çareler gönderirdi.

İsmail Peygamber teslim olmuştu hani. Hiç sorgusuz sualsiz, hiç tereddüt etmeden. O hayırlı bir evlat olarak, tek başına ümmet olan ince yürekli, gözü yaşlı İbrahim Peygambere ne güzel oğul olmuştu da gönülden teslim hâlde, taşları ikiye ayıran keskin bıçağın altına sürmüştü boynunu. İşte o zaman bilmenin ve bulmanın künhüne eren genç İsmail’e Rabbi nasıl da muştu gibi hediyeler göndermişti.

Bilmek yudum yudum abıhayat gibi tüm yaşantına akmıyorsa, seni değiştirip dönüştürmüyorsa ne işe yarayacak hiç düşündün mü? Bilmek, bulmaktır hani. Bilince öğrenirsin, öğrenince için sızlar, eksiklerini görürsün, yüreğinin yıkıntılarındaki harap olmuş viraneleri onarmak istersin. Çölleşmiş, susuz kalmış, kurumuş, sevgisizlikten ve aşktan mahrum, bilgiden yoksun hâllerine nisan yağmurları gibi ilmin abıhayat ırmağı aksın istersin sonra.

Sen teslim olursan, sen yola revan olur, “Rabbim” dersen… “Bildim” demeden “Rabbim” dersen ve bildiklerinle amel edersen Rabbin sana bilmediklerini de öğretir. Bu sünnetullahtır. Bu tabiatın kanunudur. Kuşlar bilerek mi zikrederler, ağaçlar, otlar, börtü böcek bilerek ve isteyerek mi zikrederler hiç düşündün mü? “Bu kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir.” (Bakara, 2/2.)

Sen ibda, inşa, ihya ve istikamet için bilme yollarında olunca nasıl da sadra şifa ayetler kucak açar yürek iklimine. Kibirden, riyadan, ifsattan, imhadan, belirsizlikten, umutsuzluktan, güvensizlikten, yorgunluktan, tükenmişlikten beri olmak istersen ve gerçekten bilmek istersen ayetler sana seslenir: “Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, hiç, karanlıklar içinde kalmış, bir türlü ondan çıkamamaış kimsenin durumu gibi olur mu?” (Enam, 6/122.)

Şimdi ey yolcu dön ve kendine bak… Bildiklerinle amel ediyor musun? Gerçekten bilenlerden misin, bulanlardan mısın, arayanlardan mısın? Dön ve bak kendine. Amellerine, yaptıklarına, yapmadıklarına… Yaşadıklarına, yaşayamadıklarına, yürüdüğün tüm yollara ve yürüyemediğin tüm yollara tekrar tekrar dönüp bak. Bilmek, haddini bilmektir ey yolcu, vahyi bilmek, ameline içirmektir tüm bildiklerini.

“Okudum bildim deme
Çok taat kıldım deme
Eğer Hak bilmez isen
Abes yere gelmektir”

“Bilmek mi?” diye soruyorsun ey yolcu şimdi bana, “Bilmek evet, ama ne için bilmek?” diye sorsam ben sana… İlim yapmak ve bilmenin künhüne varmak mı istiyorsun? Katıldığın toplantılarda, seminerlerde bilgini ispat etmek ve daha kültürlü görünmek için mi bu çaban. Yoksa akademik kariyer için mi tüm bu çırpınışların… Yoksa ayetleri bir kadavra soğukluğuyla araştırman, irdelemen ve yüreği titremeyen bir doktor edasıyla bilginin soğuk yüzüne dokunmak mıdır yaptığın? Bilimsel mecralarda en iyi tezi sunmak mıdır maksadın? Kürsüde en yüksek senin sesin çıkacak, sen göze çarpacaksın ve herkesi susturacaksın, tüm çaban bunun için mi ey yolcu? Yoksa geçim kaynağı mı bu yüce Kitap senin için? Savunduğun tezler, yazdığın kitaplar, düştüğün dipnotlar hep bunun için mi, yokladın mı kalbini? Şimdi ey yolcu, dur ve düşün… Tüm yüklerinden kurtulmak için arınmış, sade, teslim ve inanmış sade bir kul gibi dur ve düşün. Bildim dersen, buldum dersen bil ki en gafil sensin. “İşittik ve itaat ettik.” tüm yollar bu seslenişe cevap için değil miydi? Yürüdüğün yolda, istikametin, amacın kendini bilmek ve bulmak için olsun. Sen derviş Yunus’un seslenişine uy “okudum”, “bildim” deme, hiç deme ne olur. Yaşa, sadece bildiklerini yaşa, unutma Rabbin sen bildiklerinle amel eder ve yaşarsan bilmediklerini de öğretir sana…

Ey Rabbimiz bizleri hakikate yürüyenlerden, bildikleriyle az da olsa amel eden salih kullarının arasına kat. Bizlere bilgi ve ilim karşısında İbrahim gibi bir duruş, Musa gibi bir seziş, Muhammedi bir yürüyüş ve diriliş nasip eyle… Zorbalara ve zorbalıklara, kebairlere karşı elinde sadece asası ve sığındığı ayetler olan Musa Peygamber gibi çağın zorbalıklarına karşı yüreklerimizi kavi eyle… Bizleri gerçek anlamda bilenlerden, ilim deryasına hak üzere yürüyenlerden, muttakiler gibi dosdoğru yola revan olanlardan ve gerçekten bildikleriyle amel edenlerden eyle Rabbim…