Makale

KENDİ GİBİ BİR TANRI

KENDİ GİBİ BİR TANRI

Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

Son zamanlarda şöyle sorularla karşılaşmaya başladık: “Acaba Allah nasıl düşünüyor? Ruh ve beyin olmadan bir varlığın düşünmesi mümkün müdür? Allah’ın ruhu ve beyni var mıdır?” Doğrusu bu sorular kafama takıldı. Bunlara nasıl cevap verilir?

İlginç bir soru. İlginç oldunğu kadar da zamane insanının ne yöne doğru evirildiğini göstermesi bakımından düşündürücü. Bir başka düşündürücü nokta ise insanın kendini ölçü kabul ederek Allah hakkında hüküm vermeye kalkışması. Kendi gibi bir Tanrı arayışı içinde olması.

Neden böyle bir kıyaslamaya gider insan?

İnsanın ilginç yönlerinden biri de görünmeyen varlıkları kendisi gibi düşünme arzu ve isteğidir. Bu sadece Allah için değil; görmediği melekleri, cinleri ve şeytanları da kendisi gibi düşünme ve hatta resimlerini yapma gibi bir yanılgıya yol açmaktadır. Çünkü hayalinde böyle kurgulamaktadır. Nitekim bir kısım insanlar, rüyalarında melekleri, cinleri ve şeytanları insan benzeri varlıklar olarak görmekte, gündüz hayallerini de buna göre kurmaktadır. Cin gördüğünü iddia eden kişilerin anlatımına bakıldığında gördükleri ayakları ters, üç gözlü veya kulakları biraz büyük insan benzeri varlıktır. Nitekim bilimkurgu filmlerindeki uzaylılar da tıpkı bu cinlerin hayal edilmesine benzer şekilde kurgulanmış görünmektedir. Dünyanın her yerinde insan aynı insan olduğuna göre düşünme ve hayal kurma özellikleri de kısmi farklılıklar dışında birbirine benzemektedir. Zaman içindeki ilişkilerle meydana gelen kültür aktarımlarıyla birlikte toplumlar ve bireyler oldukça birbirine yaklaşmıştır.

Bu anlayış yeni mi başladı yoksa eskiden de var mıydı?

Bu eskiden de vardı. Nitekim eski müşrik toplumlar tanrılarını insan suretinde düşünmüş olacaklar ki tıpkı insan gibi resimlerini ve heykellerini yapmışlar. Özellikle putperest toplumlardaki Tanrı’yı temsil eden heykellere bakıldığında hepsinin bir şekilde insana benzediği görülen bir gerçektir.

Bunlara karşı çıkan, bunların saçmalık olduğunu söyleyen çıkmamış mı?

Çıkmış tabii ki. Bütün peygamberler bu tür yanlış inançlarla mücadele etmişlerdir. Özellikle Hz. İbrahim’in mücadelesi dikkat çekicidir. Yüce Allah, Kur’an’ın birçok suresinde onun tevhit mücadelesinden bahseder. Söz gelimi kavminin taştan yapıp taptığı putlarını kırdığı zaman ona bunu neden yaptığını sormuşlar, o da “Şu sizin büyük put kırmış olamaz mı?” şeklindeki sorusuyla onları biraz düşündürtmüştür. Hatta putperestlere sorduğu “Kendisini dahi savunamayan, kimseye bir faydası olmayan putçuklara niçin tapıyorsunuz?” sorusu cevapsız kalmıştır. Ama buna rağmen girdikleri yanlış ve saçma inanç sarmalının içinden de bir türlü çıkamamışlardır.

Peki, tarihte koca koca filozoflardan bu saçma inanca bir açıklama veya eleştiri gelmemiş mi?

Maalesef çok az. Tarihte bildiğimiz Yunan filozoflarından Ksenofanes’in çok ilginç ve değerli bir açıklaması. Onun açıklaması bugünün insanına da cevap olacak nitelikte: “Ölümlüler zannediyor ki Tanrılar da kendileri gibi doğmuşlardır. Kendileri gibi giyinirler, yerler, içerler… Neticede kendilerine benzerler. Nitekim Habeşliler, Tanrılarını kendileri gibi siyah ve yassı burunlu, Trakyalılar ise sarışın ve mavi gözlü diye hayal ederler. Böyle olunca atların, aslanların da elleri olup resim yapabilselerdi, tanrılarını onlar da at veya aslan suretinde çizerlerdi. Oysa Tanrılar ne atlar gibi ne zenciler gibi ne de Yunan heykellerinde olduğu gibi insan suretindedir.”

Bugünün insanı aynı yanılgıya mı dönmüş oluyor?

Bir bakıma öyle. Nitekim bugünün insanı da sorulan soruda olduğu gibi Allah için ruh, akıl, beyin ve omurilik sistemi, ses teli gibi tamamen insana ait olgu ve özelliklerin olabileceğini hatta olması gerektiğini düşünüyor. Beklentisine ve düşüncesine tatminkâr cevap bulamadığında da doğrudan Allah’tan şüphe eden bir pozisyona geçiyor. Bu iddialarını da bilimin verileriyle ortaya koyduğunu düşünüyor kendince.

Bunun sebebi nedir? Neden insan böyle bir yanılgı girdabına girer?

Bu yanılgıyı üreten iki neden vardır: Birincisi, insanın kendisini merkeze alarak bir düşünce üretmesi. İkincisi ise bilim ile dinin ayrıştığı ve benzeştiği tarafları tam olarak kavrayamaması. İnsanın kendisini merkeze alması ve ona göre bir düşünce geliştirmesi insanoğlunu Ksenofanes’in sözlerinde geçtiği gibi sadece Tanrı konusundaki düşüncesinde değil, bitkiler ve hayvanlar konusundaki düşüncesinde de bir çıkmaza itmiştir. Söz gelimi hayvanlar sanki konuşuyorlarmış gibi yazılan fabl türü masal veya öğüt kitaplarındaki sahneler gerçekmiş veya gerçekleşme imkânı varmış gibi bir anlayışa gitmiştir. Buradan hareketle papağan gibi bazı hayvanları aşırı egzersizlerle insan gibi konuşmaya zorlama yoluna gitmişlerdir. Daha da ilginci, evlerinde hayvan besleyenler, onları insan gibi giydirme ve davranışa yönlendirme şeklinde zorlamalara başvurmaya başlamışlardır. Aslında bu yapılanlar, hayvanların tabiatlarına ters ve onlara eziyettir. Hayvan konusunda bile bu kadar insanbiçimci davranan bir insanın Allah konusunda nasıl bir düşünce oluşturacağı aşağı yukarı tahmin edilebilir.

İkinci neden, bilim ve dinin farkını kavrayamama. Din, insanın hayatını hem bu dünya hem de görünmeyen öte dünya bakımından düzenleyen bir sistemin adıdır. Dolayısıyla din gayb adı verilen görünmeyen bir alan öngörür. Bu görünmeyen alanın bilimin yöntemleri olan deney ve gözlemle tespiti ve kanıtlanması söz konusu değildir. Bilim ancak deney ve gözlem sonucu elde edilen açık ve görülebilir bulgularla bir sonuca gider ve açıklamada bulunur. Hâlbuki insanın deney ve gözlem dışında kalan o kadar çok yönü vardır ki bunlara bilimin cevap vermesi imkânsızdır. Sevgi, saygı, içtenlik, gösteriş gibi tamamen insani ve kişiye özel hususların varlığına ve derecesine bilimin objektif bir açıklama getirmesi ne kadar mümkündür? İki insan arasındaki ilişkinin samimi olup olmadığını bilim tespit edebilir mi? Dolayısıyla inançlar konusu da aynı şekilde deney ve gözlemin dışında olup kendi kulvarında ispat yöntemleriyle ancak varlığı ifade ve izah edilebilir.

Peki, çözüm olarak öneriniz nedir?

Şu noktayı zamane insanının bilmesi lazım: Allah’ın hiçbir şekilde insana benzerliği söz konusu değildir. İnsana ait beyin, sinir sistemi, akıl, ses teli gibi hususların Allah’ta da olacağını düşünmek ciddi bir yanılgıdır. Çünkü bunlar insanın düşünme, yaşama ve konuşması için ihtiyaç duyduğu organlardır. Allah’ın bu gibi organ ve gereçlere ihtiyacı yoktur. Böyle düşünmek Tanrı’nın insana benzetilme düşüncesinin formülleştiği insanbiçimcilik anlamına gelir. Hiçbir ilahî din Allah’ın insana benzetilmesini kabul etmez. Bunun ötesinde İslam dini melek, cin ve şeytan gibi görünmeyen varlıkların da insana benzetilmesini doğru bulmaz. Ancak Kur’an’da geçtiği gibi bazı melekler insan suretinde peygamberlere gelerek onlarla görüşmüşlerdir. Bunlar mucize kabilinden olaylardır. Zaten onların insan gibi görünen şekillerinin, gerçek şekilleri olmadığını Hz. Peygamber bildirmiştir. Son olarak şunu söylemek mümkün: Bilgimiz olmayan konularda konuşurken son derece ihtiyatlı olmakta fayda var. Görünmeyen âlem ve varlıklarla ilgili bilgiler ya Kur’an ya da Peygamber Efendimizin sözleriyle bize ulaşır. Bu bilgilerin dışında bizim bir şey söyleme şansınız yoktur. Her şeyi bilmek ve her sorunun net ve açık cevabının olacağını düşünmek çok büyük bir iddia olur. Bugüne kadar bu iddiasını gerçekleştirmiş bir insan da görülmüş değildir. Her sorunun cevabını bilseydik, hiç bir sorun yaşamazdık. Hâlbuki her an sorunlarla yüzyüzeyiz, çünkü biz insanlar zaman ve mekân gibi iki sınırlayıcı gerçekliğin içindeyiz. Ne zamanı aşabiliyoruz ne de mekândan kurtulabiliyoruz. Buna karşın Allah için ne zaman ne de mekân söz konudur. İşte Allah ile insan arasındaki temel fark budur. Bu farkı anlayan, benzerlik kurmanın anlamsızlığını kavramış olur.