Makale

HELAL GIDA VE MANEVİYAT

HELAL GIDA VE MANEVİYAT

Dr. Yunus KELEŞ
DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

İslam’ın gözettiği külli maslahatların emniyeti açısından helal gıda birincil önceliğe sahiptir. Dinî bir kavram olan helal, dinin korunması bakımından zaten tartışmaya gerek olmayan bir öneme sahiptir. Canın korunması açısından sağlık ve temizliğin de önemi ortadadır. Aklın korunması hususunda akla zarar veren maddelerin en kolay yol bulacağı alan yine gıdadır. Malın korunması bakımından da helal gıdanın bir başka boyutu olan helal ticaretin hayatiliği malumdur. Bu bakımdan “can boğazdan gelir” vecizesine nazire kabilinden; “Maneviyat, helal gıda ile beslenir.” demek abartı olmaz herhâlde.
Helal gıda meselesinin iki boyutu vardır. Birincisi; gıdaların içeriğinde haram maddelerin olup olmaması konusu diğeri ise kazancın dinin ilkelerine uygun helal kazanç olup olmaması konusudur. Gıdaların içeriği konusunda helal standartları, belgelendirme/sertifikasyon ve akreditasyon sistemi dünya genelinde her geçen gün ağırlığını hissettirmeye başlamıştır. Bu konu başlı başına ayrı bir yazı konusu olduğu için ayrıntıya girmeden şunu söyleyebiliriz ki gıda işi, gıdayı tekele almayı petrolü tekele almaktan daha önemli gören tekelci güdümlü küresel şirketlere bırakılamayacak kadar önemli bir konudur. Gıdayı tekele almak hevesinde olan bu şirketlerin hileleri artık dünyaya ifşa olmuş durumdadır. Tüm dünyayı esir almanın, köleleştirmenin ve sömürmenin en etkili ve kestirme yolu gıdaya, dolayısıyla boğaz ve mideye kanca atmaktan geçer. Böyle bir tuzağa insanları düşürdükten sonra taktiklerin, diplomasilerin, enerji yollarına sahip olmanın artık çok önemi kalmaz. Zira artık hayatın vazgeçilmezlerinde size bağlanan ve dilenen bir insan bütün özgürlüğünü, şahsiyetini kaybetmiştir. Onu istediğiniz işlere yönlendirmede ne silaha ne diplomasiye ne taktiğe ihtiyaç kalır. Bu nedenle gizli ajandaları olan ve insanlığın ortak düşmanı bu tür şirketlere karşı insanlığın topyekûn karşı çıkıp tedbir alması vicdan sahibi her insanın en başta gelen insanlık görevidir. Bu itibarla gıda işindeki tüm standartlaştırma ve arge çalışmaları bağımsız, tabii, sağlıklı ve fıtri olanı elde etme ve tekelleşmeyi önleme hedefine yönelmelidir. Bu tür şer odaklarının temel argümanı ve felsefesi, bu kadar nüfusa dünya kaynaklarının yetmeyeceği yalanıdır. Allah-u Teâlâ’ya su-i zan ve noksanlık izafe etmekten çekinmeyen bir küstahlığın ve ukalalığın yansıması olan bu vehim, şeytanın en etkili tuzaklarındandır. (Bakara, 2/268.) “Ya aç kalırsan!”, “Ya yetmez ölürsen.”, “ Bu yüzden alabildiğine biriktir, paylaşma, çıkarını düşün!” vesveselerini destekleyen sözde bilimsel açıklamalar da şeytanlıkta şeytanı kıskandırmaya devam etmektedir. Allah-u Teâlâ, elbette yarattığını bilir, rızıkları takdir eder, mevcut ya da potansiyel gıdaların halk ettiği boğazlara yeteceğini de garanti eder. Ama “Niye açlık var, sefalet var, açlıktan ölümler var?” şeklindeki felsefi soruların hemen beyinlere hücum ettiğini duyar gibi olduğumuz için şunu hemen belirtelim ki tok olduğu hâlde yiyen, ihtiyacı olmadığı hâlde biriktiren, fazlasını paylaşmayan, yediği yanında yemediği arkasında olduğu hâlde durmadan israf edenlerin zulmü olmasa değil bu kadar nüfus, bunun onlarca katı olsa kimse aç kalmaz. İktisatçılar, dünyada her zaman artan nüfustan daha fazla gıdanın olageldiğini tespit etmişlerdir. Demek ki açlık ve sefaletin temel sebebi gıda yetersizliği değil, Allah’ın istediği hakkaniyet, adalet ve merhametin yerine getirilmemesidir.
Kur’an’da, ekini ve nesli mahvetmeye çalışanlarla ilgili önemli bir vurgulama vardır. (Bakara, 2/205.) Dünya gıda sektöründe kapitalist etkinliğinin önde olması ciddi bir sorgulamayı gerektirmektedir. Çağımızda silahlı işgallerden daha çok kültürel, siyasi ve ekonomik işgaller öne çıkmıştır. “Bırakınız yapsın, bırakınız geçsin!” felsefesiyle daha çok kazanmak için israf ekonomisi ve aşırı tüketim pazarı üzerine kurulu bu düzen, maneviyatsız, merhametsiz ve kanaatsiz tipler yetiştiren bir sömürü çarkı kurmuştur. İnsanları ve toplumları dünya ve ahiret hayatında bahtiyar kılmayı öngören ilahi dinler ve ilahi mesajlar, meşru ve helal yollardan rızık temin etmeyi ve biyolojik hayatın belirli kıstaslar içinde idame ettirilmesini öngörmüştür. Son din İslam temel kaynakları olan Kur’an-ı Kerim’de ve sünnette bu konularla ilgili geniş ilkeler ortaya koymuştur.
Helal gıdanın ikinci boyutu olan helal kazanç da günümüzde en ciddi sorunlardan biri hâline gelmiştir. Faizin, karaborsanın, türev ve sanal işlemlerin, yaygınlaşan e-kumar alanlarının, ürünlerdeki hile, aldatma, sahtecilik ve düzenbazlıkların, kanaatsizlik ve hodkâmlıkların zirve yaptığı bu çağda helal kazanç gerçekten garipleşmiştir. Haramla beslenen bedenler ve ruhlar, fıtrattan hızla uzaklaşmaya, gaddarlaşmaya, tahammülsüzlüğe, azgınlık ve fuhşiyata savrulmaya başlamıştır. Allah’a kulluktan ve itaatten soğuma ve yüz çevirmenin en mühim sebebinin kazançların meşruiyetindeki sorunlar olduğu aşikârdır. Müslüman bir toplumun her alanda yeniden dirilişi ancak hududullaha riayet ve kendi öz değerlerine sahip çıkmasıyla mümkündür. Günahkârların maddi refah ve imkân içinde olması sakın bizi aldatmasın! Onlar ahiretten nasipleri olmadığı için bu imkânlarla oyalanıyorlar. Onlar dünya hayatında faydalanıyor, nimetlerden azami istifade edip gidiyorlar, ama ahiretten nasiplerini tüketiyorlar. (Ahkaf, 46/20.) Ahiret emeli olanlar ise bunun bedelini ödemekle yükümlüdürler. Bu nedenle eğer gereğini yapmazlarsa ahiretteki sorumluluk bir yana dünyada da zillet ve sefaletle tehdit altındadırlar. Bu durumda düşmanlar onlara galebe çalar, ne dünyaya ne de ahirete yaranabilirler. Tarih bunun ibretlik sahneleriyle doludur. Ama salih olursak ahirette cennete nail olma müjdesi vardır. (Araf, 7/42.)
Günümüzde terbiye edilmemiş nefislerle zirve yapmasından dolayı, ne pahasına olursa olsun kazanma ve tüketme hırsı, dünyanın çehresini kirletip ifsat ettiği gibi insanın manevi şahsiyetini de ifsada sürükleyip insanlık değerlerini tahrip eder hâle gelmiştir. İbn Hacer el-Heytemî, Fetâva’sında kazancının çoğu haram olanların hediyesi ve muamelesiyle ilgili beyanatta bulunurken araştırmalarının sonucunda bazı beldelerde salih ve muttakilerin çok olup bazılarında az olduğunu görmüş, bunun sebebinin helal kazançla alakalı olduğunu tespit ettiklerini belirtmiştir. (İbn Hacer el-Heytemî, Fetâva’l-Fıkhîyyetu’l-Kübrâ, Dâru’l-Fikr, Beyrut tz.III, 371, 372.)
Yüce Allah (c.c) kâinatı insanın emrine amade kılmış, yeryüzündeki her şeyi insan için yaratmış ve insanı da yeryüzünün halifesi kılarak eşya ve hadiseler üzerinde ona tasarruf yetkisi vermiştir. Bu açıdan haram olduğuna dair açık bir nas bulunmayan bütün nimetler insan için helaldir ve bu helaller haramlara muhtaç bırakmayacak ölçüde insanın ihtiyacını karşılamaya kâfidir. Zira Allah hiçbir şeyi haram kılmamıştır ki onun yerine başka bir helal koymamış olsun. Helal ve haramlar ancak vahiyle bilinebileceğinden bunların tespitinde rey ve içtihadın yeri yoktur. Bu açıdan selef uleması hakkında kesin bir nas bulunmayan konulara haram demekten kaçınmış, bunun yerine, “mekruh”, “hoş görmem”, “sevimsiz” gibi ifadeler kullanmışlardır. Her ne kadar haram ve helal kullar için önemli birer imtihan vesilesi olsa da Yüce Allah, kullarına meşakkat vermek, onları bazı nimetlerden mahrum bırakmak, onları cezalandırmak veya bazı yiyeceklere kutsallık atfetmek gibi bir kısım sebeplerden dolayı bazı gıdaları haram kılma yoluna gitmemiş, bilakis vazettiği her hükümde olduğu gibi gıdalara ilişkin hükümlerde de kullarının dünyevi ve uhrevi maslahatlarını gözetmiştir. (Yüksel Çayıroğlu, “İslam Hukuku’na Göre Helal Gıda Sorunu”, Marmara Ün. SBE (Doktora Tezi), İstanbul 2013, s. 55-56.)
Müslüman bir kimsenin yiyip içtiği gıdalarla, onun akidesi arasında da güçlü bir irtibat bulunmaktadır. Haramlar, Müslümanları diğer dinlerin mensuplarından farklı kılmakta ve Müslümanlarda dinî bir kimlik oluşturmaktadır. (Çayıroğlu, Helal Gıda Sorunu, s. 57.) Birçok ayet-i kerimede insanın helal ve temiz rızıklardan yemesi emredilmiştir.
“Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helal ve temiz olanlarından yiyin! Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır. (Bakara, 2/168.)
“Ey iman edenler! Eğer siz ancak Allah’a kulluk ediyorsanız size verdiğimiz rızıkların iyi ve temizinden yiyin ve Allah’a şükredin. (Bakara, 2/172.)
Dinlerini yaşamak için bir mağaraya çekilen Ashab-ı Kehf, 300 küsür yıl orada kaldıktan sonra uyanırlar. Daha sonra içlerinden birisini kendilerine “Şimdi siz birinizi şu gümüş para ile kente gönderin de baksın (şehir halkından) hangisinin yiyeceği daha temiz ve lezzetli ise ondan size rızık getirsin.” (Kehf 18/19.) diyerek yiyecek getirmesi için şehre gönderirler. Buna göre onlar, şehre gönderecekleri kimseden kendilerine getirecekleri rızkın “ezkâ” olmasını istemektedirler. Müfessirler, bu kelimeye tefsir sadedinde, “daha tayyib”, “daha kaliteli”, “daha tatlı”, “daha ucuz”, “daha lezzetli”, “daha çok” gibi manalar vermenin yanında bir de “daha helal” manasını zikretmişlerdir. (Çayıroğlu, Helal Gıda Sorunu, s. 90.)
Hadis-i şeriflerde de helal gıdanın araştırılıp elde edilmesinin farz olduğu ifade edilmiştir. Konuyla ilgili Resûl-i Ekrem’den (s.a.s.) şöyle bir rivayet gelmiştir: “Helal talebi, farzlar üstü bir farzdır.” (et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, thk. Hamdi b.Abdilmecid es-Selefî, Mektebetü’l-ulûm ve’-hikem, 1983, X, 74 (9993).) Ayrıca Nebiyy-i Ekrem (s.a.s.) bir dualarında da: “Allahım, helal nimetlerinle benim gözümü, gönlümü öyle doyur ki harama dönüp bakmayayım.” (Tirmizi, “Deavât”, 111.) buyurmak suretiyle duanın yanında ümmetine helal daireyle iktifa etmenin önemini de talim buyurmuştur.
Hz. Peygamber, Buharî’de geçen bir başka hadis-i şerifte ise “Öyle devir gelecek ki insanoğlu, aldığı şeyin helalden mi haramdan mı olduğuna hiç aldırmayacak.” (Buhari, “Büyu”, 7.) buyurmak suretiyle insanların helal ve harama dikkat etmeden bir hayat yaşamalarını ahir zaman fitnelerinden birisi olarak göstermiştir. Bir yerde Allah Resulü (s.a.s.) haram giren bir midenin akıbetini şu ifadeleriyle beyan etmiştir: “İnsanın ilk (çürüyüp) kokacak olan yeri karnıdır. Öyleyse, bir insan gücü yettiğince karnına temiz olmayan şeyleri sokmamaya çalışsın!” (Buhari, “Ahkâm”, 9.) İşte konuyla ilgili âyet ve hadislerden yola çıkan fukaha da helal talebinin farz-ı ayn olduğuna hükmetmişlerdir. (Çayıroğlu, Helal Gıda Sorunu, s. 92.) Şah Veliyyullah ed-Dihlevî de “Bedenin ve ahlakın değişiminde en güçlü sebep yiyeceklerdir.” (Şah Veliyyullah ed-Dihlevi, Huccetullahi’l-Baliğa, Beyrut 2005, II, 278.) diyerek bu hususun önemine dikkat çekmiş, İbn Haldun da Mukaddime’sinde verdiği çarpıcı misallerle, beslenmenin, insan ahlâkı, insan karakteri ve insan davranışları üzerindeki tesirlerini etkili bir şekilde dile getirmiştir. (İbn Haldun, Mukaddime, Beyrut 2005, I, 102-103.) Müminun suresinde geçen bir ayet-i kerimeden, helal ve temiz gıda yemekle salih amel işlemek arasında ciddi bir irtibatın olduğu anlaşılmaktadır. “Ey peygamberler! Temiz şeylerden yiyiniz ve iyi ameller işleyiniz! Doğrusu ben, sizin yaptığınız şeyleri tamamen bilirim.” (Müminun, 23/51.) Buradan anlaşılıyor ki haramlarla beslenen bir insanın amellerinin de salih olabilmesi zordur. Zira Yüce Allah pek çok ayet-i kerimede, ihsan ettiği rızıklardan, helal ve hoş gıdalardan yemeyi emrettikten hemen sonra, şeytanın peşinden gitmememizi, (Bakara, 2/168; Enam, 6/142.) kendisine iman ettiğimiz Allah’tan sakınarak takva dairesi içinde hareket etmemizi, (Maide, 5/88; Enfal, 8/69.) şayet sadece Allah’a ibadet ediyorsak O’na şükretmemiz gerektiğini (Bakara, 2/172; Nahl, 16/114.) ve yeryüzünde fesat çıkarmak suretiyle taşkınlık yapılmamasını (Bakara, 2/60; Taha, 20/81.) emretmesi ve aynı zamanda kendisine iman etmeyi ve ubudiyette bulunmayı hatırlatması (Maide, 5/88; Enam, 6/118; Nahl, 16/114.) gibi hususlar, helal gıdalarla beslenmenin ne kadar ehemmiyetli olduğunu göstermesinin yanında, bu sınırın ihlal edilmesinin de insanları fesat, tuğyan, nankörlük ve taşkınlığa sürükleyebileceğine işaret etmektedir. Bu meyanda Abdullah b. Abbas, Cenab-ı Hakk’ın midesinde haram bulunan bir kimsenin namazını kabul etmeyeceğini, İbrahim b. Ethem, yüce makamlara ermenin, mideye gireni kontrol etmekle mümkün olacağını, Fudayl b. İyaz, midesine girenleri bilen kimseyi Allah’ın sıddıklardan yazacağını söylemişlerdir. Bu söz ve tavırlarından anlaşılan o ki haram ve şüpheli şeyleri terk etmek, güzel ahlâka sahip olmada, takvaya ulaşmada ve kurbeti yakalamada ve basiret ve feraset ehli olmada en başta gelen şartlardandır. (Çayıroğlu, Helal Gıda Sorunu, s. 94-95.)
Haram mal edinmeye sevk eden kazanç ve sebepler, Allah Teâlâ’nın razı olmadığı fiiller cümlesinden olduğu için titiz ve hassas olunması gereken bir husustur. Helal ve temiz kazanç yolları için fiilî ve kavlî duaya devam ederek, Allah’ın kendisinden sakınanlara mutlaka bir çıkış yolu, alternatif temiz kazanç yolları açacağına inanarak arınma yolunu tercih etmelidir.