Makale

HELAL HAYAT HASSASİYETİ

HELAL HAYAT HASSASİYETİ

Prof. Dr. Şahin GÜVEN
Kayseri İl Müftüsü

Kur’an-ı Kerim’de “Hay” [diri] ve “Muhyî”[dirilten, can veren] şeklinde zikredilen isimleriyle Allah Teâlâ “hayat”ın bizzat sebebidir. Yine insanlardan hangilerinin güzel ameller işleyeceğini sınamak için ölümü ve hayatı yaratan da O’dur. (Mülk, 67/2.) Buna göre insanoğlu açısından dünya hayatı kısa, geçici ve oyalayıcı olup esasen bir imtihan sürecinden ibarettir (Bakara, 2/85; Al-i İmran 3/14; Nisa 4/74; Enam, 6/32.) Bitmez tükenmez gerçek hayat ise sadece ahiret hayatıdır. (Ankebut, 29/64.)
Belirli bir süre zarfında bu dünya hayatını yaşaması için yaratılan insanoğlu, hem kendisinin başıboş bırakılacağını ve kendisine hesap sorulmayacağını zannetmemeli (Kıyame, 75/36.) hem de “iman ettik” sözünde kimin samimi kimin de samimiyetsiz ve yalancı olduğunun ortaya çıkması için bir imtihan sürecinden geçmekte olduğunun farkında olmalıdır. (Ankebut, 29/2.) İmtihanın olduğu yerde de doğal olarak, yapılması ve yapılmaması gerekenlerin, emir ve yasakların, iyi (tayyibât) olanla kötülerin (habâis) bulunması bir zorunluluktur. Dinî terminolojide biz bunlara genel olarak helaller ve haramlar diyoruz. İşte dinin özünü oluşturan bu helal ve haramlar, insanoğlunun ebedî saadetini temin için bizzat yaratıcımız olan Allah (c.c.) tarafından konmuş emir ve yasaklar bütünüdür.
Sözlükte “mübah, caiz ve serbest olmak” gibi anlamlara gelen helal, dinî literatürde mükellefin yapıp yapmamakta serbest bırakıldığı davranışları ifade eder. Nitekim Seyyid Şerif el-Cürcânî helalin tanımını şöyle yapmıştır: “İşlenmesi sebebiyle hakkında ceza verilmeyen şey.” (Bkz: el-Cürcânî, Târîfât, Beyrut 1983, s. 92.) Dolayısıyla Cürcânî’nin bu tarifi ile İmam Mâlik ve İmam Şafii’ye nispet edilen, “Haram kılındığına dair delil bulunmayan şey.” biçimindeki helal tarifleri birbirleriyle paralellik arz etmektedir. (Ferhat Koca, “Helâl”, DİA, 17/175.)
Helalin zıddı haramdır. Haram ise, “Yasaklanan ve helal olmayan şey.” demektir. Bir fıkıh terimi olarak da haram, mükelleften yapılmaması kesin ve bağlayıcı olarak istenen fiili ifade eder. (Ferhat Koca, “Haram”, DİA, 16/100.)
Helal dairesinde bir yaşam sürmek
Helal ve haram, Allah’ın kulları için koyduğu ve asla aşılmamasını emrettiği sınırın adıdır. Çünkü İslam’da helal ve haramı belirlemek Allah’a ve O’nun izniyle de Hz. Peygamber’e aittir. (Araf, 7/157.) Dolayısıyla insanların kendi arzularına göre bir şeye helal veya haram demeleri şiddetle yasaklanmış (Enam, 6/138-140.) ve bunun Allah’a karşı apaçık bir yalan ve iftira olduğu şu şekilde ifade edilmiştir: “Dillerinizin yalan yere nitelendirmesinden ötürü, ‘şu helaldir, bu da haramdır’ demeyin, sonra Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah’a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.” (Nahl, 16/116.)
Diğer taraftan Kur’an’da, Allah’a ve O’nun elçisine karşı gelen, Allah’ın belirlediği emir-yasak sınırlarını çiğneyen kimselerin, içinde temelli kalacakları cehennem azabına duçar olacakları da kesin bir dille ifade edilmiştir. (Nisa, 4/14.) Çünkü Allah’ın helal kıldığına haram, haram kıldığına da helal demek, Allah’ın koyduğu hükümleri inkâr etmek, dolayısıyla kendilerinde helal haram sınırını belirleme hakkı görerek O’na şirk koşmak anlamına gelmektedir. (Hadislerle İslam, DİB, 5/87.)
Helal hayatın sınırları oldukça geniştir. Haram ve yasak olanlar ise oldukça az ve sınırlı sayıdadır. Çünkü “eşyada aslolan ibâhadır” hükmü gereğince bir şey kesin olarak haram ve yasaklanmış değilse o helal, caiz ve mübah sınırlarına dâhildir. Helalin en dıştaki dairesini mubahın oluşturduğu dikkate alındığında, fakihlere göre bir fiilin helal, caiz ve serbest kılındığı şu üç yolla bilinir:
a) Bir hususu dinen helal olduğunu bilmenin yolu, Kur’an ve sünnette o şeyin helal kılındığının açıkça bildirilmesidir. Nitekim Kur’an’da alışveriş ve ticaretin helal kılındığı bilgisinin verilmesi gibi (Bakara, 2/275.)
b) Kur’an ve sünnette çok defa belli bir yanlış anlayışı ve kaygıyı gidermek için bir şeyin helal olduğu, yapılmasında bir günah ve sakıncanın bulunmadığı bildirilir. Bu da bir hususun dinen helal olduğunu bilmenin ikinci yoludur. Nitekim Bakara suresinde haram kılınan yiyecekler sayıldıktan sonra zaruret hâlinde bunlardan zarureti giderece k ölçüde yenmesinin günah olmadığının bildirilmesi gibi (Bakara, 2/173.)
c) Son olarak bir şeyin dinen helal olması, hakkında herhangi bir yasağın, aksine bir delilin bulunmamasıyla da anlaşılır. Çünkü eşyada aslolan ibâhadır. (Ferhat Koca, DİA, “Helâl” 17/177.)
Helal-haram sınırına riayet etmek
Allah Teâlâ insanoğlunun dünya hayatında yaşadığı her alanla ilgili sınırlar çizmiş ve yasaklar koymuştur. Bu sınırlar (hudûdullah), inançtan ibadete, ticari hayattan aile ve toplumsal hayata, hatta yiyecek ve içeceklere varıncaya kadar her alanı kapsamaktadır.
İslam tarihinde “süte su karıştırmayan kız” olarak bilinen ve Halife Ömer b. Abdülaziz’in annesi ile ilgili olarak Hz. Ömer’in başından geçen şu ilginç hadiseyi çoğumuz bilmektedir: Hz. Ömer bir gün halkın kendisi ve yönetimi hakkında neler düşündüğünü öğrenmek için tebdili kıyafetle gezmekte iken, sattığı süte su karıştıran bir anne ile kızı arasındaki konuşmaya kulak misafiri olur. Konuşmada kızın, annesine halifenin süte su karıştırmama emrinin olduğunu söylemesine rağmen annesi bu emri dinlemeyip kendi fikrinde ısrar ederek şöyle der: "Kızım! Bizim burada süte su koyduğumuzu Halife Ömer nereden görecek ve nasıl bilecek?"
Ancak helal-haram duyarlılığına sahip bu kız, alışverişte hile yapmanın ve müşteriyi aldatmanın Allah’ın haram kıldığı fiil ve davranışlardan birisi olduğu bilinciyle hareket ederek herkesin kulağına küpe olması gereken şu sözü söyler: "Anneciğim! Gece karanlığında bizim süte su katmamızı Halife Ömer görmüyorsa bile, Allah görüyor ya!"
İşte bu sözleri gece karanlığında işiten Hz. Ömer ertesi gün kızın bu fikirde ısrar edip etmediğini öğrenebilmek için bir memurunu göndererek onlardan süt satın aldırır ve sonuçta sütün içine suyun karıştırılmadığını görür. Bunun üzerine Hz. Ömer, kızı ve annesini çağırtır ve geçmişte aralarında yaptıkları konuşmayı işittiğini söyler. Hz. Ömer kızı ödüllendirmek için ona kendi oğlu Asım ile evlenmeyi kabul etmesini istediğini bildirir. Kız bu teklifi kabul eder ve bu evlilikten çiftin Leyla adında bir kızları olur. İşte Hz. Ömer’in torunu olan Leyla, Halife Ömer b. Abdülaziz’in annesidir. (Ebu’l-Ferec Abdurrahman İbnü’l-Cevzî, Sîretü ve Menâkıbu Ömer bin Abdülaziz: Halîfeti’z-Zâhid, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1984, s. 41.)
Dolayısıyla gönülden iman etmiş olan mümin kimseye düşen görev, sınırlarını bizzat Allah Teâlâ’nın belirlediği helaller dairesinde bir hayat yaşaması, haramlardan da uzak durmasıdır. Nitekim Allah Teâlâ iman eden kullarına şöyle hitap etmektedir: “Ey Müminler! Size rızık olarak verdiğimiz temiz/helal olan şeylerden yiyin. Mademki yalnızca Allah’a kulluk ediyorsunuz, öyleyse (size verdiği bunca nimete karşı) şükredin.” (Bakara, 2/172.) Varlık âleminin Rabbi olan Allah (c.c.) bütün insanlara da şu şekilde bir uyarıda bulunmaktadır: “Ey insanlar! Yeryüzündeki temiz, helal nimetlerden faydalanın. Ama sakın (haram işleyerek) şeytanın izinden gitmeyin. Zira şeytan sizin için amansız bir düşmandır.” (Bakara, 2/168.)
Helal ve haramların sınırlarının çizilerek haram olan şeylerin yasaklanıp kesin bir şekilde yapılmamasının istenmesi, bu dünya hayatındaki insanın imtihanının bir sonucu olarak, Allah’a teslimiyetin ve O’nun koyduğu hükümlere bağlılığın açığa çıkması içindir.
İmam Gazali’ye göre bir kısım insanlar, cehaletlerinin bir neticesi olarak, helalin tamamen ortadan kalktığını ve helal yollarının tamamen tıkandığını, dolayısıyla helal bir hayat yaşamanın neredeyse mümkün olmadığını iddia etmektedirler. Hatta bu temelsiz iddialarını da gerekçe göstererek helal-haram hassasiyetini yitirmekte, bu hassasiyeti gösterenleri de haramlara biraz daha müsamahakâr davranmaya davet etmektedirler. Böyle yanlış bir düşünceye saplananlar, dinin temelini sarsmakta ve Allah’ın koyduğu helal-haram sınırını göz ardı ederek yaşamak istemektedirler. (İmam Gazâli, Helâller ve Haramlar, Çev. Harun Ünal, İstanbul-2008, s. 10-11.)
Oysa Allah Resulü’nün (s.a.s.) bizlere bildirdiğine göre, “Helal bellidir, haram da bellidir. İkisinin arasında ise birtakım şüpheli şeyler vardır ki insanların çoğu bunları bilmezler. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve ırzını (namus ve haysiyetini) korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur.” (Müslim, Müsâkât, 107.) Buna göre bir Müslümanın, harama düşmemek için son derece dikkatli olması gerekmektedir. Hatta haram mı yoksa helal mi olduğu belli olmayan şüpheli şeylerden bile kaçınması gerekmektedir. Çünkü şüpheli şeyleri işlemekte mahzur görmeyen bir kişi, adım adım harama yaklaşır ve belki de bilmeden harama düşebilir. Resulüllah’ın benzetmesiyle, “Sürüsünü koruluğun etrafında otlatan bir çobanın koyunlarını oraya kaçırması nasıl muhtemelse, şüphelilere dalan bir kimsenin de harama düşmesi aynı şekilde muhtemeldir.” (Müslim, Müsâkât, 107.)
Hz. Peygamber, haram-helal sınırının görmezden gelineceği ve Allah’ın koyduğu değerlere karşı hassasiyet aşınmalarının olacağı bir zamanın geleceğini de şu şekilde bizlere bildirmektedir: “Öyle bir zaman gelecek ki, kişi malını helalden mi yoksa haramdan mı elde ettiğine bakmayacak.” (Buhari, Büyu, 23.) Aslında Efendimiz (s.a.s.) bu sözüyle, iş ve çalışma hayatında hem helal olan işlerle iştigal etmemiz, hem de özü ve niteliği itibarıyla helal olsa bile onu helal ve meşru yollardan elde etmemiz hususunda biz Müslümanları uyarmakta ve dikkatli davranmaya davet etmektedir.
Helal yiyecek salih amele, salih amel de cennete götürür
Helal hayatın en önemli unsurlarından birisi de insanların tutum ve davranışlarına etki eden beslenme tercih ve alışkanlıklarıdır. Dolayısıyla dininin emir ve yasaklarına karşı bilinçli ve duyarlı bir mümin, ne yiyip ne içtiğine dikkat etmeli, İslam’ın bu alandaki emir ve yasaklarına titizlikle riayet etmelidir.
Kur’an-ı Kerim’de belirtildiğine göre yiyeceklerde aranması gereken en temel özellik, gıdaların helal ve temiz olmasıdır. (Maide, 5/88; Enfal, 8/69; Nahl, 16/114.) Hz. Peygamber (s.a.s.) de yiyeceklerin temiz ve helal olmasına dikkat çekmiştir. Nitekim ashabına şöyle seslenmiştir: “Ey insanlar! Allah Teâlâ temizdir, ancak temiz olanı kabul eder. Allah, peygamberlere emrettiği şeyi müminlere de emretti.” Ardından şu ayetleri okumuştur: “Ey elçiler! Helal ve temiz şeylerden yiyin ve salih ameller işleyin. Şüphesiz ki ben yapıp ettiklerinizi çok iyi bilmekteyim.” (Müminun, 23/51.) “Ey müminler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin…” (Bakara 2/172.) Sonra Resulüllah (s.a.s.), uzun yolculuklar yapmış, üstü başı tozlanmış, saçı başı dağılmış, ellerini semaya açarak, “Ya Rab! Ya Rab!” diye yalvarıp yakaran bir adamdan söz etmiş ve “Fakat onun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdı. Haram ile beslenirdi. Peki, böyle birisinin duası nasıl kabul edilsin?” buyurmuştur. (Müslim, Zekât, 65.)
Efendimizin bu sözleri, yediği, içtiği ve giydiği haram olan, haram gıdalarla beslenen bir kimsenin, Allah rızası için yola çıksa ve bu uğurda çeşitli sıkıntılar çekse bile dualarının biraz zor kabul edileceğini bildirmektedir (Hadislerle İslam, 7/418.)
İbadetlerin özü olan dualarımızın kabulü için helal gıdalarla beslenmek ne kadar önemli ise, bütün hayatımız boyunca helal bir hayat yaşamak, iyi işler yapmak ve doğru davranışlarda bulunmak için de helal ve temiz gıdalarla beslenmek o kadar önemlidir. Dolayısıyla mümine düşen görev, rızkını güzel ve helal yoldan temin etme hususunda titiz davranmasıdır. Çünkü Peygamberimizin ifadesiyle, “Hiç kimse (Allah’ın kendisine takdir ettiği) rızkı –geç de olsa- elde etmeden ölmeyecektir. Öyleyse Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakının ve rızkınızı güzel yoldan isteyin. Helal olanı alın, haram olanı terk edin.” (İbn Mâce, Ticaret, 2.)
Mümin bir kimse sadece yiyecek ve içeceklerde değil, hayatın her alanında helal-haram hassasiyetine dikkat etmeli, helal dairesinde bir hayat yaşamaya azami derecede özen göstermelidir. Aile hayatından ticaret hayatına, insan ilişkilerinden toplumlar arası ilişkilere varıncaya kadar hayatın her alanında helal-haram duyarlılığına sahip olan bir mümin, inandığı değerleri bizzat hayatında da yaşamak suretiyle, hem dünya ve ahiret saadetini temin eder, hem de özü-sözü bir olan, söyledikleriyle yaşantısı arasında uyum olan bir kimse olarak inandığı değerlerin en önemli temsilcisi ve tebliğcisi olur.
Netice itibarıyla bir mümin için bu dünya hayatı, samimi bir iman ve bu imandan neşet eden ulvi değerleri yaşa(t)ma uğrunda verilen onurlu bir mücadeleden ibarettir. Ama şu da iyi bilinmelidir ki imtihan alanı olan bu dünyada helal dairesinde yaşanan onurlu bir hayatın sonu cennet, haramla tüketilen süfli bir yaşantının sonu ise cehennemdir.