Makale

GÖZÜN YEŞİLE DOYDUĞU ŞEHİR: Artvin

GEZİ NOTLARI

Eda Saklı Köksal

GÖZÜN YEŞİLE DOYDUĞU ŞEHİR: Artvin

Yolculuk, önce seni sözsüz bırakır sonra da iyi bir hikâye anlatıcısına dönüştürür, demiş ünlü seyyah İbn Battûta. Mevzu Anadolu olunca bu söze hak vermemek mümkün değil. Tarihi ve doğası ile eşsiz topraklarımızı karış karış gezsek, suyunu kana kana içsek yine doyamayız. Her bir buğday tanesinin somun olma hikâyesi başkadır buralarda. Önce o hikâyeyi dinlemeyi bilmeli gönülden, sonra aktarmalı bir başka gönle diyor, sizleri bu kez Doğu Karadeniz’in nüfusu az olmakla birlikte hayranı çok olan ili Artvin’e götürüyoruz.
Bir Orta Çağ şehri olan Artvin, kuruluş bakımından çok eskiye dayanmasa da İslam topraklarına Hz. Osman döneminde katılmış. Bizans ve İslam orduları arasında zaman zaman el değiştiren bölge; Gürcü, Rus, Moğol istilalarına maruz kalmış, İngiliz işgali ile tanışmış. 1921 yılında ise Türkiye sınırlarına resmen dâhil edilmiş. 1956 yılında Artvin ili olarak var olmaya başlamış. Yurdumuzun her köşesi gibi dâhil olduğu uygarlıklardan izler taşırken doğal güzelliklerini de korumaya çalışmış.
NASIL GİTMELİ?
Yola çıkmadan evvel valiz hazırlığımızı gittiğimiz mevsime göre belirlemekte fayda var. Rahat bir ayakkabı ve (yaz ayı bile olsa) hırkaları eksik etmemek gerek.
Sıcak aylarda bölgeye olan talep yoğunluğu sebebiyle mağduriyet yaşamamak için konaklama seçeneklerini önceden belirleyip rezervasyon yaptırmak diğer mühim konu.
Ulaşım alternatifi olarak (kendi aracınız dışında) uçak bileti alıp Trabzon veya Erzurum havalimanından aktarma yapmayı ya da Batum Havalimanı’nın Hopa tesisi üzerinden Artvin merkeze ulaşımı tercih edebilirsiniz. Batum üzerinden yapılan uçuşlar, yurt içi statüsünde sayıldığından kısa mesafe olarak bu seçenek de değerlendirilebilir.
Kendi aracı ile yola çıkacak olanlara bir hatırlatma: Manzara güzel fakat yoğun virajlardan dolayı dikkat gerektiren bir yolculuk sizi bekliyor.
NERELERİ GEZMELİ?
Deriner Barajı: Bir yandan sarp dağlar kucağına sararken diğer yandan Çoruh Nehri beslemiş bu güzel şehri. Artvin sınırı içinde 150km boyunca akan nehir, Deriner Barajı’nı üzerinde bir gerdanlık gibi taşıyor. Deriner, dünyanın en yüksek altıncı barajı. Artvin merkezden ilçelere geçerken size eşlik eden bu yeşil gerdanlık, kuzey ülkelerinin fiyortlarını andıran manzarasıyla kendine hayran bırakıyor.
Hatila Vadisi ve Kafkasör Yaylası: Biz, konaklama tercihimizi merkezden yana yaptık. (Çadır kurulabilen kamp alanları ve doğa içindeki bungalov evleri de rotaya göre tercih edilebilir.) Sarp ve dar virajlar hızımızı azaltacağından sabah erkenden gezi planımızı uygulamak için yola düştük. Endemik bitki çeşitliliği ve doğal güzelliği ile dillere destan Hatila Vadisi ilk rotamız oldu. 220m yükseklikteki cam teras, eğim kırıklarının oluşturduğu şelale ve derelerin akışını izleme imkânı sunarken yeşilin her tonu size sanki ilk kez nefes alıyormuşsunuz hissini yaşatıyor.
Yine merkeze 8km uzaklıktaki Kafkasör Yaylası’nı görmenizi de tavsiye ederiz. Bulutlar, bir pamuk şekeri gibi avucunuza konacak kadar yakın duruyor burada. Her yıl yayla şenlikleri düzenlenen bölge, Kültür Bakanlığı tarafından turizm merkezi ilan edilmiş. Umarız ticari kaygıyla çırpınan işletmeler, bulutları gölgelemez ve tüm zamanlarda aynı hissi verir bu yayla ziyaretçilerine.
Cehennem Deresi Kanyonu: Artvin, manzaraseverler kadar doğa sporları ve macera sever ziyaretçilerini de mutlu ediyor. Bu konumlardan birisi, Cehennem Deresi Kanyonu. Ardanuç ilçesinde bulunan kanyon, 500m uzunluğunda, 70m genişliğinde ve 6m derinliğinde. Bu keşfi tamamlamak için tek kişinin bile zor sığacağı yollardan geçmeniz, dik patikaları ve kayaları aşmanız gerekiyor. Bunları yaparken bazı dar bölgelerde zil sesi benzeri sesler çıkarmanız önerilir ki kendinizi ve sürüngenleri koruyabilesiniz.
Bizim gibi çocuğuyla keşfe çıkanlara uygun olmadığından yolu tamamlayamasak da meraklısına önerilen bir rota.
Mençuna Şelalesi ve Çifte Köprü: Mençuna Şelalesi’ni görmek için aracınızdan inince 20 dakika patika yoldan yürümeniz, merdiven çıkmanız, tahta asma köprüden geçmeniz gerekse de şelaleye varınca tüm yorgunluğunuz gidiyor. Şelaleye 3,5km uzaklıktaki Çifte Köprü de oldukça endamlı duruyor. 18.yy’da yapıldığı bilinen köprü, yol ayrımında birbirine dik olarak tasarlanmış, eğimli ve tek gözlü yapıya sahip.
Buradan Kaçkar Dağı ve Yaylası’na çıkma niyetimiz olsa da yetersiz zaman ve uygunsuz araç nedeniyle bu niyetimizi gerçekleştiremedik. Tavsiyemiz, yaylaları görmek istiyorsanız erken saatte ve 4x4 araç ile yola çıkmanız yönünde. 3937 m yüksekliğe sahip dağın Dilber Düzü (3328m) mevkiine kadar olan bölümü kamplara yakın olduğundan tırmanışa müsait ve buzul gölleri, endemik bitki çeşitliliği size bu yolculukta eşlik ediyor. Kalan yüksekliğe tırmanış, tehlikeli olabileceğinden tavsiye edilmiyor.
Şavşat ve Borçka Karagöl: Karagöl, 2015 yılında “Sakin Şehir” unvanını alan Şavşat’a 25km uzaklıkta, Sahara Millî Parkı içerisinde yer alıyor. Kamp, karavan turizmine açık olmakla birlikte pikniksever ailelerin de uğrak yeri. Doğasever fotoğrafçılar için de turlar düzenleniyor Karagöl’e. Ufak bir işletmesi, bungalov evleri olan gerçekten de sakin bir yer. Gölün çevresinde yürüyüş yapabiliyor, balıkları besleyebiliyorsunuz. Alışveriş imkânı olmadığından temel ihtiyaçlar gitmeden önce giderilmeli.
Şavşat’a gelenlerin merak ettiği adreslerden biri de Arsiyan Yaylası. Şavşat Karagöl’e bir saatlik mesafede olan yayla; gölleri, şifalı bitkileri ve efsaneleri ile ünlü, eski bir yerleşim yeri.
Sıradaki rotamız olan Borçka’ya çıkmadan önce, bizi etkisi altına alan sıcak hava, tepeye çıktıkça tatlı bir serinlik olarak vuruyor yüzümüze, ardından ciddi bir üşümeye yol açıyor. Temmuz ayında karşılaştığımız kar manzarası, bizi hayli şaşırtıyor. Borçka Karagöl, Şavşat’ın aksine daha sesli ve hareketli bir yapıya sahip fakat yine onun kadar doğal bir güzellik. Zaman zaman çöken sis bulutlarının yeşilin binbir tonu arasında göle yansıması ve o dinginlik, gidip görmeye değer.
Camili Köyü (Macahel): Borçka’ya kadar gelmişken bitki çeşitliliği ve faunası ile Türkiye’nin ilk ve tek biyosfer rezerv alanı olan Macahel yöresini de görmeden olmaz. Gürcüceden gelen Macahel kelimesi elimizin bilek kısmı (maca) ve el (hel) kelimelerinin birleşimiymiş. Bilek, vadinin merkezindeki Camili köyünü, el ise vadiye yayılmış diğer köyleri ifade ediyormuş. Camili köyü de ismini, barındırdığı ahşap camilerden almış. Macahel’de bulunan 18 köyden 12 tanesi Gürcistan sınırında, 6 tanesi ise Türkiye sınırında bulunuyor. (Sınır demişken telefon tarifeniz uluslararası kullanıma açıksa Türkiye tarafında olsanız dahi kullanımınız yurt dışına çıkmış gibi tarifelendirilebiliyor. Dikkatli olmanızı öneririz.)
Macahel’e çıkarken güzergâh boyunca rakım arttıkça mordan beyaza dönen orman gülleri (komar, yayla gülü), seyirlik manzaralar ihtiva ediyor. Macahel bölgesinde bulunan meşhur Kafkas arıları için bu çiçekler vazgeçilmez. Yalnız, sarı orman gülünden (zifin) yaptıkları balın ölçülü tüketilmesi gerekiyor. Acı bal, deli bal diye bilinen balın şifası büyük olsa da “azı karar çoğu zarar” tezini destekliyor.
Yine aynı hat üzerinde gelin duvağı gibi süzülen Maral şelalesi de doğaseverlerin ilgi odağı olmuş.
İskenderpaşa Camii ve Türbeleri: Ardanuç ilçesi, Adakale mevkiinde bulunan cami, Osmanlı döneminde yapılmış. Yanında Hatice Hanım, Ali Paşa ve Süleyman Paşa’ya ait türbeler bulunuyor. Yörenin ilk camisi olması açısından önem taşıyor.
NE YEMELİ?
Bu kadar doğa harikasının içinde insan elbette ki acıkıyor. Artvin’de yemek kültürü Karadeniz’i yansıtmakla birlikte Kafkaslardan da esintiler taşıyor. Turşu kavurması, mıhlama ve benekli alabalığın yanında Gürcü yemeği olan cevizli tavuk, silor ve cevizli ketenin de tadına bakabilirsiniz.
Doğu Karadeniz, yaz aylarında rağbet görse de sonbaharda ve kış aylarında da fotoğrafseverler için bambaşka dünyalara kapı aralıyor.
Hani derler ya “Memleket neresi?” diye, keşfetme arzusu ile çıkılan her yol memleketiniz oluyor, özleminiz oluyor. İşte Artvin gezimizi de böyle bir duyguyla sonlandırıyoruz.