Makale

KOMŞUNUN TUZU

KOMŞUNUN TUZU

Prof. Dr. Adnan Bülent Baloğlu
Başkanlık Müşaviri

Biz yaştakiler iyi hatırlar. Annemiz mutfakta yemek yaparken, tam o anda lâzım olan bir şey eksiktir. Bu, ya tuz ya şeker ya yağ ya soğandır ya da başka bir şeydir. Bakkal uzaktır, talepse acildir; yemek ocaktadır. Eksik son anda fark edilmiştir. Akla ilk gelen, ya yan ya karşı komşu olur. Elde boş bir fincan veya bardakla komşunun kapısı çalınır. Bir fincanın yarısı kadar tuz istersiniz, ağzına kadar dolu gelir. Toz şeker istersiniz, bardak ağzına kadar doldurulmuştur. Bazen bir baş soğan istersiniz, iki ya da üç baş soğan teslim edilir. Hatta pirinç, bulgur, yumurta istendiği de olur. Bazen ani misafiriniz gelir, iki kaşık kahve veya çaydır lâzım olan… Hazırlıksız yakalanmışsınızdır.
Bir başka gün de çalınan kapı sizinkidir. Gelen, güleç bir edayla Sebahat Teyze’dir, elinde boş bir fincan veya bardak vardır: “Bülent, annene sor bakalım, bir bardak toz şekeri var mı?”
Sonra yine zil çalar, bakmışsınız komşunuz elinde bir tas çorba veya yemekle kapıda; bazen bu, bir irmik veya un tatlısı da olur…
Dolu gelen tabak asla boş teslim edilmez, içinde mutlaka bir farklı ikramla sahibine iade edilirdi. Bu, genellikle o günün henüz pişmiş sıcak bir yemeği olurdu.
Bazen bir gömlek düğmesidir istenen. Bir düğme üzerine yarım saat kapı sohbetleri olurdu. Anneniz kapıya çöp çıkarırken karşı komşu ile denk gelmişse, bu bile ucu bucağı belirsiz, dakikalarca bir sohbetin kıvılcımı oluverirdi. Daha anlatacak çok şey varsa, “Hadi temizliği bırak, gel de bir kahve içelim.” işine dönüverirdi sohbet. Sebahat Teyze evimizden biriydi sanki… Onun gelmediği, kapımızı çalmadığı gün olmazdı. “Kuzucuklarım!” diye seslenirdi Niğde aksanıyla bana ve kardeşlerime. Ne çok severdik onu. Sebahat Teyze’nin kapı komşumuz olduğu apartmandan göçeli yaklaşık 40 yıl oldu. Hâlâ ailece görüşüyoruz; düğünde, bayramda, seyranda, taziyede…
Komşu komşunun külüne muhtaçtır, demiş atalarımız. Komşuların birbirlerine karşılıksız verdiği şeylerdi bunlar. Vaktiyle aldığınız şeyi bazen biraz fazlasıyla geri vermeye kalktığınızda cevap hazırdır: “Valla olmaz! Bak yemin ettim. Lafı mı olur, Allah’ını seversen! Ben de senden alıyorum lazım olunca.” Bunlar çocukluğumuzun, haydi biraz daha gelelim, gençliğimizin komşuluk ilişkilerinin günlük, sıradan olaylarıydı. Tatile giderken evinizi emanet ederdiniz; önce Allah’a sonra komşunuza…
O yıllarda kat komşularımız sanki aileden biri gibiydi. Komşunuz günün her saatinde çalabilirdi kapınızı, tabii siz de onunkini… Bütün apartman birbirini tanırdı. Bayramlarda istisnasız herkes birbirini ziyaret ederdi. Cebrail (a.s.), komşu hakkından, komşuluk ilişkilerinden çokça anlatınca Sevgili Peygamberimizin “Neredeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım,” (Buhârî, Edeb, 28) hadisini duymayanımız herhâlde yoktur. Size komşuluktan ve komşuluk haklarından bahsedecek değilim. Ancak şunu söyleyeyim. Bugün yüksek, asansörlü modern binalarda oturan gençlere çocukluğumuzdaki komşuluk ilişkilerimizi bütün saflığıyla anlatmak, onlara bir fantezi âleminden bahsetmekle eşdeğer…
Bunu niye anlattım?
Yabancı, Öteki, Dışarıdaki…
Biz bu komşuluk ilişkilerimizi gittiğimiz, göçtüğümüz yerlere de götürdük. Almanya’ya, Hollanda’ya, Fransa’ya, İsveç’e… Nereye gittiysek taşıdık Anadolu’nun o eşsiz komşuluk kültürünü; tüm güzelliği, samimiliği ve saflığıyla. Bir tas çorba, bir tabak irmik helvası ile Alman, Fransız, İsveçli komşusunun kapısını çaldı insanımız. Kendi yöresine has yaptığı yemeklerden bir tas ikram etmeyi ihmal etmedi dilini bilmediği komşusuna. Komşuda pişer bize de düşer deyişine halel getirmeksizin. O ideal komşuluk kültürünü yaşatan annelerimiz babalarımız yaşlandı. Annelerimiz yemek yapamaz oldu. Sonra bizler büyüdük, evlendik ve daha yüksek, asansörlü, yüz-iki yüz ailenin oturduğu, neredeyse küçük bir kasaba nüfusunu barındıran binalara taşındık. Kapı komşumuza sadece asansörde ve araba garajında denk gelir olduk. Bayramlarda herkes tatilde ve kimse kimsenin kapısını çalmıyor artık.
“Gerçek” komşularımız vardı bizim; biz de başkaları için gerçek komşuyduk. Komşuluk kavramının şanına yaraşır komşuluk ilişkimiz vardı. Bugün geldiğimiz noktada, dünkü biz, bugünkü biz değiliz. Yarınki hâlimiz de bugünkü hâlimiz olmayacak. Bugünkü biz, yarınki bizden tanınmaz biçimde farklı olacak. Kapitalist sistem ve onun popüler kültürü, hayatın düz bir çizgi üzerinde bütünlüğünü koruyarak akmasına izin vermiyor. İstikrarlı, kendisini sürekli yenileyen, yeniden üreten, gelişerek değişen bir yapıda sürmesine imkân tanımıyor. Sürekli kopuşlar var… Hayatı devamlı surette bir şeylerden koparak, bir şeyleri arkada bırakarak götürüyoruz. Geçmişin komşuluk ilişkileri çok gerilerde kaldı. Anadolu’da hâlâ pek çok yerde yaşadığına eminim. Ama büyükşehirlerin pek çok muhitinde hele dev rezidansların bulunduğu bölgelerinde böyle bir komşuluktan söz etmek mümkün değil. Bizim için apartman komşumuz şimdilerde “öteki” değilse bile bir “yabancı”; o bir dışarıdaki…
Hâlihazırda hatıralarımızdaki hiçbir şeye denk düşmeyen bir hayatımız var bizim. Muhkem, ses geçirmez duvarların içine ördüğümüz bir hayat! Kapıyı kapattıktan sonra her şeye kulak tıkadığımız, hiçbir şeyi görmediğimiz tekdüze bir hayat! Başka bir insana katılmamak için ulaşılmaz mekânların içine dokuduğumuz hayatlarımız var bizim. Kilitlenmiş kapıların, çekilmiş perdelerin ardına gizlenmiş, her türlü paylaşıma paydos etmiş vaziyette kendi içine sinmiş hayatları yaşıyoruz her birimiz.
Hiç kimsenin, komşularımızın bile giremeyeceği, iyi tasarlanmış evlerin içinde can sıkıntısından patlayan, öfkesini televizyondan, bilgisayardan, cep telefonundan çıkaran hayatlarımız var bizim.

Sözde hayatlar!
İçin için gözyaşları döktüğümüz, gözyaşlarımızı âdeta bir peçe gibi örten, hıçkırıklarımızı duvarların ötesine vermeyen “boşluk” mekânlarda hiç huzur bulmayan hayatlarımız var…
Komşunun tuzu, şekeri, yağı, soğanı gibi kavramları geride bıraktık. Geride bıraktığımız onlar değildi sadece. Onlarla birlikte komşularımızı ve komşuluğumuzu bıraktık. Yaşadığımız mekâna anlam katan, hayata rengini veren, değerini hisseden komşularımızı modern hayatın kaotik koşturmacası ile takas ettik.
Kapitalizm, sadece hayatımızın pek çok değerini çalıp götürmedi, aynı zamanda, kurguladığı şehir ve yerleşim tasarımları ile komşularımızı da aldı bizden.
Komşumuz şimdi bir “öteki” değilse bir “yabancı”; o bir dışarıdaki… Herhangi biri!
Onun bir tas çorbasına, bir tabak irmiğine veya un helvasına hasretiz…
Modern hayatın demir kafeslerine tıkılmış vaziyette sürekli bir şeylerden koparak istikrarsız bir geleceğe sürükleniyoruz. Monoton mekânlarda parçalanmış, darmadağın olmuş, kendi içine çekilmiş vaziyette hayatın zorluklarını komşusuz göğüsleme kaderine razı olduk.
Gözlerimiz komşularımızı ararken kulaklarımız o sese hasret:
“Bir bardak toz şeker var mı?”
Kâbus Hayatlar!
Şimdinin trajik karmaşası idrakimizi, algımızı, duygularımızı hasara uğrattı. Bir zamanlar bırakın apartmanı, sokağın bile birbirine bir bağlılık duygusu vardı. Hayatın modern teknolojinin göz kamaştıran icatlarıyla birlikte daha iyiye doğru gittiği yanılsaması, bu hasarın en büyük sorumlusudur. Komşularımızı bizden alan seküler modern hayat, etrafımızda kusursuz bir görsel cümbüş duvarı ördü. Fevkalâde geniş bir yelpazede cazip sunumlarıyla markalı tüketim ürünleri ve tabii ki, sosyal medya.
Bizim apartman komşularımız yok artık ama sosyal medya dostlarımız var! Sanal dostlarımız var. Bolca mesajı ve sayısız görüntüsü ile arzıendam eden ama gerçek varlığını hissedemediğimiz, elini sıkamadığımız sanal dostlarımız var.İnsan ilişkilerini anlık görüntüye, anlamsız simgelerle örülmüş birkaç satırlık mesaja ve sanal muhabbete indirgeyen bir dünyanın içine bırakılıverdik. Sokakta ne olup bittiğini, başından ne geçtiğini dinlemeye tahammülü olmayan modern bireyleriz artık.
İnsani olana kayıtsız bir güruha döndük veya dönüştürüldük. Kabahat biraz bizim dışımızdaysa biraz da bizde. Toplumu tahakküm altına alan güçlerin kargaşa mekânlarına kendimizi hapsetmeye rıza gösterdik. Çok katlı blokları, komşularımızla örülü huzur mekânlarımıza tercih ettik. İçyüzünü bilmediğimiz bir hayatın dalgaları arasında bakalım bizi daha neler bekliyor?