Makale

ARANIZDAN BİR PEYGAMBER GÜNLÜK HAYAT VE DİN

ARANIZDAN BİR PEYGAMBER GÜNLÜK HAYAT VE DİN

Dr. Öğretim Üyesi Fatma Kızıl
Yalova Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi

“Hz. Âişe’ye (r.a.), ‘Hz. Peygamber (s.a.s.) evinde ne yapardı?’ diye sordum. Şöyle cevap verdi: Ailesinin işlerini görür, ezanı duyunca (namaz için) çıkardı.” (Buhârî, Nafakât, 8)

Hz. Peygamber (s.a.s.), nübüvvetle görevlendirilmeden önce kendi coğrafyasında marufa uygun yaşamış, beşerî ilişkilerinde dürüstlüğü, güvenilirliği ve güzel ahlakı ile temayüz etmiştir. Nitekim ilk vahyi aldıktan sonra endişesini sevgili eşi Hz. Hatice ile paylaştığında aldığı cevap, onun kırk yıl içerisinde olgunlaşan karakterinin ön plana çıkan özelliklerini özetlemektedir: “Hayır, asla! Allah’a yemin ederim ki, Allah seni asla utandırmaz. Çünkü sen akrabanla bağını koparmazsın, işini görmekten aciz kişilerin yüklerini üstlenirsin, yoksula kazanç kapısı sağlarsın, hiçbir şeyi olmayana bağışta bulunursun, misafirleri ağırlarsın, haksızlığa uğrayan kimselere yardım edersin.” (Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1) Hz. Hatice, bu sözleri söylediğinde Hz. Peygamber’in on beş yıllık eşiydi ve onun tebliğine ilk cevap veren kişi oldu. Belki de Hz. Peygamber’in “Müminlerin iman bakımından en mükemmeli, ahlak bakımından en güzel olanıdır.” (Ebû Dâvûd, Sünnet, 15) ve “Müminlerin iman açısından en olgunu, ahlâkı en güzel olan ve ailesine en güzel şekilde davranandır” (Tirmizî, Îmân, 6) sözlerini bir de bu açıdan düşünmek gerekir. Zira Allah Resulü’nün (s.a.s.) peygamberlik öncesi yaşantısı ve ailesine muamelesi, onun muhtemelen her ânına şahitlik eden eşinin hiç tereddüt etmeden itimadını kazanmasını sağlamıştır.
Ahlak bir bütündür. İffetini korumak kadar ticaret ve iş hayatında dürüst davranmak; bir lirayı dahi haksız şekilde yemekten korkmak; iyi bir idareci veya memur olmak kadar iyi bir evlat, anne veya baba olmak; iyi bir âbid olmak kadar dünyayı imara da çalışmak; sadece insanlara değil bütün canlılara hatta Allah korkusuyla yarılıp içinden nehirler çağlayan taşlara bile (Bakara, 2/74) mahlûkatın bir parçası olarak kıymet vermek… Bunların hepsi güzel ahlakın bir yönüdür ve Müslümanlar bir tarafı ihmal edip diğerini ön plana çıkardıkları takdirde Hz. Peygamber’in tamamlamak için gönderildiği güzel ahlakı eksik temsil etmiş olacaktır (İbn Hanbel,II/ 381). Nitekim Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayatı, ahlaka bir bütün olarak bakmak gerektiğinin en güzel örneğini teşkil eder. O, omuzlarındaki ağır yükü ve toplumsal sorumluluklarını gerekçe göstererek ailesini ihmal etmemiş, örnek bir eş ve baba olmuştur. Medine’ye geldiğinde görevlerine bir de şehrin lideri olma vazifesi eklenmiş fakat bu vazifesi, sevgili eşi Âişe ile koşarak yarış yapmasına (Ebû Dâvûd, Cihâd, 61), düğün yemeklerine katılmasına engel olmamıştır. Mescitte kendi geleneksel oyunlarını sergileyen Habeşlileri izlemek isteyen Hz. Âişe’ye yardımcı olmuş, “Bir peygamber eşine yakışmaz.” dememiştir. (Müslim, Salâtü’l-ideyn, 18).
Hz. Peygamber’in ev hâlini Hz. Âişe’den öğreniyoruz. Buna göre Allah Resulü elbisesinin söküğünü diker, koyunları kendi sağar, kendi işini yapardı (Tirmizî, eş-Şemâilü’l-Muhammediyye, s. 283). Namaz kıldırdığı esnada secdede sırtına çıkan torunu nedeniyle secdesini uzatan, kız torunu Ümâme’yi omzunda gezdiren, torunları Hasan ile Hüseyin’i bağrına basıp öpen Hz. Peygamber (s.a.s.), bu tutumuyla âdeta, babalığı asık suratlı ciddiyetle bir tutan babalara seslenmektedir ve bu nedenle örnekliği zamanlar üstüdür. Hz. Peygamber, sadece abdest ve guslü, namaz kılmayı, helâl ve haramı değil; diş temizliğini, güzel koku sürmeyi, mescidi temiz tutmayı, yemeğe kendi önünden başlamayı, bir topluluğa girince kimseyi rahatsız etmeden köşeye oturmayı, bir eve izin isteyip girmeyi, teenni ve vakarla yürümeyi, tanıdık tanımadık herkesle selamlaşmayı ve güler yüzlü olmayı, temiz ve güzel giyinmeyi de öğretmiştir. Böylece günlük hayattaki hâl ve davranışları yani beşerî yönüyle de Müslümanlara örnek olmuştur. “Bir muallim olarak gönderildim.” (İbn Mâce, Mukaddime, 17) buyuran Hz. Peygamber, dinî sorumluluklarımızın yanı sıra iyi birer insan olmak için yapmamız gerekenleri de göstermektedir.
Hz. Peygamber’in evdeki hâlini soranlara Hz. Âişe’nin “Ailesinin işlerini görür, ezanı duyunca (namaz için) çıkardı.” şeklinde cevap verdiği görülmektedir. Peygamberlik vazifesi ile görevlendirilmiş ve seçilmiş olmasına rağmen bir yönüyle herkes gibi olması, Müslümanların hayatında örfün, sağduyunun, temel insanî özelliklerin oynadığı rolü de göstermektedir. Fıtratın ayet ve hadislerde çok sık yer almasını bu açıdan da değerlendirmek gerekir. İnsan fıtratına uygunluğuyla İslam dini; insanı zorlayan, belini büken, onu katı bir kalıbın içine sokan, yalnız belli bir örfü takip etmesini isteyen bir din değildir. Bilakis her iki dünyada insanların saadetinin kaynağıdır. Müslümanlar ibadet eder, oruç tutar, evlenir, eşlerini sever, çocuklarını kucaklarına alır ve öper, baskı ve zulümle mücadele edip ezilenin yanında olur, tarla ve bahçede çalışır, ticaretle uğraşır, ilim tahsil eder kısacası hem bu dünyada hem ahirette mutluluğa erişmek üzere iyi ve güzel her şeyin peşine düşerler. Çünkü Hz. Peygamber’den de öyle görmüş ve öğrenmişlerdir. Yüce Allah, Kur’an’da, inananlara şöyle seslenmektedir: “Nitekim kendi aranızdan, size ayetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.” (Bakara, 2/151) Bu sözün muhatabı, ilk hitap çevresi olan sahabenin yanı sıra her türlü kötülükten arınmaya en fazla ihtiyaç duyanların bu çağın Müslümanları olması nedeniyle belki onlardan daha fazla günümüz Müslümanlarıdır. Hz. Peygamber, kayda geçmiş ve muhafaza edilmiş sünneti ve güzel ahlakı ile bir bakıma vazifesini yerine getirmeye devam etmektedir. Bize düşen de onun öğrettiklerini hayata geçirmektir.