Makale

GÖÇ

GÖÇ

Esra BERTAN

İstanbul Üsküdar Kur’an Kursu Öğreticisi

Varlığıyla göç hâlinde olmak, hayatın ağır yüklerinden göçebeliğin seyyal hâline geçiş yapmaktır. Bu durum bizleri, bulunduğumuz yerlere bağlayan görünmez halatlardan kurtararak bir nevi özgürleştirmektedir. Yaşadığımız şehirlerden başka şehirlere göç edişimiz, ülkelerimizden göç edişimiz, asla bitip tükenmeyen bir yürüme isteği… Sonucunda ise mahiyetini bilmediğimiz ve geri dönüşü olmayan, dünya ölçeğindeki yürüyüşümüzün sonlanacağı ama asla sınırlanmayacağı, hareketimizin köklerini belirleyen bir âleme gidişimiz...

Bu deveran hâlindeki göç mefhumu varlığımızı yaslamamız gereken asıl yerin müşahhas bir mekân olmadığının kanıtı gibi işlenir zihnimizin levhalarına.

İlk insan ile başlayan dünya serüveninde yeni yerlerin keşfi, yeni beldeler görme merakı göç mefhumunun doğmasına sebep olmuştur. Üzerinde yaşadığımız yerküre, müşahhas mekânların sınırlandığı tek yerdir. Bu açıdan “göç” terimi, evvela algıladığımız dünya ile bir anlam kazanır. Çünkü yaşadığımız yerküre içindeki göç, zihnimizdeki anlam katmanlarının da sınırlı olması sebebiyle dünyada nihayeti olan bir olgu gibi durur. İki mesafe arasında sefere çıkmak ve sonucunda bir mekândan diğer bir mekâna ulaşmak… Fakat soluklandığımız bu dünyanın ötesindeki bir dünyaya gidişimizin de “göç” terimi ile tanımlandığı gerçeğini düşünürsek, “göç” terimini yolculuk kavramı ile sınırlandıramayacağımız gibi varlığın gideceği son mekân ile de sınırlandıramayız.

Kendi yol deneyimleri sonrası insan, yolculuğun yeni oluşumlarını arzulayarak bir yandan meskûn olmayı isterken bir yandan da sürekli gidilecek yeni menziller düşüncesinde olmuştur. Meskûn olmak, insan fıtratının dünya kurulalı beri tek arayışı gibi görünse de insan bu arayışın bitiminde dahi yolcu olmaktan, yolculuğu istemekten geri durmaz. Bu bir paradoks olarak bizleri yanıltsa da asıl olan bu arayışın bitme korkusudur. İnsan aradığını bulmak için çabalar ama her gittiği yer onun varmak istediği menzile bir kapıdır sadece. Bir mekân isteği, fıtratımıza yerleştirilmiş sığınma güdüsünün menşeidir. Lakin, yolculuk sonunda oluşturduğumuz mekânlar da bu sığınma güdümüzü tatmin edemez. Çünkü aradığımız bu yeni mekân kavramı salt bir mekân değildir aslında. Mekâna sınırlama getirdiğimiz takdirde, insanın iç âleminde yaşanan tecrübelere, yani insanın, hareketini sağlayan yerküre içeresindeki yerini belirleyen ölçülere de bu çerçeve içerisinde sınırlama getirileceği manasına gelir. İnsanı küçük bir âlem olarak düşünürsek, bu iç tecrübelerin, yaşanan dünya ile asla kıyaslanamayacak derecede engin olduğunu görürüz.

Göç, içsel yolculuk anlamlarında kullanılmasa da kabuğun öze dönen yüzünü belirleyen bir kuvvedir. Gerek bir şehirden diğer bir şehre gidişimiz, gerekse bu göçler sırasında edindiğimiz tecrübelerin mekânların mahiyetine göre içimizdeki tesirleri… Göçün bu çok yönlü boyutu, yolculuk müddetince karşılaştığımız gerçeklerden birisidir. Nihayetinde göç dürtüsü, içimizdeki mekânlardan, bizi sınırlayan görünmez duvarlardan sıyrılma cehdidir. İnsanın, karşılaştığı olayları, bu olaylar neticesinde ruhunun edindiği tecrübeleri, kendi iç âlemindeki olaylar, insanlar ya da davranışlara hamletmesi ya da iki olay arasındaki geçişi bu tecrübeler sonucu sağlayabilmesi… Sırtımıza bir keşkül geçirip sürekli yolculuk yapmasak da, yaşadığımız dünyada karşılaştığımız olayların bizlere tecrübeler edindirdiği gerçeğiyle yola devam ediyoruz. İçimizdeki tüm şehirlerden göç ediyoruz. Bulunduğumuz şehirler, yaşadığımız mekânlar bizleri bu göç duygusundan alıkoyamıyor. Ulaştığımızı zannederek teskin olduğumuz tüm mekânlar, çok değil bir zaman sonra bir başkasını aramamıza sebep oluyor. Bu arayış birçoğumuzun dimağında metcezir hâlinde ölene kadar sürüyor.

Sınırları belli olmayan bir yolda yürüyoruz. Bu yolda bir mekân isteğinden çok mekânın mahiyeti önemli oluyor. Asıl amaç geldiğimiz ilk mekânı aramaksa, bu sona ulaşana kadar edindiğimiz tüm tecrübi bilgiler, varacağımız noktada doyuma ulaşmanın zirvesidir. Bu çaba, asla bitip tükenmeyen bir ruh coşkusunun ürünüdür. Akıl, mekâna takılı kalır ama ruhun aradığı asıl mekân, mekânsızlığın olduğu makamdadır. Dünya üzerindeki bu göçlerimizin ve bitmek bilmeyen coşkularımızın o mekânı aramaktan başka bir şey olmadığı hakikattir. İnsan, kaynağını aramaktadır. Bu kaynak ise tabi ki kopup geldiği âlemdir. Bütün göçler, iç âlemimizdeki göçe birer vesiledir. Ulaşmak istediğimiz asıl mekân ise aynı zamanda idea olarak zihnimizi dolduran o yer, yani yaratıldığımız mekândır.