Makale

DİYANETE SORALIM

DİYANETE SORALIM

BAŞKASINA AİT BİR MARKAYI İZİNSİZ KULLANMAK, BUNUN TİCARETİNİ YAPMAK, PARA KAZANMAK DİNEN CAİZ OLUR MU?
Başkasının emeğini gasp anlamına gelecek her iş, tutum ve davranış, kul hakkı sorumluluğunu gerektirir. Bu sorumluluk ise söz konusu hak sahibine iade edilmedikçe veya helallik alınmadıkça ortadan kalkmaz. İslam, emeğe büyük önem verir, haksız kazanca karşı çıkar. Kur’an-ı Kerim’de, “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” (Necm, 53/39.) buyrulur. Hz. Peygamber de (s.a.s.) emeğin hakkının verilmesini değişik hadisleriyle ifade etmişlerdir. Bunlardan birinde, “Hiçbir kimse, elinin emeği ile kazandığını yemekten daha hayırlı bir kazanç yememiştir. Allah’ın peygamberi Davud da kendi elinin emeğini yerdi.” (Buhari, Büyu’, 15.) buyurmuşlardır. Bu itibarla, emek ve gayret sarf ederek toplum nezdinde itibar gören bir firmanın kendi markasının izinsiz olarak başkaları tarafından kullanılması kul hakkı ihlaline ve müşterilerinin aldatılmasına sebep olacağından dolayı İslam ahlakıyla bağdaşmamaktadır. Ayrıca bu yolla haksız kazanç sağlamak da dinen caiz değildir.

HAC İBADETİNİ YAPAN KİŞİ, AYRICA MEMLEKETİNDE DE KURBAN KESMEKLE YÜKÜMLÜ MÜDÜR?
Hac için ihramda olan kişi Mekke’de seferî ise kendisine udhiyye kurbanının vacip olmadığı konusunda ittifak vardır. Seferî olmaması halinde ise udhiyye kurbanının vacip olup olmadığı konusunda Hanefi fakihleri arasında ihtilaf vardır. Tercih edilen görüşe göre haccetmekte olan kimse, ister seferî olsun ister olmasın kurban kesmekle yükümlü olmaz. (Haddad, el-Cevhera, II, 282; İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, IX, 457.) Ancak, yolcu hükmünde bulunan kimsenin tek başına veya mukimlerle birlikte kurban kesmesine bir engel de yoktur. Şafii mezhebine göre ise udhiyye kurbanı, seferî olsun olmasın, hacda bulunsun bulunmasın, imkân bulan herkes için sünnet-i müekkededir. (Nevevi, el-Mecmu‘, VIII, 383.)

MEKKE VE MEDİNE’NİN KUTSALLIĞINA İNANARAK ORALARDAN TOPRAK VEYA TAŞ GETİRMENİN BİR SAKINCASI VAR MIDIR?
Mescid-i Haram, Meş’ar-i Haram, Arafat başta olmak üzere Mekke, hac ile ilgili rükün ve şartların ifa edildiği yerler olması bakımından Müslümanların gönlünde belli bir kutsallığa sahiptir. Bu kutsallık o bölgelerin taşına, toprağına, bitkisine ve hayvanına değil bizzat mekânların kendisine aittir. Dolayısıyla, Hicaz’dan teberrük amacıyla toprak veya taş getirmenin herhangi bir dayanağı yoktur. (Serahsi, el-Mebsut, XXX, 161.) Âlimlerin büyük çoğunluğu bunu doğru bulmamış, hatta bir kısmı bunun haram veya mekruh olduğunu bile söylemişlerdir. (Nevevi, el-Mecmu‘, VII, 454-455.)

HACCA GİDERKEN HELALLİK ALMANIN DİNÎ HÜKMÜ NEDİR?
Dinimiz, kul haklarına çok önem vermiş ve inananların bu haklara karşı duyarlı ve saygılı olmalarını emretmiştir. Ayrıca kul hakkı ihlalinde, hakkı ihlal edilen kişi affetmedikçe, hiç kimse tarafından affedilemeyeceği de belirtilmiştir. Veda hutbesinde Hz. Peygamber (s.a.s.), “Ey insanlar, sizin kanlarınız, mallarınız, (ırzlarınız) onurlarınız Rabbinize kavuşuncaya kadar birbirinize (dokunulmazdır) haramdır.” (Buhari, Hac, 132.) buyurmuştur.
Resulullah (s.a.s.) ayrıca şöyle buyurmuştur: “Kimin yanında kardeşine ait bir hak varsa, o haksızlıktan dolayı hak sahibiyle helalleşsin. Gerçek şu ki, kıyamette asla altın ve gümüş yoktur. Kardeşinin hakkı için kendi sevaplarından alınmadan evvel dünyada onunla helalleşsin. Ahirette zalimin o hakkı karşılayacak sevapları bulunmazsa, kardeşinin günahlarından alınır da o zalimin üzerine atılır.” (Buhari, Rikak, 48.) Bu ve benzeri gerekçeler nedeniyle hacca giden kişinin yolculuğa çıkmadan önce çevresindekilerle ve hukuku olan kimselerle helalleşmesi, haccın adabından sayılmıştır. Ancak helalleşme, haccın sıhhatinin şartlarından olmadığı için helalleşmeden hacca giden kişinin haccı geçerlidir.
TÖVBENİN DİNDEKİ YERİ NEDİR, NASIL TÖVBE YAPILIR?
Sözlükte, pişmanlık ve dönmek anlamına gelen tövbe dinî bir kavram olarak, kulun işlediği kötülük ve günahlara pişman olup onları terk ederek Allah’a yönelmesi, emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmak suretiyle Allah’a sığınarak bağışlanmasını dilemesi demektir. Yüce Allah, bağışlanacak müminlerin vasıflarını sıralarken şöyle buyurmaktadır: “Ve onlar bir kötülük yaptıkları, ya da nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları da Allah’tan başka kim bağışlayabilir? Ve onlar, yaptıklarında bile bile ısrar etmezler.” (Âl-i İmran, 3/135.) Günahlardan dolayı tövbe etmek farzdır. Tövbe, kulluğun Hz. Adem ile başlayan bir göstergesidir. Günahkâr kimse vakit geçirmeden tövbeye yönelmelidir. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır: “Allah katında (makbul) tövbe, ancak bilmeyerek günah işleyip sonra hemen tövbe edenlerin tövbesidir. İşte Allah bunların tövbelerini kabul buyurur. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Yoksa (makbul) tövbe, kötülükleri (günahları) yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca, ‘İşte ben şimdi tövbe ettim.’ diyen kimseler ile kâfir olarak ölenlerinki değildir. Bunlar için ahirette elem dolu bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa, 4/17-18.) Hz. Peygamber (s.a.s.) de, “Günahlarından samimi olarak tövbe eden kimse hiç günah işlememiş gibidir.” (İbn Mace, Zühd, 30.) buyurmuştur. İslam âlimleri bu ve benzeri ayetlerle hadislerden hareketle tövbenin geçerli olması için gerekli şartları belirlemişlerdir. Buna göre bir tövbenin makbul olabilmesi için; işlenen günahı terk etmek, günah işlediğine pişman olmak, günahı bir daha işlememeye azmedip söz vermek, eğer işlenen günah kul haklarıyla ilgili ise bu durumda hak sahibi ile helalleşmek, Allah’tan af dilemek gerekir. Kul hakkından kurtulmak, ihlal edilen hakkı sahibine veya varislerine iade etmekle ya da affını istemekle olur.

*Bu sayfadeki cevaplar, Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığına ait fetvalardan oluşmaktadır.