Makale

Bir Bahar Öyküsü

KALBE DOKUNAN HİKÂYELER

Bir Bahar Öyküsü

Büşra Küçüksucu

Son zamanlarda çiçeğe, ağaca, kuşa, suya, dağa, taşa ve toprağa ilgisi ne kadar da azaldı insanın. Hâlbuki insanı, her yansımasında kendisinden bir cüz bulunan tabiattan bigâne düşünmek mümkün müdür?
Mavera Hanım, akşam pencerenin önünde keyifle yudumladığı kahvesinin tadını çıkarırken bir taraftan baharın müjdelediği ahenkten ne kadar uzak olduklarını, bilhassa çocuklarının tabiata yabancı kaldıklarını düşünerek esef ediyordu. O dakikalarda kızı Melek hemen yanındaki pencereyi açarak havayı derin derin içine soludu. Biraz dışarıyı izledikten sonra:
- Anne! Bak şu ağacın ince dalında bir serçe var! Kanatlarını büzmüş nasıl da oturuyor masum masum. Kim bilir küçük bedeni dünyada ne kadar az kalacaktır. Sahi anne serçelerin ömrü ne kadar? Üç yıl mı yoksa beş mi? Hadi en fazla on sene olsun öyle değil mi?
- Serçeler kırk sene yaşarlar kızım, dedi Mavera Hanım.
- Nasıl olur anne?
Biraz daha küçük kuşu izleyen Melek az sonra pencereyi kapatırken hayal kırıklığı hissedilen bir sesle:
- Bahar geldi gelmesine ama yine de kıştan kalan sert bir hava var. Akşamları üşüyoruz. Minik serçe de soğuğa dayanamadı gecenin karanlığına kanat açtı. Umarım bir an önce yuvasını bulur.
Mavera Hanım kızının içindeki anaç ve müşfik ruhla mutlu olsa da onun mahlûkata olan bilgisizliğine karşı sessiz kalamadı:
- Serçeler geceleri uçmaz kızım. Büyük bir ihtimalle senin gördüğün başka bir kuştu.
Yeni bir taaccüp belirtisi göstermeden odasına çekilen kızının ardından Mavera Hanım elindeki dergiye dalmış olan eşi Muzaffer Bey’e yönelerek:
- Bizim kızların Şerife Teyze’yle tanışma vakti gelmiş bey. Yarın hafta sonu; ben sabah piknik sepetine biraz kahvaltılık hazırlayayım, termosa çay yapayım, yoldan da birkaç simit alalım Kastamonu’ya Şerife Teyze’nin yanına gidelim. Ilgaz dağlarının karşısında da bir güzel kahvaltı yaparız.
- Nereden aklına geldi Şerife Teyze? Güzel düşünmüşsün ama oralar henüz soğuktur, üşütmeyelim.
- Dağ havası hem ruhumuza hem bedenimize iyi gelir, sıfırlanırız. Hepimizin bu tecdide ihtiyacı var.
- Hafta sonu için başka programımız yoktu zaten, gidelim iyi olur. Kızlar da Şerife Teyze ile bir tanışsınlar bakalım.
Muazzam dağ manzarası eşliğinde Ankara’dan Kastamonu’ya giden dağ yolunu keyifle geçtiler. Zaman zaman üşüseler de pencereyi açık tutarak dağ ve çam havasının sunduğu ziyafetle kendilerini ödüllendirdiler. Üç saat içinde Şerife Teyze’nin ahşap evinin önündelerdi. Yer yer boyası atmış turkuaz kapının önünde ailece beklerken Melek daha fazla sabredemeyerek:
- Anne artık gerçekten merak ediyorum! Kim bu esrarlı Şerife Teyze?
- Evlenmeden önce kapı komşumuzdu. Çocukluğumun en kuvvetli hatıraları onun mis kokulu bahçesinde geçti. Babanla nişanlandığımızda da yine sık sık gidip geliyorduk. Sonra onlar Kastamonu’ya taşındılar. O zamandan beri ne kadar çok özlesem de iki tarafın dünya meşakkatinden görüşmek nasip olmadı.
Biraz sonra kapının içeri doğru açılmasıyla kapı çıngırağı “hoş geldiniz” dercesine zarifçe çaldı. Altmış yaşlarında olan Şerife Teyze, bulutlar gibi temiz beyaz başörtüsü, çiçek gibi yüzü, güneş gibi tebessümüyle onları karşıladı. Kısa bir ön selamlaşmadan sonra onları evinin arka bahçesine davet ederek tül perdenin iki kanadının arasından evin içine geçti. Mavera Hanım bahçeye adım atar atmaz:
- Hiç değişmemiş! Şerife Teyze bahar gibidir. Girdiği her gönülde çiçek açtırmayı, her ruhu umut ışığıyla yeşertmeyi bildiği gibi yaşam alanını da çiçeklerle donatır.
Biraz sonra elindeki bakır tepsinin içinde ayranlarla Şerife Teyze göründü:
- Yayık ayran yaptım. Yanında da pişi var… Şöyle çardağa geçelim de orada hem yer hem konuşuruz. Hepsi ağır ağır çardağa yerleştiler. Şerife Teyze yaşına göre büyük bir çeviklikle sofrayı peynir, zeytin, tereyağı, bal, ev yapımı reçellerle özenle donattı. Her koyduğu besinin ne olduğunu söylemeden, nereden geldiğini belirtmeden diğer tabağı eline almıyordu:
- Bu keçi peyniri… Kastamonu’ya gelirken Ilgaz dağının hemen altında bir köy var. Oradaki arkadaşlarımızdan temin ediyoruz. Bu uzun yeşil zeytinler de Egeli komşumdan… Sağ olsun hiç ayırmadan kendisine zeytin kurduğunda bize de getirir. Bu incir reçelleri de ondan…
Sofra özenle kurulduktan sonra bahçenin ortasındaki ince yoldan ışıl ışıl parlayan yüzüyle Halis Amca göründü:
- Hoş geldiniz, hoş geldiniz… Ben de semaveri hazırlıyordum. Şehir merkezini geçince dağ suyu akan bir çeşme var, çay için oradan su aldım.
Halis Amca ile sevgi içinde hâlleştikten sonra hep beraber kurulan sofradan nasiplendiler. Daha bir kaç saat önce yolda kahvaltı yapmış olmalarına rağmen hazırlananları afiyet ve iştiyakla yediler. Bu enfes köy kahvaltısının ardından Şerife Teyze aileyi nezaketle bahçeye buyur etti:
- Çaydan önce bahçeyi biraz gezmeye ne dersiniz?
Hepsi bu teklifi bekliyormuş gibi onu hem başlarıyla hem dilleriyle onayladılar. Bu latif bahçenin içinde ağır ağır yürümeye başladılar.
Şerife Teyze:
- Benim sevgili misafirlerim. İnsanlar da bitkiler de topraktan gelir. İnsandan anlamayan kişi çiçekten de anlamaz. Bizim çiçeklerle aramızda kuvvetli benzerlikler vardır. Bakın mesela, şurada gördüğünüz pembe yaprakları ile taze bir gelin gibi süzülen sardunyalar ilginç çiçeklerdir.
Melek aceleci davranarak sardunya çiçeğini koklamak için eğildi ancak inkisarla doğruldu:
-Ama bu çiçek kokmuyor, sadece güzel görünüyor.
Şerife Teyze:
-Yok, o kokar… Hem de misler gibi kokar. Ancak yalnızca onun dilinden anlayana kokar. Herkese açmaz kendini. Sardunyaları yeşil yapraklarının altından koklayacaksınız. Bazı insanlar da böyledir. Her ortamda kendilerine has kokularını, güzelliklerini ifşa etmezler. Güzellik korunması ve sır olması gereken bir şeydir onlar için. Ruhlarının güzelliklerini ve sırlarını sadece kıymetini anlayabilecek insanlara sunarlar. Sardunyalar sırlı bir güzelliğe sahip olsa da birçok çiçeğe göre daha cömerttirler. Girdiği her ortama hemen uyum sağlar, bol bol çiçek verirler. Ama küpe çiçeği öyle mi? O ne nazlıdır o… Kolay kolay yerini beğenmez. Bulunduğu yer ışıklı olmalıdır ama direkt güneş almamalıdır. Toprağı her an nemli olmalıdır.
Melek:
- Peki bahçenizde küpe çiçeği var mı Şerife Teyze?
- Tabii, benimle gelin.
Biraz yürüdükten sonra ahşap bir direğe asılmış saksıdan aşağı doğru bukle bukle sarkan gösterişli bir çiçeğin önüne geldiler:
- Bu da bizim nazlı kızımız küpe çiçeği. Çiçekleri türüne göre kırmızı, mor, pembe, kavuniçi ve beyaz renkte olur. Her gün sulanmak ister, yerlerini kolay kolay beğenmez. O beğenmeme huyu da bu güzelin ilgi ihtiyacından… Bir gün bile suyunu aksatırsak hemen boynunu büküp aşağı doğru sarkar, güzelliğini soldurur. Kimi insanlar da küpeli gibidir. Her an ilgi, sevgi ve şefkatinizi üzerlerinde görmek isterler. Küpeliye benzeyen insanlara gösterdiğiniz ilginin dozunu iyi ayarlayamazsanız işte o zaman sıkıntı yaşarsınız. Dünya kendi etrafımızda dönsün de başkaları ne yaparsa yapsın derler. Zordur böyleleri ile geçinmek ama güzel tarafları da çoktur. Siz şu küpelinin yaratılış güzelliğine, kokusundaki miske bir baksanıza… Küpeli ve insandaki güzelliğin keşfi için biraz zahmete değer. Yeter ki lisanını bilip küstürmeyelim.
- Peki, bu küçük altın sarısı çiçekler nedir Şerife Teyze? Çok güzel görünüyorlar.
- Onlar da açelya çiçekleri. Bak şu tarafta ateş kırmızısı rengi de var. Bu çiçek de küpelinin tam aksine soğuğa da sıcağa da çok dayanıklıdır. Sağlam bir yapısı vardır. Açelyaya benzeyen insanlar da hayatın tüm zorluk ve meşakkatine rağmen gülümsemeyi, pozitif olmayı başaran, etrafına her daim umudu müjdeleyen insanlardır. Bulundukları hâlden şikâyet etmeyen, her mevsimin güzelliğini görüp anda mutluluğu yakalayanlardır.
- Ne de güzel söyledin Şerife Teyze, dedi Mavera Hanım.
Şerife Teyze bakışlarını ilerde masum pembesiyle kendisine doğru gülümseyen çiçek topluluğuna çevirerek:
- Bunlar da Buhuru Meryem’ler…
- Nasıl? Ne de güzel ismi varmış…
- Öyledir. Dikkatli bakarsanız çiçeğin yapraklarının el şeklinde olduğunu görürsünüz. Buhuru Meryem etrafına şifa ve huzur dağıtan bir çiçektir. Alternatif tıpta başı ağrıyan, gözleri kararan, midesi bulanan kişilere bu çiçeğin kökü, bal ve sirkeyle karıştırılarak verilir. Buhuru Meryem gibi insanların çocuklukları, anne babasına eziyetsiz ve sakin geçer. Her an çevrelerine daha verimli nasıl olabileceklerini düşünerek işlerinde insanlar için zorluk değil kolaylık yolunu seçerler. Sade ve net bir hayatları ve gayeleri vardır.
Melek heyecanla:
- Ben kaktüsleri çok severim. Bahçenizde kaktüs var mı Şerife Teyze?
- Hımm… Gelin benimle.
Biraz sonra küçük bir seranın içine girdiler. Burada envaiçeşit kaktüs vardı.
Melek:
- İlk kez bu kadar güzel çiçek açan kaktüs görüyorum.
- Kaktüs gibi olan insanlar ne kimse bana dokunsun ne ben kimseye dokunayım derler. Hayata, insanların içine karışmayı kendilerine tehlike olarak gördükleri için etraflarını kendilerine göre bazı koruma kalkanları ile çevrelerler. Ama verimli olduklarında öyle güzel çiçek açarlar ki etkisinde kalmamak imkânsızdır. Nadir olan şeyler kıymetlidir evladım. Kaktüs çiçeği de böyledir. Nadiren çıkar ve hemen yok olur. Bu örnekler öyle çok ki… Bütün çiçeklerle insanlar arasında bir bağ kurulur. Ama sizler yoldan geldiniz biraz istirahat edin, sonra devam ederiz.
Grup her ne kadar bu tatlı sohbetten memnun olsa da Şerife Teyze’nin yorulmuş olabileceğini düşünerek ses çıkarmadılar. Her biri heybesine doldurduğu çiçek kokulu mutlulukla çardakta hazır olan semaverin yanına geçti. Kendilerinden yaşça büyük olan bu güzel insanların tecrübe ve bilgileriyle çayla beraber sohbet ziyafeti çektiler.