Makale

TERÖRİZMİN YENİ SAHNESİ: SOSYAL MEDYA

TERÖRİZMİN YENİ SAHNESİ: SOSYAL MEDYA

Mustafa ÇUHADAR
DİB Radyo ve Televizyon Daire Başkanı

İslam’a ve Müslümanlara karşı Batı merkezli kişisel veya küresel girişimler; ne zaman ve nerede, hangi koşullar altında olursa olsun politik, ekonomik, sosyolojik, tarihi veya kültürel süreçlerden bağımsız düşünülemez. Günümüzdeki yaygın kullanımıyla “İslamofobi” açısından da aynı durum söz konusudur. Batıda İslam karşıtlığını/düşmanlığını, herhangi bir Müslüman ile tanışmamış, İslam hakkında hiçbir bilgiye sahip olmayan kişilere aşılamanın en kolay yolu, onu İslam karşıtı söylemlerle tanıştırmak, söylemleri benimsetmek ve İslam karşıtı sarmalın içine aktif olarak dâhil etmekten geçmektedir. Bunun bir endüstri olarak işlevsel hâle getirilmesindeyse Batı merkezli medya kuruluşları ile internet ve sosyal medya elverişli bir “sahne” olarak kullanılmaktadır.
Herman ve O’Sullivan’a göre “terörizm endüstrisi” terörizm konusunda bilgi, çözümleme ve görüşler üretir; bunları işler ve dağıtılmak üzere paketler. Kitle iletişim araçları terörizm endüstrisinde “taşıma kayışı” olarak görevini ifa eder. Terörizm hakkında Batı’nın “çizgi”sini uygun biçimde destekleyen olguları halka yaymak, terörizm endüstrisinde kitle iletişim araçlarına düşmektedir. (Herman & O’Sullivan, İdeoloji ve Kültür Endüstrisi Olarak “Terörizm” 1999, s. 74.) Bu noktada Batı merkezli kitle iletişim araçları esasında terör faaliyetlerine, terörizme odaklandığında karşımıza bazı standart görüntüler çıkmakta ve imajlar Batı’nın çizgisini temsil etmektedir: Sarıklı ve cübbeli erkekler, çarşaflı kadınlar ve tekbir getiren kalabalıklar şiddet görüntüleri ile yan yana getirilerek aralarında bir özdeşlik kurmak amaçlanmaktadır. Böylece, dini istismar eden kimseler bütün dindarlar böyleymiş gibi bir imaj oluşturmaya çalışmaktadır.
Hâl böyleyken, rahmet dini İslam bu imajlarla terörizm, şiddet, despotizm, barbarlık gibi kavramlarla eş düzeyde sıklıkla birlikte kullanılarak, İslam karşıtı bir sarmal oluşturulmakta ve insanlar İslam’ın hakikati hakkında söylemlerden böylelikle uzaklaştırılmaktadır. Bu elbette kültürel kopuklukla ilgili de bir meseledir. Çünkü Kalın’ın belirttiği gibi, genel Batılı kitleler Müslümanların kültürleri ve dini çevreleri hakkında bilgilendirilirken, İslam ve Müslümanlar hakkındaki haberleri bir bağlama oturtacak asgari bilgi seviyesinden yoksundurlar. Müslüman dünyanın olumsuz tasvirleriyle bombardımana tutulan Batılılar neyin normatif ve hâkim İslam olduğu, neyinse bir sapma olduğunu ayırt edememektedir. Yani Batılı okuyucu, izleyici terörizmi kendi dinine bağlamaz; zira görüşleri ne olursa olsun onlar hakkında yeterince bilgi sahibidirler. İslam söz konusu olduğunda durum böyle değildir. (İbrahim Kalın, İslamofobi ve Çok Kültürlülüğün Sınırları 2015, s. 60.)
Dolayısıyla, Batı’nın tarihsel olarak köklerinde yer alan İslam karşıtlığı, medya yoluyla toplumlarda yeniden üretilmekte ve insanların bilgi, duygu, düşünce ve bunlardan müteşekkil davranışlarına tesir edebilmektedir. Medya organlarında, İslam hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığı hâlde, bir televizyon kanalındaki Müslümanlarla ilgili haberleri izledikten sonra cami kundaklamaya varana kadar kimi eylemlerin gerçekleştirildiğine dair haberler, bunun en bariz göstergesi olarak karşımızda durmaktadır. Yani “terörizmin sahnesi kitle iletişim araçlarıdır” (Herman & O’Sullivan, İdeoloji ve Kültür Endüstrisi Olarak “Terörizm” 1999, s. 62.) şeklindeki tanımlama günümüzde de yerini korumaktadır.
Herman ve O’Sullivan’ın “terörizm endüstrisi” kavramının bugün daha da özel bir alanda sınırlandırılarak kavramsallaştırıldığı söylenebilir. O kavram “İslamofobi endüstrisi”dir. (N. Lean, İslamofobi Endüstrisi 2015.) Kitle iletişim araçlarının ve internetin önemli bir ayağını oluşturan bu endüstri, “korkunun toplum üzerindeki yıkıcı etkilerini bilen ve bu korkuyu hem üretmek hem de kötüye kullanmak isteyen, büyümekte olan bir girişimdir. Göreli olarak küçük bir grup olabilirler, ancak ulaşım sahaları ve programlarının sonuçları bir kez bu propagandaya paçasını kaptırdı mı onların saflarına katılan korunaksız gruplar arasında İslam karşıtı nefrete sebep olmaktadır. Ürettikleri ön yargıların sonuçları küçük olmayacaktır. Onlar Amerikan ve Avrupa toplumlarına şırınga ettikleri zehrin görmezden gelinebileceği marjinal bir grup değildir. Onlar İslamofobiyi sağ kanat popülizminin bayrağına kalıcı olarak iliştirmeyi başarmışlardır.” (N. Lean, İslamofobi Endüstrisi 2015, s. 301.)
Yeni sahne: sosyal medya
Batı’da kitaplardaki temsillerle başlayan ve dergiler, gazeteler, radyo, sinema filmleri, televizyon yayınları ile küresel medya kuruluşlarının sürekli olarak ürettiği ve yaygınlaştırdığı İslam düşmanlığının günümüzde farklı bir sahnede sergilendiği söylenebilir. “Terörizm endüstrisi” veya “İslamofobi endüstrisi”nin sahnesi geleneksel kitle iletişim araçlarıyla birlikte bugün internet ve sosyal medyadır.
Literatürde “yeni medya” kavramıyla da açıklanan internet ve sosyal medyanın, konumuz bakımından geleneksel kitle iletişim araçlarından ayrılan bir yönü, bireyin doğrudan içerik üreticisi olarak, adeta bir medya sahibi olmasıdır. Bu, bireyin herhangi bir içeriği (yazı, reklam, fotoğraf, video vb.), bizatihi kendisinin üretme imkânının kendisine tahsis edilmesi anlamına gelmektedir. Birey merkezli böylesi bir uygulamanın diğer konularda olduğu gibi İslam düşmanlığı açısından da anlamı, bireyin aktif olmasıdır. Bireyin konumu açısından geleneksel kitle iletişim araçlarındaki “pasif takip” yerine internet ve sosyal medya ile “aktif üretim” söz konusudur. Böylelikle birey, kendi içeriğini kendisinin üreteceği bir mecraya sahip olmaktadır. İslam düşmanlığı açısından dikkat çekilmesi gereken husus tam bu noktada yatmaktadır.
Yukarıda da değinildiği gibi İslamofobi’nin tarihsel, siyasal, ekonomik, davranışsal sebepleri ile birlikte iletişim sebepleri de bulunmaktadır. Bunun önemli bir göstergesi çoğu Amerikalının, İslam ve Müslümanlarla ilgili kanaat oluşturmada, televizyon, radyo, internet gibi kitle iletişim araçlarından yararlanırken hiçbir Müslüman ile kişisel iletişim kurmamasıdır. Kitle iletişim teknolojilerinin gelişmesi, sosyal medyanın kullanımının yaygınlaşması İslamofobik paylaşımların da hızlı biçimde artmasına sebep olmuştur. Örneğin 7 Ocak 2015 tarihinde Charlie Hebdo dergisine yapılan silahlı baskından sonra ilk 24 saatte 3 milyon 400 binin üzerinde sosyal medya paylaşımının yapılması; pankartlarda, medyada, internette bu olayın ifade özgürlüğü ve bağımsız basına destek anlamına gelen bir sembole dönüştürülmesi ve bunun İslamofobik paylaşımları meşrulaştırmak için kullanılmaya başlanması, sosyal platformlardaki paylaşım ve yorumların gündem oluşturmadaki yaygınlığını ve hızını göstermesi bakımından önemlidir. (Ç.T. Koç, Yeni Medyada İslamofobik Söylemin Üretimi; Facebook Örneği, Medya ve Din Araştırmaları Dergisi 2018, s. 205.)
Hz. Peygamber’e (s.a.s) hakaretler içeren karikatürlerin yayınlandığı Charlie Hebdo dergisine yapılan saldırı sonrasında sosyal medya hesaplarında “Kill All Muslim” şeklinde gündem çalışması yapıldığı ve bu gündem çalışmasına milyonlarca kişinin bireysel olarak katkı sunduğu düşünüldüğünde, sosyal medyanın İslam karşıtlığında nasıl bir mecraya dönüşebileceği daha rahat ifade edilebilir.
Sahne farklı oyun aynı
Kitle iletişim araçlarının önemli bir işlevi, canlı yayınlara imkân tanıması ve anlık olarak insanlara enformasyon sağlamasıdır. Bunun için teknik ekip ve ekipmana sahip olmak yeterlidir. Cep telefonlarındaki uygulamalar ve sosyal medyaya entegre edilmiş kameralar artık isteyen her bireyin sosyal medyada canlı yayın yapabilmesini mümkün kılmıştır.
Canlı yayın, bilgi aktarımıyla ilgili önemli bir avantajken, savaş, işgal ve katliamların canlı olarak televizyon ekranlarında yayınlanması tam anlamıyla medya terörüdür. İslam dünyasında yakın tarihte Batı merkezli işgaller, bilindiği gibi küresel televizyonlarca canlı yayınlanarak milyonlarca izleyicinin evine taşınmış; böylelikle masum insanların katliamına milyonlarca insan tanıklık etmişti. Televizyonu bir eğlence unsuru olarak gören izleyicilerin gerçekleşen işgali “film seyreder gibi” seyrettiği bilinmektedir. Aynı durum bugün için de geçerlidir. Yakın dönemde insanların bu defa internetten “film seyreder gibi” DEAŞ’ın katliamlarını seyrettiği de bilinen bir gerçektir.
Yeni Zelanda’da cami ve Müslümanlara yönelik İslam düşmanı saldırı sosyal medya kullanımı yönünden DEAŞ’ın kullanımlarından daha öte bir terör eylemidir. Zira katliamı gerçekleştiren terörist, kafasındaki kaska taktığı kamerayla masum Müslümanların katledişini canlı olarak sosyal medyada yayınlamıştır. 17 dakikalık video ilk verilere göre 200’den daha az kullanıcı tarafından canlı olarak “izlenmiştir”. Ancak bu izleyicilerin hiçbiri sosyal platformlardaki görüntülerle ilgili anlık şikâyette bulunmamıştır. Söz konusu saldırı videosu, terörist yakalanana kadar yayınlanmaya devam etmiştir. İlgili mecra, olayın birinci gününde söz konusu videonun 1.5 milyon kopyasını sildiğini, 1.2 milyon kopyanın yükleme aşamasında engellendiğini açıklamıştır. (https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-47611138) Yani ilk etapta sınırlı sayıda kişinin şahit olduğu katliam görüntüleri, bir gün içerisinde milyonlarca kullanıcı tarafından sosyal medya ortamlarına tekrar yüklenmiştir. Her ne kadar sosyal medya ve video paylaşım siteleri söz konusu videoları sildiğini ifade etse de terörün yeni sahnesi olan internet ve sosyal medyadan bu içeriklerin tamamen kaldırılması mümkün görünmemektedir.
Batılı düşüncenin üstünlük telakkisine eşlik eden terör saldırıları, esasında aynı oyunun farklı sahnelerde tekrar tekrar yaşandığını, yaşatıldığını gösteriyor. Geçmişte dergi ve gazetelerdeki İslam karşıtı görseller günümüzde sosyal medyadaki karikatür sayfalarından yayınlanıyor. Hollywood sinemasındaki Müslüman imajı, günümüzde video paylaşım sayfalarında tekrar üretiliyor. İslam dünyasının işgalinde küresel televizyon kuruluşlarının yaptığı canlı yayınlar, Yeni Zelanda saldırısında bireysel sosyal medya hesaplarında paylaşılıyor. Özetle “aynı oyun, farklı sahnelerde” tekrar tekrar gösterime sunuluyor.