Makale

YÜZYILIN ŞAFAĞINDAN İLK ÇEYREĞİNE DOĞRU İSLAMOFOBİ’DEN İSLAM DÜŞMANLIĞINA

YÜZYILIN ŞAFAĞINDAN İLK ÇEYREĞİNE DOĞRU İSLAMOFOBİ’DEN
İSLAM DÜŞMANLIĞINA

Sinan DEDELER
New York Din Hizmetleri Ataşesi

XXI. yüzyıla girdiğimizden bu yana yaklaşık çeyrek asırlık bir zaman dilimi geride kaldı. İnsanlık, bütün maddi ve teknolojik ilerlemelere rağmen dünyadaki savaşları, sömürü ve acıları sonlandıramadı. Tarih Felsefesi açısından meseleye bakıldığında insanlığın en azından yüzyılda bir tekrar eden büyük felaketler ve acılı tecrübelerden çok da ders almadığı anlaşılıyor. Bu bakımdan tarihsel realite ve hadiselerin belirli aralıklarla, döngüsel olarak tekrar ettiği tezi doğrulanmış oluyor. Belki de tüm tarih boyunca, ele geçirme hırsı ve bitmeyen hevesler, amacına ulaşmak için bu yüzyıldaki kadar maddi imkân ve teknolojik vasıtaya sahip olmamış, global bir sömürü düzeni hâline gelmemişti. Aslında insanlığın medeniyet yolculuğuna dair gördüğümüz tatlı rüyalar ve kâbuslar ile inanmak istediğimiz ütopya ve distopyalar arasında sahile çarpıp geri dönen dalgalar gibi savrulup duruyoruz.
New York’tan görünen manzara
Bu yazıyı kaleme almadan önce, 11 Eylül 2001’de yakın dünya tarihinin en önemli ve travmatik felaketlerinden birisinin yaşandığı ve pek çok masum insanın hayatını kaybettiği New York’un merkezindeki Yeni Dünya Ticaret Merkezi’ni ziyaret ederek genel manzarayı tekrar düşünmek istedim. Bugün Manhattan’ın kalbinde, saldırılardan önce New York’un sembollerinden ikiz kulelerin olduğu yerde, hayatını kaybedenlerin anısına yapılmış olan bir anıt, müze ve Yeni Dünya Ticaret Merkezi yer alıyor. Batı Medeniyeti ve ABD’nin en önemli ticaret, kültür ve sanat merkezlerinin yer aldığı bu şehrin yüksek ve sembolik pek çok gökdeleni arasında, kalabalık bulvar ve caddelerinde dolaştığınızda yaşanılan hadisenin büyüklüğünü ve travmatik etkisini daha iyi anlayabiliyorsunuz. Sıradan bir günde, son derece dinamik ve hızlı bir şehir olan bu büyük metropolde bir polis ya da itfaiye aracının sirenlerini açarak ilerlemesi bile on binlerce insanın dikkatini sonuna kadar çekmeye yeterken iki yolcu uçağı ile yapılan saldırılar sonucunda ikiz kuleler yıkıldığında ortalık âdeta bir mahşer yerine dönmüştü. Bu saldırıların planlayıcılarının fiziksel ve psikolojik olarak büyük bir infial ve sonuç hedefledikleri daha iyi anlaşılıyor. Üç bine yakın masum insanın hayatını kaybettiği, dünya tarihinin en şok edici terör saldırıları sonucunda Batı ve İslam Medeniyeti tarihlerinde yeni bir dönüm noktasına ulaşılmış oldu.
İslamofobi’den İslam karşıtlığı ve düşmanlığına
“İslamofobi” ve “Yeni İslam Karşıtlığı” için de 11 Eylül saldırıları bir kilometre taşı olarak kabul ediliyor. Bu saldırılarla Soğuk Savaş sonrası kurulan Yeni Dünya’da Samuel Huntington gibi teorisyenlerin öngördüğü kültürel ve dini tabanlı Medeniyetler Çatışması tezlerinin âdeta fiiliyata döküldüğü, Armagedon’ları (Kıyamet Savaşı) ve felaket senaryolarını gerçekleştirecek bir kıvılcım çakılmak istendi. Karanlık eller, XXI. yüzyılın Müslümanlar açısından seyrini belki de bu hikâye ile başlatmak ve belirlemek istediler. Muhtemel yüzyıllık projelerin düğmesine de bu trajik felaketle basılmış oldu. Belki de Medeniyetler Savaşı bu kıvılcımla başlatılacak ve bunun sorumluluğu da Müslümanların üzerine yüklenecekti. Son bir buçuk asırdır gerçekleşenlere ilave olarak geçen bu süreçte İslam Dünyasının haritalarının değiştirildiği projelerden iktidar ve sosyal yapı dönüşümlerine, milyonlarca masum insanın öldüğü ve vatanlarını terk ederek mülteci durumuna düşürüldüğü kitlesel felaketlere kadar bu planların bazı safhalarının uygulandığına şahitlik ettik. Küresel işgal politikaları, adaletsizlik, dini emirlerin yanlış yorumlanması ve daha birçok faktör sonucu karşıt bir tepkiyle İslam dünyasında terörü bir yöntem olarak kabul eden yaralı bilinçler ve şiddet ideolojileri ortaya çıktı. (DEAŞ, Boko-Haram, Eş-Şebab, El-Kaide gibi.) Bu ideolojilerin de yardımlarıyla “Terör ve Müslüman” ile “İslamiyet ve Şiddet” kelimelerini bir arada barındıran sayısız kavram ve görsel malzeme küresel medya imparatorlukları vasıtasıyla dünyaya servis edilerek Müslümanlar için bir linç kasırgasına dönüştürüldü. Özellikle Batılı ülkeler başta olmak üzere dünya çapında Müslümanlara yönelik politikalarda, ırkçılık ve ayrımcılığın yükselişi ile beraber menfi yönde bir değişim gerçekleşti. Tarihi kökenlerinden ve küllerinden tekrar diriltilen, köhnemiş önyargı ve düşmanlıklar yeniden pompalanmaya başladı. Dünya nüfusunun geleceğine dair yapılan bazı araştırmalarda 2050 yılı ve daha ileri projeksiyonlarda Batılı ülkelerde Müslümanların büyük bir nüfus oluşturacakları, Paris gibi Avrupa medeniyetinin sembol şehirlerinden birisinin bir Müslüman kentine dönüşeceği ve bu durumun önlem alınması gereken bir tehlike olduğu algısı oluşturuldu. İslamofobi Endüstrisi, sponsor ve müttefikleri ile dört koldan çalışarak Batı’da yükselen ırkçılık ve yabancı düşmanlığının merkezine Müslümanları yerleştirdi.
Gelinen süreçte yaşanan pek çok terör eylemi, mülteci krizleri, ekonomik ve sosyal tabanlı sorunlar sonucunda zaten psiko-sosyal olarak algı ve sinirleri tahrip olmuş batılı kamuoylarının Müslümanlar aleyhinde yönlendirilmeleri daha kolay bir hâle gelmiş oldu. Yine yakın dönemde Müslümanlara yönelik gerçekleşen Norveç ve Yeni Zelanda’daki gibi büyük saldırılara ilave olarak, sayısız lokal saldırı ve şiddet eylemi meydana geldi. Günlük hayatın farklı kulvarlarında, işte, okulda, sokakta Müslümanlara yönelik baskı ve hakaretlere varan söylem ve eylemlerde büyük artışlar oldu. İftihar ettikleri pek çok Batılı değeri hiçe sayarak Müslümanlara yönelik çeşitli yasaklar ve yasal düzenlemeler hayata geçirildi. (Avusturya İslam Yasası, Minare, Başörtüsü ve Sünnet Yasakları vb.) Yüzyılın ilk çeyreğini geçirdiğimiz şu günlerde kurgulanan projelerin geliştirilerek ilerletildiği, “İslamofobi” olarak tanımlanan psikolojik durumun “İslam Düşmanlığı ve Karşıtlığına” evrildiğini görüyoruz. Yeni Zelanda’da gerçekleştirilen cami katliamlarının ardından bu durum maalesef korkunç bir vahşet seviyesine de ulaşmış oldu. Eğer gerekli tedbirler alınmaz ve gayretli karşıt çalışmalar yapılmazsa kurgulanan projelerin devam ettirilmesi ile yüzyılın devamında şunların hedeflendiğini söylemek mümkündür:
Müslüman azınlıklara yönelik baskıların arttırılarak göçe zorlanmaları, içe kapanmaları ya da terörize olarak kriminal hâle getirilmeleri,
Asimilasyon politikalarına ağırlık verilerek, lokal, iddiasız ve kendilerince zararsız İslam modelleri oluşturma projelerinin hayata geçirilmesi (Euro İslam vb.),
İslam Dünyası haritalarının, etnik milliyetçilik ve mezhep temelinde parçalanarak dizaynının, küresel projeler eşliğinde devam ettirilmesi ve Müslüman toplulukların iç savaşlarla kaosa sürüklenmeleri,
İç sorunlar ve karabasanları ile enerjisini tüketen İslam Medeniyetinin küresel sistem ve Batı medeniyetine bir alternatif olma ve çıkmazlarına çare üretme potansiyelinin ortadan kaldırılması,
Her yıl dünya çapında yüz binlere varan sayıda gerçekleşen İslam’a yönelişin önünün kesilmesi.
Yeni Zelanda’da gerçekleşen cami katliamlarının ardından 24 Mart 2019 tarihinde, 2001’deki büyük felaketi yaşayan aynı New York’un merkezinde Times Meydanında ABD’nin en büyük İslami Organizasyonları binlerce kişinin katıldığı “İslamofobi’ye Karşı Birlik Mitingi”ni gerçekleştirdi.
‘Masumların yorgunluğu ve çaresizliği’
Dünyanın dört bir yanında yaşayan, geniş halk kitleleri ve masum insanların en temel korkularına, güvenlik ve yaşama kaygılarına hitap eden psikolojik baskılarla algılarının manipüle edildiği ve yönlendirildikleri bir dönem geride kaldı. Küresel şiddet ve terör bugün her din ve kültürden insana acı çektirmekte ve dünyanın geleceğine dair umutlarını tüketmektedir. Karanlık çağ başlatmak isteyen eller, geçtiğimiz süreçte dünyanın dört bir yanında camiler ile birlikte pek çok kilise, sinagog ve mabede farklı yer ve zamanlarda, çeşitli mekânlara terör saldırıları düzenleyip pek çok insanın kanını dökmüştür. İnsanlık bu durum karşısında bıkkın ve çaresiz durumdadır. Bu süreçte ‘Masumların yorgunluğu ve çaresizliği’ olarak tanımlayabileceğimiz küresel bir psikoloji oluştu. Daha önce Müslümanlara yönelik gerçekleşen saldırılara ilave olarak gerçekleşen Yeni Zelanda saldırıları, Batılı kamuoyları nezdinde sağduyulu insanların da yüreklerini incitti. Belki de bu durum hikâyede yeni ve proje sahiplerinin beklemediği pozitif bir etki meydana getirecek.
Batı kamuoylarında Müslümanlara yönelik şiddet ve önyargıların birer haksızlık olduğunu ve Müslümanlara yönelik tavrın, tıpkı anti-semitizm gibi değerlendirilmesi gerektiğine inanan çevreler de bulunmakta. Bu bakımdan bu toplumlarda var olan ve zaman zaman Müslüman ya da diğer azınlıkları ötekileştiren hâkim paradigmanın da zamanla olumlu yönde değişebilme potansiyelini içerisinde barındırdığı unutulmamalıdır. Ötekileştiren ve dışlayan zihniyete karşı, aynı tavırla reaksiyon vermek yerine, ortak kaygı ve sıkıntıları paylaşan sessiz çoğunlukların vicdanlara seslenen bir dil ve atmosfer içerisinde, birlikte hareket etmelerine ihtiyaç bulunmaktadır. Önyargılar ve diğerinin ötekileştirilmesi esasında psikolojik bir hastalık hâlidir.

Hz. Mevlana’dan bir hikâye
İnsan doğası ve psikolojisi üzerine derin tespitleri bulunan Hz. Mevlana’nın Mesnevisi’nde geçen “Şaşı Çırak” isimli hikâyesi belki de ironik olarak Batı toplumlarında Müslümanlara yönelik gerçekleşen hakikatten ve insaftan yoksun, ötekileştiren çarpık bakış açısını bizlere hatırlatmaktadır.
Hikâyeye göre iyi bir ustanın gözleri şaşı olan bir çırağı vardır. Ustası bir gün çırağına içeriden bir şişe getirmesini söyler fakat çırak, gözündeki rahatsızlık nedeniyle iki şişe gördüğünü söyler. Ustası onun ısrarı karşısında “o zaman bir şişeyi kır diğerini getir” der. Tabi çırak şişeyi kırınca diğer şişe de kaybolur. Hz. Mevlana, bu hikâyede aşırılık ve öfkenin ruhu doğru yoldan saptırdığını ve hakikatten uzaklara düşürdüğünü vurgulamaktadır. İnsanın bir meseleye garaz ile baktığında vicdanına perde indiğini, mazlum ve zalimin bu hâlde ayırt edilemeyeceğini söylemektedir. Bu duruma karşı Hz. Mevlana, insanın kendi hakikatinin farkına vararak gerçeğin peşinden koşması gerektiğini ifade etmektedir. Vehimden uzak, temiz bir kalple âleme bakmak, doğru bilip doğru düşünüp doğruluk üzere olmak gerekmektedir. Bu büyük mutasavvıfın da ifade ettiği gibi, İslam düşüncesinde her varlık yüce yaratıcının, bir olanın bir tecellisidir. Her şeye rağmen, bu inancın ve medeniyetin mensupları olarak hakikati çarpıtan, kendisi dışındakileri ötekileştiren ve şeytanlaştıran her türlü ideoloji ve yaklaşıma karşı kendi değerlerimizi gösterme ve temsil etme gayretinde olmalıyız.
Karşı projeler üretme zamanı
Yakın zaman içerisinde yaşadıklarımız ve edinmiş olduğumuz tecrübeler bize “İslamofobi” ve “İslam Karşıtlığı” üzerine yeterli seviyede analiz yapma imkânı vermiştir. Artık bu birikimden hareketle yapılması gereken, hem teorik/akademik sahada hem de fiili hayatta karşı proje ve tezler üretilmesidir. Bütün küresel projelere ve olumsuzluklara rağmen özellikle Batılı ülkelerde Müslümanlar, içerisinde yaşamış oldukları toplumların ayrılmaz bir parçasıdır. Çoğu, yaşadıkları ülkede yüzyılın üzerinde geçmişe, kurumlara ve yetişmiş eğitimli insan potansiyeline sahiptir. Genel olarak içerisinde yaşadıkları toplumla barışık ve uyumludur. Müslümanların üzerine yapıştırılan çeşitli etiketlere ve yaftalamalara rağmen vicdanları harekete geçirecek ve önyargı perdelerini aralayacak bir aynayı kendimize ve muhataplarımıza doğru bir şekilde tutabilirsek, buradan Müslümanlar ve dünya barışı için hayırlı neticeler çıkabilir.
Yeni Zelanda saldırıları sonrasında Yeni Zelanda Devleti ve toplumunun vermiş olduğu reaksiyon masum Müslümanlara yönelik bu zulmün, önyargısız vicdanlarda da makes bulabileceğini ve İslamofobi’ye karşı bir tepkinin toplum kitlelerinde ortaya çıkabileceğini göstermiştir. Dinler ve medeniyetler temelinde karanlık, yeni bir çağ başlatmak isteyenlerin projelerine karşılık, her türlü önyargılardan, öteki algısını besleyen tavır ve davranışlardan uzak durulmalı. Farklı din ve medeniyet mensuplarının, insanlığın yüz yüze kaldığı büyük tehlikelere ve açmazlara karşı bir araya gelmesi, bu projelere karşıt projeler gerçekleştirmesi büyük önem arz etmektedir. Bu bakımdan ülkemizin uzun yıllardan bu yana öncülüğünü yapmakta olduğu “Medeniyetler İttifakı” projesi çok büyük bir misyon ve tarihi sorumluluğa sahiptir. Bu ve benzeri projelerin küresel boyutta daha da yaygınlaşarak işlerlik kazanması en büyük dileğimizdir.