Makale

BİR YEŞİL RÜYA : RİZE

BİR YEŞİL RÜYA : RİZE

Eda Saklı Köksal

Baharın kendini iyiden iyiye hissettirdiği günlerde doğanın kalbine kaçmak, yeni keşiflerin izini sürmek arzusu hepimizi alır götürür. Şehir hayatının telaşından birkaç gün de olsa uzaklaşabilmek ortak hayalimizdir. Bu nedenle rotamızı Karadeniz‘in yeşil güzeli Rize’ye çeviriyoruz. İster hayal edin ister fırsat bulup gerçekleştirin ama Karadeniz’in illerini gezmeden yeşil gördüm demeyin.
Rize’de hâlihazırda bir havalimanı olmadığından ulaşımı ve rotayı belirlerken üç seçeneğiniz var: İlki, Trabzon Havalimanı’na bilet alıp Rize’ye aktarma yapmak; ikincisi, belirlediğiniz rotaya uygun bir tur paketine dâhil olmak; üçüncüsü ise kendi aracınızla yola çıkmak. Gelelim valizinizin olmazsa olmazlarına: Rahat bir ayakkabı, yağmurluk ve kazak. Bahar veya yaz ayında ne kazağı, dediğinizi duyar gibiyim. İlkokuldan beri hepimize öğretilen bir gerçeği hatırlatmak isterim; Rize’de yağmur, yaz aylarında bile sürpriz değildir. Diğer mühim konumuz olan konaklamaya gelecek olursak, onun için de yine belirlediğiniz rotaya ve bütçeye uygun birçok seçenek mevcut. (Kalabalık sezonlar için önceden rezervasyon önem taşımakta.)
Kaçkar Dağları ve Karadeniz arasında sarp bir alanda kurulan Rize, bugün popüler bir üne sahip olduğu gibi eski çağlarda da çeşitli medeniyetlerin hüküm sürdüğü kıymetli kentlerimizden. Fatih Sultan Mehmet’in 1461 yılında bizzat gelip fethettiği Rize’nin, o güne kadar sırasıyla Pontus ve Rum Krallıkları’nın sınırlarında olduğu biliniyor. Önceleri Trabzon’un kazasıyken İstiklal Harbi’nden sonra Artvin ile birleştirilerek Çoruh vilayeti adını almış, 1924 yılında ise Rize vilayeti olmuş.
Evliya Çelebi Rize’den, “Trabzon’a bağlı, deniz kıyısında, bahçeli, güzel bir yerdir.” diye bahsetmiş. Artık Trabzon’a bağlı olmasa da hâlâ güzel ve yeşil olan Rize’de güzergâhımızı Kaçkar’ın serin esintisine, yaylaların sis denizine göre belirlesek de olur ancak yolunuz merkeze düşerse Rize Etnografya Müzesi ve Rize Kalesi’ni ziyaret edebilirsiniz. Bildirmek isteriz ki Rize, alışveriş merkezi kültürüne (henüz) yenik düşmeyen nadir illerimizden.
Biz konaklama noktası olarak Güneysu ilçesini tercih ettik. Bu seçimde, ertesi gün ziyaret edeceğimiz Dua Tepesi’nde bulunan Kıble Dağı Cami’nin etkisi bir hayli fazlaydı. Söz konusu Karadeniz olduğunda gece başınızı yastığa koymadan önce bir yorgan arayabilirsiniz ama bunun yanında, yakınlarda bir yerlerde size ninni olabilecek bir şelale ya da dere sesi duyabilirsiniz. Sabah ezanıyla birlikte gayet dinlenmiş olarak uyanan bir beden, işte bu doğanın yansıması.
Kahvaltı sonrası Kıble Dağı’na tırmanış için hazırız. 1130 rakıma sahip tepeye çıkarken sağlı sollu yer alan çay bahçelerinde, o dik yamaçlara rağmen çay toplayanların gayretini görünce maşallah demekten kendimizi alamıyoruz. İçilemeyip demlikte kalan o son çayın nasıl bir emek zincirinden geldiğini görüp utanıyoruz.
Tepeye varıp caminin bahçesine giriyoruz, manzara bize iyi ki gelmişiz dedirtiyor. Bulutların üzerindeymiş hissi veren o yükseklikte, bir an sis denizinin içinde kaybolacakmış gibi hissederken birazdan bulutlar dağılıyor ve dağlar arasında bir nokta gibi kalan köyleri görüyoruz. Seyir terasının ucundaki dev bayrağımızın beyaz sis bulutlarının üzerinde dalgalanırken yaşattığı şükür duygusu da farklı bir tat.
Cami yerleşim yerine uzak diye cemaati yoktur zannetmeyin, yanılırsınız. Namaz vakti gelip çattığında hatırı sayılır bir cemaat saf tutuyor. 1800’lü yıllarda Meşula Mehmet Efendi ve Kuş Ahmed Efendi tarafından yaptırılan ahşap cami, 1960 yılında çıkan yangın sonrası Yusuf Yılmaz Hocaefendi tarafından bu kez taştan inşa edilmiş. Kıble Dağı Camii diye bilinen caminin ismi de aslında Kıble Dağı Hacı Hafız Yusuf Yılmaz Camii’dir. Eskiden bölgeye ancak yaya ulaşılabildiğinden bu camide konaklama imkânı da bulunuyormuş. Caminin son restorasyon işleminde Üsküdar’daki Şemsi Ahmed Paşa Cami (Kuşkonmaz Cami) örnek alınmış.
Mesire, piknik ve çocuk oyun alanı da bulunan Dua Tepesi bir namaz vaktinden diğerine manzaraya doymak isteyen ziyaretçilerini bekliyor.
Rize gezimizin ikinci gününde yüzümüzü bu kez Fırtına Vadisi ve Kaçkar Dağları Milli Parkı’na çeviriyoruz. Merkezden 77 km uzaklıktaki Fırtına Vadisi’ne, Fırtına Deresi’ni takip ederek ulaşıyorsunuz. Fırtına deresi ise yaklaşık 57 km uzunluğunda. Çay bahçeleri ile süslü köyler birbirine, yontma taş mimarisiyle yapılmış tarihî birçok köprü ile bağlanıyor. Fırtınanın boynunda bir gerdan gibi süzülen Şenyuva Köprüsü ise içlerinde bilinen en eski köprü olma özelliği taşıyor (1699). Yol boyunca soluklanabileceğiniz ve dereye karşı bir şeyler atıştırabileceğiniz birçok mekân görebilirsiniz. Rafting ve zeplin hizmeti veren işletmeler ise macerasever konuklarını bekliyor.
Diğer Karadeniz illeri gibi Rize’de de evler ya ahşap ya da yarı ahşap, yarı taştan yapılmış. Fakat Çamlıhemşin’deki Konaklar mahallesine uğrarsanız tarihî sayılabilecek birkaç görkemli konak görebilirsiniz. Bu konaklar, yüz yıl önce Rusya ve Polonya’da fırıncılık yaparak geçimlerini sağlamış ve birikimleri ile köylerine dönen Çamlıhemşinlilerin yaptırdıkları mekânlar. Emeği ve hikâyesi büyük olan bu ihtişamlı konakların birkaçı sahipleri tarafından korunsa da diğerleri atıl ve terk edilmiş. Umarız bu duruma bir çare bulunur ve bu konakların, en azından müze olarak, hikâyeleri tekrar hayat bulur.
1350 m rakıma sahip olan Ayder’e vardığımızda yol boyu kulağımızı şenlendiren coşkun dere sesi ve huzur, yerini hayal kırıklığına bırakıyor. Ayder sanki bir yayla değil de dinlenme ve yeme içme rotası gibi. Bir vadinin ortasında araç park edecek yer bile bulamamış olmamız tabloyu özetliyor. Eğer sadece Ayder için gelecekseniz beklentinizi sınırlı tutmanızı öneririz.
Ayder’den çeşitli yaylalara çıkış var ve yolda size irili ufaklı şelaleler eşlik ediyor. Yaylalara çıkmak için yüksek bir araç gerekiyor ve yalnız gitmenizi tavsiye etmiyoruz. Zaman zaman sinyal alamayan telefon ve çöken sisten görünmeyen rota sizi zorlayabileceğinden ya yöreyi bilenlerden rehberlik hizmeti almalı ya da tur araçlarıyla keşfe çıkmalısınız.
Ayder’e en yakın yaylalardan biri olan Pokut Yaylası’nın, yine Pokut’a 15 dk. yürüme mesafesindeki Sal Yaylası’nın manzarasına hayran kalabilirsiniz. Sal Yaylası’ndan Altıparmak ve Büyük Kaçkar dağlarının görkemini izleyebilirsiniz. Yine Ayder’e 0,4 km uzaklıktaki Gelin Tülü Şelalesi’nin zarif dökülüşü görülmeye değer. Trovit, Kavrun, Elevit, Avusor ve Huser yaylaları her sezon kalabalık doğasever grupların sıklıkla ziyaret ettiği diğer yaylalar.
Hava hafif bulutlanırken Ayder’den ayrılıyor ve ona 12 km uzaklıktaki Zilkale’yi keşfe çıkıyoruz. 14. yüzyılda inşa edildiği bilinen kale, denizden 750 m, dere yatağından yaklaşık 100 m yükseklikte. Kale; dış surlar, orta surlar ve iç kaleden meydana gelmiş. Dış kalenin kapısına kuzeybatı yönündeki patika bir yolla ulaşılıyor. Dört katlı olan kalede bir teras yardımıyla orta surlar seviyesine çıkılabiliyor, buradan bir başka kapıyla terasa varılabiliyor. Orta kale; muhafız binası, şapel ve baş kuleden oluşuyor. Kalenin isminin Osmanlıca “aşağı kale” anlamındaki Kale-i Zir’den geldiği söyleniyor. Kalede bulunan iki el topu Trabzon Müzesi’nde sergileniyor.
Vadideki bu göz alıcı eseri gördükten sonra birkaç km ilerideki Rize’nin en yüksek şelalelerinden olan Palovit Şelalesi’ni ziyaret ediyoruz. Yaklaşık 15 m yükseklikten akan şelale suları daha sonra Fırtına Deresi’ne katılıyor. Suyun bu coşkulu yolculuğunu ister seyir terasından isterseniz de merdivenlerle şelale yatağına doğru yürüyerek gözlemleyebilirsiniz.
Keyifli ama bir o kadar yorucu yolun ardından birbirinden güzel Karadeniz yemeklerinin tadına bakıyoruz. Mıhlama, Laz böreği, mısır ekmeği, lahana, Anzer balı, pide, turşu kavurması, sütlaç ve tabii ki Rize kavurması olmazsa olmazı sofraların. Çayeli’nde bir kuru fasulye yemeden de dönülmemeli.
Oraya kadar gitmişken Çayeli’nde bulunan Ağaran Şelalesi’ne de uğruyoruz. Şelalenin döküldüğü noktada suya girilebiliyor. Şelale sularının kolları kayaların üzerinden süzülerek çocuk misafirleri için de doğal göletler oluşturmuş.
Gezimizin sonuna yaklaşırken fabrika satış noktalarından çay alıp çay demleme konusunda yeni bilgiler edinip Rize bezinden hediyelikler seçiyoruz.
Evimize dönünce Rize çayımızı demleyip içerken bakalım hangi yeni rotaların planlarını yapacağız? O zamana dek Allah’a emanet olun. Duayla kalın, doğada kalın...