Makale

Zor Zamanlarda Bir Haneye Misafir Olmak

Zor Zamanlarda
Bir Haneye Misafir Olmak

Şükrü Kabukçu
Afyonkarahisar İl Müftüsü

Depremle ilgili alınması gereken tedbirleri anlatan bir reklam filmi vardı televizyonlarda. Depremde evleri yıkılan bir aile, tanıdıklarına veya yakınlarına sığınıyor; tabii olarak evde lavabo gibi ortak kullanım mekânlarında zorluklar oluyordu. Reklam ana fikrinde sigorta yapsaydınız böyle zorluk çekmezdiniz demeye getiriyordu.
Reklamların dili biraz yalın ve keskin olur. Zihinlere bir şeyleri/mesajları kazımaya çalışır. Elbette dünyevi tedbirler almak herkesin ortak görevidir. Ayrıca biz Müslümanların tevekkül anlayışı da zaten açıktır. Deveyi sağlam kazığa bağlayıp sonra yaratıcıya sığınmak olarak özetlemişiz bu anlayışı.
Meydana gelen deprem veya sel gibi bir felaket karşısında duruşumuz nedir? Alınması gereken dünyevi tedbirleri aldık, buna rağmen maddi hasarlı veya can kaybına sebep olan bir olay ile karşılaşırsak ne yapacağız? Fert ve toplum olarak sıkıntılı ve zor zamanlara dair zihnî ve maddi hazırlığımız mutlaka olmalıdır. Ama bir musibet karşısındaki duruşumuz elbette son derece önemlidir. Çünkü biz “Sabır dediğin, felâketle karşılaştığın ilk anda dayanmaktır.” (Buhârî, Cenâiz, 32, 43) buyuran bir Peygamber’in (s.a.s.) ümmetiyiz.
Zor zamanlarda akrabalık, komşuluk ve arkadaşlık gibi değerlerimizin devreye girmesi gerekmiyor mu? Bir Müslüman’ın sıkıntısını gidermek, ona yardımcı olmak imanımızın bize yüklediği temel hasletlerden değil mi? Hiç tanımasak bile diğer Müslümanlara/insanlara zorda kaldıklarında yardım etmek gibi bir görevimiz yok mu? Belli bir süre aynı mekânı paylaşmak, bu sebeple bazı sıkıntıları göğüslemek zorunda kalsak bile onları rahat ettirmek gibi ahlaki bir sorumluluğumuz yok mu?
Biz millet olarak zor günlerde Balkanlardan ve Kafkasya’dan gelen dindaş ve soydaşlarımıza kapımızı açmış ve soframızda yer ayırmış iken hâlen yanı başımızdaki coğrafyalardan kopup gelen kardeşlerimize kapılarımızı açmadık mı? Bunlar romanlarda anlatılan sahneler değil, yaşanmış ve hâlen de yaşanmakta olan güzelliklerdendir.
Yardımlaşma, hediyeleşme, misafir etme, paylaşma, ikram etme, dertleşme, infak etme, sadaka, diğerkâmlık, karz-ı hasen, ödünç verme gibi kavramlar hayatımızda olmaz ise, bunların yerine bize ait olmayan kavramlar gelecektir ve geliyor da zaten.
Bir toplumun kendi zihin kodlarında bugün ve geleceğe dair oluşturduğu kurgular ve detaylar, o toplumu şekillendiren temel faktörlerdir. Mesela, zorda kalan bir insanın elinden tutmak için tanıdık olması, aynı dinden olması, aynı dili konuşması ve aynı ülkenin vatandaşı olması gibi ön şartlarımız yoktur. İnsan olması yeter. Özellikle afet zamanlarında aksayan birçok yönümüze rağmen hiç tereddüt etmeden ortaya koyduğumuz yardımlaşma ve dayanışma en önemli hazinelerimizden birisidir.
Kurduğu medeniyette sadaka taşları gibi (bizim dışımızdaki insanların hayal bile edemeyeceği) bir pratiğe sahip olan toplumların, bir konuyu, toplumu bilinçlendirmek için bile olsa, tarihî geleneğimiz ve tabii değerlerimizle bağdaşmayacak bir şekilde işlemesi kabul edilemez bir husustur. Bırakın zorda kalan insanları, zorda kalan leyleklere varıncaya kadar vakıflar kuran bir medeniyetin çocuklarıyız.
İçinde yaşadığımız zamanın imkânları elbette bizim için de önemlidir. Ancak bu durum bizim var olan ve kıyamete kadar devam edecek temel ahlaki ölçülerimizi asla göz ardı etmemize yol açmıyor.
Devlet kurumları ve STK’lar kendi üzerine düşeni yapmalı ve yapmakta da zaten. Ama bizler fert veya aile olarak da yardıma ihtiyaç duyan ile ilgilenme konusunda üzerimize düşeni yapmalı ve bu konuda zihnimizi diri tutmalıyız. Anadolu’nun birçok yerinde muhacir köylerinin varlığı, farklı coğrafyalarda zorda kalan dindaş ve soydaşlarımıza el uzattığımızın göstergesidir.
Biz zekâtı ve fıtır sadakasını anlatırken ihtiyacı olanlara karşı sorumluluğumuzu hatırlamıyor muyuz? Özellikle sadaka konusunda Hz. Peygamberin öğrettiklerine baktığımız zaman sadaka yoldaki taşı kaldırmaktan tebessüm etmeye hayatın her alanında var olması gereken bir değerdir. Yani sadaka, ihtiyaç sahibi birine bir miktar maddi yardımda bulunmaktan ibaret değildir. Bu şekilde sınırlamak eksik olur. Sadaka, kişinin sadakatini ortaya koyan davranışlar bütünüdür. Bu sebeple biz, evimize gelen misafire ne güzel bir isim vermişiz: Tanrı misafiri!