Makale

Nasip Vadisinde “Söz” İmtihanı

Nasip Vadisinde “Söz” İmtihanı

Büşra Küçüksucu

Etrafını boydan boya servi ağaçlarının kapladığı bu huzurlu vadinin ziyaretçisi çok olurdu. Yalnız, ziyaretçiler ne vadinin ortasından akan billur suyun ne yemyeşil ve temiz çimlerin ne de masmavi duru güzelliğiyle gülümseyen semanın hatırına gelirlerdi buraya. Bu vadinin misafirleri, vadinin güneşi saydıkları âlim bir zatı ziyaret için aşarlardı onca uzun yolu. Bir tutam duayı ömürlerine katık yapmaya, kıymetli bir nasihati kulaklarına küpe etmeye niyet ederek gelirlerdi.
Tatmayan ne bilsin balın lezzetini? İçinde kötülük besleyip her işi maddi çıkara bağlayanlar, “O köyde bir iş var, gidenler hazine buluyor olmalı.” diye bir dedikodu yayıp vadiye olan rağbetin sebebini maddi çıkarlara bağladılar. Hâl böyle olunca maddi ya da manevi nasibini arayan insanlar akın akın bu vadiye gelmeye başladılar. Zamanla “Nasip Vadisi” adını alan vadinin nezaheti yıprandı. Bu kozmopolit ortamda âlim, ehlini tenakuz, münakaşa ve ihtilaftan korumak için yakınlarını ince eleklerden süzerek seçiyordu. Daha önce köy halkından kötü huylu biriyle tanışmamış olan ailesi ise dedikoduların alıp başını gittiği bu karışık ortamda dahi cennet bahçesini andıran evlerinde âdeta zırhtan bir fanusun içindelerdi.
Ancak evin büyük kızı Hatice serpilip güzelleşmiş, artık bu fanustan ayrılıp kendi yuvasını kurma yaşına gelmişti. Her ne kadar evinde huzur ve sükûnetin refah gölgesinde yaşasa da o da yaşı gelen her kadın gibi kendi düzenini kurmak, çocuk sahibi olmak istiyordu. Ne Hatice hicap perdesini aşıp bu hacetini dile getirebiliyor ne de Nasip Vadisi’nin genç delikanlıları, ahlakıyla maruf bu hanımefendiye talip olmaya cesaret edebiliyorlardı. Hatice’nin diline getiremediği derdini gönül gözüyle teşhis eden babası köye haber saldı:
-Ahlakına güvenen kızıma talip olarak ziyaretime buyursun.
Kısa sürede tüm vadi halkına yayılan haber için gençler çeşitli hazırlıklara başladı. Kimi oruç tutup nefsini terbiye ile arınma yolunu seçti kimi teheccütlere kalkıp dualar etti. Kozmopolit dedik ya; kimi de saç sakal tıraşı olup çeşitli diyetler yaparak fiziğine yatırım yaptı.
Nihayet Hatice’nin ilk talibi bu kıymetli hanımın babasını ziyarete geldi. Bu talip, komşu köyün genç reisiydi. Giyim kuşamı ve makamı ile heybetli, iç âlemi ise herkesten gizliydi. Onun talip olarak gittiğini duyan ahali çoktan Hatice’den ümidini kesmişti.
O akşam birinci talip tam söze başlayacakken kapının tokmağı hızla vuruldu. Kapıyı açmak için müsaade isteyen talebesini Hatice’nin babası eliyle durdurarak:
-Dur bakalım! Kapıyı misafirimiz açsın, dedi.
Kapı açma işi, köy reisi olan birinci talibin gururuna ağır gelse de, bir taraftan da içinde “Şimdiden beni ev halkından görmeye başladı.” diye gizli bir sevinç duydu. Kapıyı açtığında üstü başı perişan, heybesi söküklerle kaplı, üzerinde yol izleri olan garip bir kimseyle karşılaştı:
- Duydum ki burası bir gönül erinin evidir. Yoldan gelen bu garibe yardım etmez mi kendisi?
Öfkeden damarları belli olan birinci talip:
-Bugünü mü buldun be adam! Git, sana verecek ekmeğimiz yok bizim! Burası gönül doyurur, karın değil, diyerek kapıyı yüzüne sertçe kapattı.
Odaya döndüğünde başını öne eğmiş ev sahibi usulca yerinden kalktı:
- Buraya kadar zahmet ettin evladım. Nasibini başka yerde ara, dedi bulutlar inmiş bakışlarını birinci talibin gözlerine değdirerek. Bakışlarının tesirinden gönlündeki gurur buzlarının eridiğini hisseden adam hüzünle çıktı evden.
Ertesi akşam köyde esnaf olan bir adam geldi Hatice’ye talip olarak. Yine tam söze başlayacakken kapı çaldı. Ev sahibi, kapıyı açmak üzere yine talibi gönderdi. Dünkü hadiseyi duyan adam, temkinli gitti kapıyı açmaya. Bir taraftan da içinden “Burası küçük yer, olaylar hemen yayılır. Ne şanslı adamım be! Kibar konuşup imtihanı geçeceğim. Biraz tatlı dille adamı başımdan gönderirim. Şimdi onu içeri davet etsem mihrak noktası dilenci adam olur. Bizim mevzu uzamasın.” diye geçirdi. Kapıyı açtığında dilenci aynı sözleri ona da söyledi:
- Duydum ki burası bir gönül erinin evidir. Yoldan gelen bu garibe yardım etmez mi kendisi?
- Doğru duymuşsun yolcu kardeş. Sana yardım etmeyi çok isterdik ama evde hiç yemek yok. Bugün git yarın gel, diyerek adamı geçiştirmek için usulca kapıyı kapattı. Odaya döndüğünde ev sahibi onu da nezaketle evden uğurladı.
Üçüncü gün köyün meşhur berberi geldi üçüncü talip olarak…
O da tam konuya girecekken kapı çaldı. İlk iki günde olanları duyan berber kendisini tecrübeli hissederek âlimin izniyle kapıyı açmaya gitti. Kapıyı açtığında dilenci ile karşılaştı:
- Duydum ki burası bir gönül erinin evidir. Yoldan gelen bu garibe yardım etmez mi kendisi, dedi.
Berber, samimiyet dolu bir görüntüyle karşısındaki yolcuyu kucakladı:
- Tam yerine geldin kardeşim. Buyur içeri gel. Sana güzel bir çorba içirir, taze de ekmek yediririz. Burası hem gönülleri hem de karınları doyurur. Hoş geldin güzel dost! Diyerek gösterişli bir şovla içeri aldı.
Bakışlarıyla içeri giren misafire “Hoş geldin.” diyen ev sahibi, üçüncü talibi de reddederek evden gönderdi.
Üç talibin reddedilmesinden sonra uzun süre kimse üstadın kapısını çalmaya cesaret edemedi. Ta ki âlimin namını duyup köyler aşarak gelen genç öğretmene kadar… Asıl amacı âlimin duasını almak olan bu öğretmen, âlimin kızı için gelen talipleri de misafir olarak kabul ettiğini duyunca mübarek bir zata damat olmak heyecanıyla o akşam Hatice’yi istemeye gitti. Diğer taliplerin geçtiği imtihandan habersiz, “O mübarek aileye layık olabilir miyim?” mahcubiyetiyle çaldı kapıyı. Kapı açıldı, tevazu ile eve girip oturdu. Tam konuya girecekken kapı çaldı. Ev sahibi, kapıyı açması için dördüncü talip olan öğretmeni gönderdi. Kapıyı açtığında dilenciyle karşılaşan öğretmenin yüreği acıyla sızladı. Dilenci:
- Duydum ki burası bir gönül erinin evidir. Yoldan gelen bu garibe yardım etmez mi kendisi, dedi.
Öğretmen:
- Ey garip yolcu! Sana yardım etmeyi çok isterdim. Ancak ben de burada misafirim. Bahsettiğin zat içeridedir. Ona danışıp sana döneceğim. Burada bekle, diyerek içeri girdi.
Oturduğu yerde tebessümle ona bakan âlim, ayağa kalkıp kucağını dördüncü talip olan öğretmene açtı. Bundan sonra Hatice’m sana emanettir.
- Ama… Ama… diye taaccüple ne söyleyeceğini bilemeyen öğretmeni yanına buyur etti. Ev ahalisi de olanları perdenin arkasından dinliyordu.
Âlim konuşmaya başladı:
- Söz, kişinin özünü gösterir. Ağzından dökülenler, senin içinde olanın habercisidir. Peygamber’imizin (s.a.s.) buyurduğu gibi: “Her kap, içinde olanı sızdırır.” Kişi en çok da seviye olarak kendisinden aşağıda olduğunu düşündüğü insanlarla konuşmasında belli eder karakterini.
Birinci talip; kaba, kibirli, sinirli üslubuyla karakterini gösterdi.
İkinci talip; sözünü süsledi, güzel söyledi ancak yalan söyledi.
Üçüncü talip ise fazla cüretkâr davrandı. Mal ve ev kendisinin olmadığı hâlde gözümüze girip maksadına hâsıl olmak için, sahibi olmadığı malın vadinde bulundu. Onlara güvenemezdim.
Ama bu evladımın ise aklına gelen ilk şey, istişare oldu. İstişareyi kendine harita bilenin yolu kolay olur. Onunla yolda yürüyen hayat arkadaşının da yolu güzelleşir. İstişare; Peygamber’imizin (s.a.s.) başlıca sünnetlerindendir. Ve sözü güzel söyleyip kalp incitmemek insani vasıfların en güzellerindendir. Sen buradaki imtihandan haberin olmadığı hâlde, özündeki güzelliği sözünle bize ispat ettin. Ömrün güzel bir söz kadar akıcı ve kalıcı olsun evladım!