Makale

ZEKÂT: KULLUĞUN GÖSTERGESİ CANIN VE MALIN SİGORTAS

ZEKÂT: KULLUĞUN GÖSTERGESİ CANIN VE MALIN SİGORTASI

Dr. Muhlis AKAR
DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

İslam’ın beş temel esasından biri olan zekât, dinin belirlediği miktarda ve nitelikte mala sahip olan varlıklı müminin, ihtiyaç sahiplerine ulaştırmakla yükümlü olduğu mali bir ibadettir. Mümin mali ve bedeni ibadetleri sırf Allah rızası için yapar. Bununla birlikte bedeni ibadetler gibi mali bir ibadet olan zekât ibadetinin de bireysel ve toplumsal hayatımız açısından birçok hikmet, hedef ve kazanımları vardır. Bunlardan bazılarını şöyle ifade edebiliriz:
Zekât her şeyden önce Allah’a ibadet ve kulluk eylemidir. Rabbin varlıklı kuluna emri, dinin beş temel esasından biridir. Çünkü zekât vermeyi emreden Yüce Allah’tır. Kulun görevi öncelikle emrolunduğu yükümlülükleri hakkıyla eda etmektir. Bu nedenle Müslüman kişi helalinden kazandığı mal ve servetini sırf Allah rızası için infak ederek kulluk borcunu ödemeli, böylece verilen her bir nimetin şükrünü kendi cinsinden yerine getirmelidir. Zekât da Allah’ın verdiği mal ve servete sunulan bir teşekkürdür. Kul, zekât ibadetini eda etmekle nimetin asıl sahibine karşı şükür borcunu ödemiş olur. Nimetlere şükretmek ise dünyada onları koruyup artırdığı gibi ahirette de sahibini ebedî mutluluğa eriştirir.
Zekât verme bilincinde olan kişi, zenginliğin ilahi bir sınav olduğunu, bugün sahip olduğu nimetlerin şükrünü eda etmezse yarın elinden gidebileceğini tefekkür eder. (İbrahim, 14/7.) Nice toplulukların şükürsüzlükten dolayı ellerindeki nimetleri kaybettiklerini aklından hiç çıkarmaz. (Sebe, 34/17.) Allah kendisine nasıl ihsanda bulunmuşsa, o da başkalarına öyle ihsanda bulunur. (Kasas, 28/77.) Zekât alan kişi ise asıl nimeti verenin Allah (c.c.) olduğunu, ancak bu nimetin ulaştırılmasında varlıklı kişilerin vasıta kılındığını bilir. Yüce Allah’a karşı şükran borcunu ödemesinin yanı sıra, kendisine nimeti ulaştıran kimselere de sevgi ve saygı duyar. Sevgili Peygamber’imiz (s.a.s.) bu hususta şöyle buyurmuştur: “Kalpler iyilik yapana karşı sevgi duyar, kötülük yapandan da nefret eder.” (Beyhakî, Şuabü’l-Îmân, VI, 481, 8983.)
Şayet varlıklı kişiler cimrilik eder, zekât ve sadakalarıyla muhtaçları görüp gözetmezlerse, o takdirde kimi yoksulların öfke ve hasetlerinin tahrik olmasına sebebiyet vermiş olurlar. Peygamber’imiz (s.a.s.) değişik hadislerinde bu konuda ümmetini uyarmışlardır: “Cimrilikten sakının, çünkü sizden öncekiler cimrilik sebebiyle helâk oldular. Cimrilik onları, vermemeye sevk etti de vermediler, akrabaya iyiliği kesmeye sevk etti de ilişkilerini kestiler, (mal toplamak için) günah işlemeye sevk etti de günah işlediler." (Ebu Davud, Zekât, 46.) “Cimrilikten sakının. Çünkü cimrilik, sizden öncekileri birbirlerinin kanını dökmeye ve kendilerine haram kılınanları çiğnemeye sevk ederek helâk etti.” (Müslim, Birr, 56.)
Bu bakımdan İslam’ın beş temel esasından biri olan zekât ibadeti, fertleri mala karşı aşırı düşkünlük ve cimrilik hastalığından koruyup cömertlik erdemine kavuşturduğu ve onları manen arındırdığı gibi aynı zamanda muhtaçların kin, nefret ve hasetlerinden de korur.
Cömertlik erdemine ve paylaşım ahlakına sahip olan müminler ise sadece kendileri için yaşamaz, başkaları için de fedakârlıkta bulunurlar. Sahip oldukları mal varlığını gerek zorunlu olan zekâtla, gerekse sadaka şeklindeki diğer gönüllü yardımlarla ihtiyaç sahibi mümin kardeşleriyle paylaşır, onlarla aralarında merhamet, meveddet, muhabbet ve güven bağları kurarlar. Zira gerçek Müslüman bencil olamaz ve “Ben tok olayım, başkasının açlığı beni ilgilendirmez.” diyemez. En yakınından başlamak üzere toplumun her kesimindeki muhtaçların acı ve ıstırabını yüreğinde hisseder.
Diğer yandan helalinden kazanılmış maldan hak sahiplerinin hakları zekât olarak verileceği için varlıklı kişinin mal ve serveti de manen temizlenecektir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber’e müminlerin mallarından zekâtlarını alarak onların kendilerini ve mallarını temizlemesi emredilmiştir: “Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekât) al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (Onların kalplerini yatıştırır.) Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Tevbe, 9/103.) Bu ayette geçen temizliğin, bireysel, toplumsal ve mali yönden arınma şeklinde üç boyutunun olduğunu söylemek mümkündür. Zekât vermekle bunların hepsi gerçekleşir. Zekât kelimesi ifade ettiği temizlik, bereket, artma gibi esas anlamı itibarıyle öncelikle mal için manevi bir temizlik vasıtasıdır. Çünkü zekâtta fakir ve yoksulların hakkı vardır. (Zariyat, 51/19.) Bu yüzden varlıklı kişi toplumda yardıma muhtaç olanlara ödemekle yükümlü olduğu dinî/mali borcunu ödemedikçe sorumluluktan kurtulamaz ve helalinden kazandığı mal ve servetini ihtiyaç sahiplerinin haklarından arındıramaz. Peygamber’imiz (s.a.s.) bir hadislerinde, "Yüce Allah zekâtı ancak, sizin geride kalan mallarınız, servetleriniz tertemiz olsun diye farz kılmıştır." (Ebu Davud, Zekât, 32.) buyurarak zekâtı verilmeyen malın temizlenemeyeceğini, çünkü o malda muhtaçların haklarının bulunduğunu açıkça beyan etmişlerdir.
Zekât, kişisel, toplumsal ve mali yönden arınmaya vesile olmasının yanı sıra toplumda sosyal dayanışma ve sosyal güvenliğin sağlanmasına, hatta ekonomik yapının canlanmasına da katkı sağlar. Çünkü ihtiyaç sahipleri, kimsesizler, borçlular, zekâtla korunup desteklenmekte, böylece onlara sosyal güvence sağlanmaktadır. Diğer bir ifadeyle zekât sayesinde toplumun varlıklı kesiminden yoksul kesimine doğru mal ve gelir transferi yapılmakta, alan ile veren arasında gönül köprüleri ve kalıcı dostluklar kurulmaktadır. Sevgili Peygamber’imizin, “Zekât, İslam’ın köprüsüdür” (Kenzü’l-Ummâl, VI, 293, 15758.) hadis-i şerifi de bu duruma işaret etmektedir.
Zekât, fitre, sadaka ve vakıf gibi müesseseler işletilerek toplumda açlık, yoksulluk ve fakirlik problemine de önemli oranda çözüm bulunabilir. Böylelikle farklı toplum kesimleri arasındaki nefret, kin, hırs, haset ve düşmanlık gibi olumsuz duygu ve düşüncelerin yerini, karşılıklı anlayış, sevgi, saygı, toplumsal huzur ve barış alır. Yağmalama, hırsızlık, dilencilik gibi insan onurunu rencide eden birçok olumsuz tutum ve davranışın önüne geçilir. Toplumda mala ve cana karşı işlenen suçlar azalır, böylece can, mal, nesil ve servet korunmuş olur.
İktisadi açıdan da zekât, servetin belli bir kesimin elinde dönüp dolaşan bir güç haline dönüşmesini engelleyen en önemli araçlardan biridir. Çünkü zekât, serveti sadece zenginlerin ellerinde bir güç olmaktan çıkarıp fakir ve muhtaçların istifadesine sunmakta; böylece insanların alım güçlerini artırarak ekonomik hayatı canlandırmakta; mal ve hizmet üretimini teşvik ederek istihdama olumlu katkı sağlamaktadır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “Allah’ın, (fethedilen) memleketlerin ahalisinden savaşılmaksızın peygamberine kazandırdığı mallar; Allah’a, peygambere, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. O mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet (ve güç) haline gelmesin diye (Allah böyle hükmetmiştir)…” (Haşr, 59/7.) Ayet-i kerimede geçen “O mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dönüp dolaşan bir servet (ve güç) haline gelmesin” ifadesi, toplum olarak elde edilen ve üretilen mal ya da servetin belirli kişilerin ellerinde tedavül edip kalmaması, sosyal adaletin sağlanması ve refahın geniş kitlelere yayılması gerektiğini vurgulamaktadır. Zekât ise burada dile getirilen hedefin gerçekleştirilmesinde ve servetin tabana yayılmasında en etkili araçlardan biridir.
Görüldüğü gibi İslam, bir taraftan meşru yollardan çalışmayı, kazanmayı ve üretmeyi esas alırken diğer taraftan da başta zekât olmak üzere çeşitli yardım vasıtalarıyla ihtiyaç sahiplerine maddi destek sağlanmasını öngörür. Tevbe suresinde bu konu açıkça ifade edilmektedir: "Sadakalar (zekâtlar), Allah’tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayan memurlar, kalpleri İslam’a ısındırılacak olanlar, bir de (özgürlüğüne kavuşturulacak) anlaşmalı köleler, borçlular, Allah yolunda cihat edenler ve yolda kalmış yolcular içindir…” (Tevbe, 9/60.) Böylece kendilerine zekât verilmesi emredilen bu sınıfların hepsi, İslam’ın yaşandığı bir toplumda sosyal güvenceye kavuşmuş olmaktadır.
Ayrıca İslam’da veren el alan elden daha hayırlıdır. Daha hayırlı bir konuma yükselmek isteyen müminlere zekât ibadetiyle âdeta şu mesaj verilir: “Helal yollardan çalışın, üretin, kazanın ve bir gün siz de veren el, hayır hasenat yapan el olun. Günde beş vakit namazınızı eda ettiğiniz gibi hiç olmazsa yılda bir kez de zekât ibadetini eda ederek sosyal ve ekonomik sorumluluklarını yerine getiren, fakir fukarayı, garip gurebayı, yetim ve öksüzü sevindirip onların yüzlerini güldüren, dualarını alan müminler kervanına siz de katılın da ömür boyu zekât ibadetinden mahrum kalmayın.”
Özetle ifade edecek olursak;
Zekât, dinen zengin olan Müslümanın zimmetinde bulunan ve ihtiyaç sahiplerine ait olan bir haktır. Allah’ın verdiği mal ve servete bir teşekkürdür. Kul zekâtını vermekle nimetin asıl sahibi olan Yüce Allah’a karşı ibadet ve şükür borcunu ödemiş, mal ve servetini ahiret yatırımına dönüştürmüş olur.
Zekât, fertleri mala karşı düşkünlük ve cimrilik hastalığından koruyup cömertlik erdemine kavuşturur; kulun gönlünü manevi kirlerden, servetini de ihtiyaç sahiplerinin haklarından arındırır.
Zekât, fitre, sadaka ve vakıf gibi müesseseler işletilerek toplumda açlık, yoksulluk, fakirlik ve dilencilik problemine büyük oranda çözüm bulunabilir. Böylelikle can, mal, nesil ve servet güvenliği sağlanmış olur.
Zekât ve sadakalar sayesinde, İslam toplumunun varlıklı kesiminden yoksul kesimine doğru mal ve gelir akışı sağlanır; alan ile veren arasında sevgi bağı ve gönül köprüleri kurulur, kalıcı dostluklar inşa edilir.
Mali bir yükümlülük olan zekât, kardeşlik ve paylaşma duygularını geliştirir. Zekâtını veren zengin, servetini mümin kardeşiyle paylaşmanın hazzını ve huzurunu yaşar. Böylece zekâtın tam olarak verildiği toplumlarda huzur hâkim olur. Yoksul ise zengin kardeşinin malına kötü gözle bakmaz, o malı kendi gözü ve malı gibi koruyup kollar.
Zekât, serveti zenginlerin elindeki bir güç olmaktan çıkarıp fakir ve muhtaçların da istifadesine sunarak ihtiyaç sahiplerini sevindirdiği gibi; insanların alım güçlerini artırıp ekonomik hayatı canlandırır; dolayısıyla mal ve hizmet üretimini teşvik ederek istihdama olumlu katkı sağlar. Piyasadan çekilmiş olan mal ve serveti yeniden ekonomiye kazandırır.
İslam’da veren el alan elden daha hayırlıdır. Daha hayırlı bir konuma yükselmek isteyen mümin, zekât bilinci sayesinde kendisi de helâlinden çalışıp kazanmaya ve üretken olmaya gayret eder.