Makale

RÜYA GERÇEĞİ

KAFAMA TAKILANLAR
RÜYA GERÇEĞİ
Hocam, kafama takıldı, nedir bu rüya?
İnsanoğlunun varoluşundan itibaren temel gerçekliklerinden biri, uyanıkken hayal, uykudayken rüya görmesidir. Cinsiyeti, ırkı, dini, düşüncesi, statüsü ve mesleği ne olursa olsun bu gerçek, insan olmanın en genelgeçer ve değişmez özelliğidir. Rüya görmeyen veya gördüğü rüyadan etkilenmeyen insan yok gibidir. Herkes rüya görür ve herkes rüyasından olumlu ya da olumsuz etkilenir. Çünkü kişi, rüyanın ana aktörüdür. O, rüyasındaki senaryonun başkahramanıdır. Kimi zaman kaçan kimi zaman kovalayan, düşerken canhıraş çığlıklar atan, yükselirken yerden kopuşun yürek çırpıntısını, yere çakılırken ölümün soğuk yüzünü yaşayan; buluşmanın sevincini, ayrılmanın hüznünü aynı anda ve aynı mekânda tecrübe eden esas oğlan veya esas kızdır insan rüyada.
Tam da bunu anlamak istiyorum.
Rüyayı anlamak o kadar kolay değil. Çünkü onun sırrı henüz çözülebilmiş değil. Birçok insan gelip geçmiş, birlerce kitap yazılmış; her köşe başında, her sohbet mekânında, her kahve ortamında rüyalar anlatılmış, konuşulmuş ve yorumlanmış ama hiç kimse bu bilmecenin sırrına tam vakıf olamamış. Sırrına erdim diyenlerin söylediklerini, başka sırrına erdim diyenler çürütmüş ve bütün söylenenler tarihin arşiv torbasına atılmış. Peygamberler de rüyalar görmüş, ilahî kitaplara girmiş, ibadet mekânlarında konuşulmuş ama bir tarafından bu gerçek, sır olmaya devam etmiş. Yüce Rabbimiz bu sırrı tam olarak açmamış, bir yerinden açarken diğer yanından kapalı bırakmış.
Nedendir bütün bunlar?
Cevap açık. Çünkü bu dünya imtihan alanıdır. Sırlar bütünüyle açıldığında en büyük sır olan imtihan sırrı faş olur ve dünya hayatının bir anlamı kalmaz. Bakıldığında, hayatın bir yarış olduğu bütün açıklığı ile görülür. Yarışın içindeki gizemli mekânlar ve zamanlar, merakları kabartır, heyecanı artırır ve insanı sürükleyip götürür. Yarışın olmaması, hareketin bitmesi ve insanın yerine çakılıp kalmasıdır. Rüya, insanın uykuda bile boş durmadığının, koştuğunun, kovaladığının, iniş ve çıkış parkurunda hayalî de olsa sürekli hareket halinde olduğunun bir göstergesidir. Öyleyse uyanık bulunulan zamanlar gibi uykuda geçirilen zamanlar da bir o kadar önemli ve gerçektir.
Peki bizim rüyadaki konumumuz nedir?
Rüya aslında insanın iradesiyle doğrudan alakalı bir olaydır. Çünkü Yüce Allah insanı sadece cüzi iradesinden sınamaya tabi tutmaktadır. Bunun gereği olarak da bu cüzi iradeye hiçbir kısıtlama getirmemiştir. Çünkü kısıtlama, baskı anlamına gelirdi. Bunun böyle olması, Allah’ın hikmeti ve adaleti gereğidir. Bu yüzden insanın iradesine ne Yüce Allah’ın kendisi müdahale etmiş ne de bir başkasının müdahalesine izin vermiştir. Sadece insana yönelik tavsiye ve telkin söz konusu olmuştur. Bu tavsiye ve telkin rahmanî olabileceği gibi şeytanî de olabilir. Peygamberlerin ve meleklerin telkini rahmanî, şeytanın vesvesesi ise şeytanîdir. Ancak bunlar insanın iradesini baskılayan hususlar değildir. Çünkü baskının olduğu yerde özgürlükten bahsedilemez. İnsana yapılan telkin ve tavsiyeleri, antrenörün veya seyircinin saha kenarından veya tribünlerden oyuncuya seslenişlerine benzetebilirsiniz. Oyuncu bütün hareketlerini özgür iradesiyle gerçekleştirir. Dışardan gelen telkinler, iyi ya da kötü yönde etkileyici olabilir. Ancak neyin ne kadar etkileyeceğine oyuncunun kendisi karar verir. Antrenörün saha kenarından verdiği taktikler bile oyuncunun iradesine göre sahaya yansır. İsterse onun taktiklerini bile reddedebilir oyuncu. Tribünlerden gelen her sese göre hareket eden oyuncu asla başarılı olamaz. Hayat da böyledir. Yandan, yöreden, yakından, uzaktan, içerden veya dışardan birçok telkin gelir insana. Onları seçmek, almak ve uygulamak kişinin iradesine bağlıdır. Bununla birlikte Yüce Allah insanın cüzi iradesini kısıtlamazken gücünü sınırlamıştır. Bu yüzden Allah, insanları kısıtlı güçlerinden değil, kısıtlamadığı iradelerinden yani niyetlerinden sorumlu tutmaktadır. Ulu Peygamber’in “ameller niyetlere göredir” hadisi de bunu destekler. Sözgelimi Firavun, iradesiyle gücünü aşan Tanrılık iddiasında bulunmuştu. Bu iddiasına gücünün yetmediğini ancak boğulurken anlayabildi. O zaman da iş işten geçmiş oldu. İşte böyle gücün sınırına çarpan irade tuzla buz olur; erir, akar kaybolur gider. Anlayacağınız güçle uyumlu olmayan irade, hayal olarak kalır. Bu hayallerin gece uykuda gerçekleşenine de rüya denilir.

Rüyanın değeri nedir o halde?
Bilesin ki uyanıkken hayallerin değeri neyse uykudaki hayallerin değeri de odur. Bazen çok sevdiğimiz bir kişinin boynuna sarıldığımızı, bir nesneyi elimize aldığımızı hayal eder, heyecanlanırız, sevincimiz yüzümüze yansır hatta zaman zaman kendi kendimizle konuşuruz. Böyle hayal ekranında beliren görüntüye mutlu mesut seyre dalmışken gerçek duvarına tosladığımızda bütün sevincimiz ve heyecanımız adeta kursağımızda kalıverir. Elimizden bir şey gelmez; göz görür, gönül ister ama gücümüz yetmez. Hayalimiz avucumuzun içinden adeta kayıverir gider. Ya da uykudan uyanırız, rüyamız biter. Şairin dediği gibi:
Farzet bir rûyâydı, uyandım bitti,
Farzet bir hayâldi, kayboldu gitti…
Peki bunun hiç gerçekliği yok mu?
Elbette vardır. Doğrusu da budur. Uyanıkken oluşan hayal, bir gerçeklik olduğu gibi uykuda görülen rüya da bir gerçekliktir ve ilahî imtihanın bir parçasıdır. Uyanıkken hayallerimize olduğu gibi uyurken rüyalarımıza ilahî, rahmanî veya şeytanî birtakım etkiler olabilir. Bu yüzden meleğin ilhamıyla rahmanî rüyalar, şeytanın vesvesesiyle de şeytanî rüyalar gerçekleşir. Tabi ki, bu etkilerin bizim davranışlarımıza veya sözlerimize yansımaları kaçınılmazdır. Eğer kişi hayallerinden veya rüyalarından hareketle bir şeyler yapmaya kalkışırsa, işte bu kalkışma anından itibaren imtihan başlıyor demektir. Yoksa hiç kimse, söz ve eyleme dönüşmemiş bir hayalinden veya rüyasından sorumlu tutulamaz.
Peygamberler de rüya görmüşler?
Doğrudur, bazı peygamberlerin rüyaları Kur’an’da zikredilmiştir. Hz. Peygamber’in de rüya gördüğü ve rüya yoluyla vahiy aldığı sağlam kaynaklarda geçmektedir. Buradan hareketle rüyanın tekdüze bir olay olmadığı, birçok çeşidinin bulunduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Öyleyse çeşitlerine göre rüyaların ayrı ayrı değerlendirilmesi ve ona göre anlam yüklenmesi gerekmektedir. Her rüyaya aynı değeri ve anlamı yüklemek, gerçekçi ve gerçek dışı hayalleri aynı kefeye koymak gibidir. Nitekim gerçeğe yakın hayaller olduğu gibi gerçek dışı hayaller de söz konusudur. Hayallerin gerçeğe yakın olanları geleceğe dönük plan ve programlardır. Rüyaların da gerçeğe yakını olabilir. Ancak bunun hangi çeşidinin ve ne kadarının gerçeğe yakın olduğunu bilmek çok kolay değildir. Kur’an’da geçen peygamberlerin rüyalarına ve yorumlarına bakarak bunun kolay olduğu zannedilmesin. Onlar peygamberdir yani Allah’tan vahiy alan ve vahiyle konuşan insanlardır. Onların rüya yorumları da vahiy desteğiyle yapılan yorumlardır. Diğer insanlarda bu imkân yoktur. Öyleyse rüyayı anlatırken ve yorumlarken çok dikkatli ve titiz olmakta yarar vardır. Bendeniz bunları Diyanet İlmi Dergi’de yayınlanan makalemde genişçe anlattım. Meraklısı bakabilir. (“Rüyanın Mâhiyeti Bilgi ve Hüküm Değeri” Diyanet İlmi Dergi, 2017, c. LIII, sy: 1, s. 43-62.)

Bu kadar gizemli bir olayın istismarı da mümkündür o halde?
Az önce söylediğimiz gibi, rüyanın gizemli bir yönünün olduğu ve bunu öğrenme yönünde hemen herkeste bir merak bulunduğu gerçektir. İşte bu gizemli yönü dolayısıyla rüya, kötü niyetli insanların elinde bazen bir istismar aracına dönüşebilmektedir. Çünkü rüyalar kişisel, subjektif ve her türlü yoruma açık olaylardır. Bu yüzden test edilmesi ve kontrolü zordur. Bunu bilen kötü niyetli, çıkarcı veya cahil birtakım kimselerin elinde rüyalar, adeta bir silaha dönüşmekte veya kör devenin yürüyüşüne benzer bir işlev görmektedir. Rüyanın bu yönünün de gözden ırak tutulmaması gerekir. Yaşanan bazı olaylar, bu istismarın ne boyutlara götürülebileceğinin ispatıdır. Nitekim rüyalar üzerinden insanların nasıl kandırıldığını daha yakın zamanda 15 Temmuz hain darbe olayıyla hep birlikte gördük…