Makale

İyi ki Öğretmen Olmuşum

İyi ki Öğretmen Olmuşum

18 Ekim 2009

Sabah ezanı daha okunmamıştı. Otobüs terminaline gitmek için erken kalkmam gerekiyordu. Abdestimi alıp bir iki lokma atıştırdım. Ezandan sonra namazımı kıldım. Valizimi alıp düştüm yollara. İstikamet, Nallıhan. Çiçeği burnunda taze bir öğretmen olarak hayat bohçama hangi yaşantıları biriktirecektim acaba…

İlk dersim 10/A sınıfınaydı. Rıza ve Ali beni çok güldürdü. Hacivat Karagöz misali diyalogları var. Birbirlerini çok seviyorlar ama atışmadan da duramıyorlar. Derse renk katıyorlar. Onlarla konuştukça yüzlerindeki sevecen ifadeler, samimi tavırlar büyükşehirdeki yabancılaşmış kalabalıkları aklıma getiriyor. Onların bu hâlini gördükçe mutlu oluyorum.

Öğrencilerimle keyifli geçirdiğim ders saatlerinin ardından nöbetçilik yapacağım MEB kız öğrenci yurduna gitmek için hazırlandım. Yöre halkının ve şehir dışından gelen çocukların kaldığı MEB yurtlarında onlara göz kulak olmaları için öğretmenler görevlendiriliyor. Yurt bizim okulun arkasındaki dağın üzerinde olduğundan oraya gitmek gözümde büyüdükçe büyüdü. Nasıl giderim acaba diye düşünürken öğrendim ki bir hocamızın evi o taraftaymış. Utana sıkıla beni de oraya bırakmasını rica ettim. “Tabii ki” cevabını alınca çok sevindim. Ulaşım aracı sıkıntısı var burada. Ya arabanız olacak ya binde bir geçen otobüse bineceksiniz ya da yürüyeceksiniz.

Yurda vardığımda çok güler yüzlü bir müdür yardımcısı karşıladı beni. Yurttaki görevlerimi, neler yapmam gerektiğini anlattı. Bir sürü genç kızın sorumluluğu, bu görevi ilk defa yapacak olmam beni epey tedirgin etmişti. Bu durum yüzüme yansımış olacak ki tecrübeli ve ileri görüşlü müdür yardımcısı durumumu fark edip teskin etti beni. Ana kapının anahtarlarını verip beni yurtta bana eşlik edecek öğrenciyle tanıştırdı. Adı Hamide. Taa Tokat’tan gelmiş bu cici kız. Oldukça güler yüzlü ama pek konuşmuyor. Anne babasının yüz akı olarak kilometrelerce öteden sınavı kazanıp okumaya gelmiş. Bana yurdu gezdirdi. Yemekhaneden ve temizlikten sorumlu olan Meryem Teyze ve bekçimiz Ahmet Amca’yla tanıştım. Çok şükür üstlendiğim sorumluluklarda yalnız değildim.

Akşam yemeği vakti geldi. Öğrencilerin belirli bir düzen içerisinde yemek yemelerini sağladım. Yemekten sonra ders çalışma vakti, ardından da yoklama ve uyku saati. Koridorda gezerken etrafı bir anda kötü bir koku kaplamaya başladı. Kalorifer borusu patlamış, her yeri su basmıştı. Hemen Bekçi Ahmet Amca’ya ve Meryem Teyze’ye haber verdim. Onlar bu tür durumlara önceden alışkınlar tabii. Yaşadığım şaşkınlık ve telaşı telefondaki sesimden anlamış olmalılar ki: “Yurtta olur böyle şeyler, telaş etmeyin.” diyerek geldiler. Neyse ki Ahmet Amca’mız boruyu tamir etti. Ardından Meryem Teyze’miz de borudan akan suları paspasla temizledi.

“Çok şükür” dedim kendi kendime. Bugünlük bu kadar heyecan yeter bana, diye düşündüm ama erken konuşmuşum. Odaları gezerek öğrencilere yatmaları gerektiğini hatırlattığım sırada kızlardan birinin ranzanın alt katında gözyaşlarına boğulduğunu fark ettim. Arkadaşları başına toplanmış onu teselli etmeye çalışıyordu. Kızlar burada ailelerinden uzakta oldukları için kendilerini buruk hissediyorlardı. Şimdi içlerinden biri belli ki sığınacak bir liman arıyordu. Bu liman da bugün ben oldum. Ona sarılıp biraz sakinleşmesini bekledim. Annesinin vefat ettiğini, babasının kamyon şoförü olduğunu öğrendim. Selin, babasının kendisini artık sevmediğini düşünüyor, kendisini eskisi gibi arayıp sormadığını bundan dolayı da çok üzüldüğünü söylüyordu. Bunları anlatırken billur billur gözyaşları akıyordu.

Ben de ağlamamak için zor tuttum kendimi. Selin daha on beş yaşındaydı. Annesini kaybetmiş olmanın verdiği acıyla babasını da kaybetme korkusu yaşıyordu. Babasının onu sevdiğinden emin olduğumu, kendisini başka sebeplerden dolayı arayamamış olabileceğini söyledim. Cep telefonumu çıkartıp babasını aradım. Kızının kendisini çok özlediğini söyleyip telefonu Selin’e verdim. Selin içinde biriktirdiği her şeyi babasına anlattı. Uzun uzun konuştular. Kolay değildi tabii ikisinin de yaşadıkları; vefat eden bir eş, bir anne, evlat baba hasreti, ekmek parası, hayat kavgası…

Sonunda Selin’in kalbi ferahlamış kafasındaki yanlış düşüncelerden kurtulmuştu. Yüzünde hafif bir tebessüm… O tebessümle yüreğime dolan huzur ve rahatlama tarif edilemez. Zor saatlerdi benim için. Öğretmenliğin ders anlatmak, sınav yapmak gibi görevlerden çok daha fazlası olduğunun bir tezahürünü yaşadım bu gece.

Gencecik bir yüreğe dokunmak, ruhunun derinliklerindeki acıyı görüp onu paylaşmak, yarasına bir nebze merhem olmak, yol göstermek…

Yoruldum ama olsun! İyi ki öğretmen olmuşum.