Makale

ÖLÜM ÜZERİNE MÜLAHAZALAR

ÖLÜM ÜZERİNE MÜLAHAZALAR

Ercan ATA

Ölüm her şeyin sonu mu, yoksa yeni bir başlangıç mıdır sizce? Herkes farklı bir cevap verebilir bu suale. Bence hem son hem de yeni bir başlangıçtır, dünya hayatımızın sonu, ahiret hayatımızın ise başlangıcı.

İnsanlar, doğar, büyür ve ölürler. Ne kadar basit bir önerme değil mi? Basit ama gerçek. Bu, Yüce Allah’ımızın (c.c.) bir kanunudur. Hiç kimse istese de istemese de bu kanuna muhalefet edemez. Etmeyi aklından geçirse bile sonuç değişmez. O vardır ve insanoğlu kaderinden kaçamaz. Ecele çare yoktur. Ölümsüzlüğü arayanlar beyhude dolanıp durmuşlardır dünya vadisinde. Ne yaparsan yap, ilahi hüküm değişmez. Ölümlüyüz işte…

İnsanoğlu, bilmediği şeylerden korkar. Ölüm de en az bildiğimiz olgulardan birisidir. Belki de bu yüzden ölümün elemli, çok acı verici bir durum olduğunu düşünürüz. Karanlık bir mağaraya girer gibi ya da dipsiz bir kuyuya düşer gibi ölüm karşısında savunmasız ve tedirgin hissederiz kendimizi.

Evet, acıdır; elem vericidir ölüm. Ölüm acısı, dünyada yaşanabilecek acıların en zorudur. Bununla birlikte salih müminler, günahlardan kaçınanlar bu acıyı fazla hissetmeyeceklerdir.

Ölümün hayatımızın sonunda gerçekleşeceğini düşünürüz her daim. Bu zan, insanı rahatlatır. Gaflet denizlerinde yüzen uyurgezerler için ölüm çok uzaktır. Bu düşünce belki de nefsin kurduğu bir tuzaktır bize. İnsan, öleceğini düşünemez asla. Daha zamanı vardır ölümün, ölümü hatırlayıp da huzurunu kaçırmanın sırası değildir şimdi. Bizim önce dünya işlerimizi bir hâle yola sokmamız lazım. Çocuklarımızı okutup iş güç sahibi etmeliyiz. Ardından onların mürüvvetlerini görmeye gelir sıra. Kışlığımızı, yazlığımızı alıp ikinci arabayı da tedarik etmeliyiz yol yakınken. Bir şekilde dünyalık yolumuzu bulabiliriz. Ah, evet ölüm hayatımızın sonunda gerçekleşir belki! Ama bu sonun ne zaman olduğu meçhuldür insan için. Bir an sonra ölüm meleği kapımızı çalabilir. Bir ay, bir yıl, yıllar sonra gerçekleşebilir bu amale. Yüce Rabbimiz, insanların dünya hayatlarını hoşluk içinde güzelce yaşayabilmeleri için ölüm zamanını insanlardan gizlemiştir. Ölümün bizlere; nerede, ne zaman, kaç yaşında, ne şekilde geleceği meçhuldür sizin anlayacağınız.

Ölüm, edebiyatımızda da en çok işlenen temaların başında gelir. Cahit Sıtkı, “ölüm şairi” olarak anılır. Ölüm üzerine en çok düşünenlerden, kafa yoranlardan birisidir belki de. “Otuz Beş Yaş” şiiri ölümün şiiridir aynı zamanda. Otuz beş yaş, yolun yarısıdır şaire göre. Dante gibi hayatının tam ortasında, belki de baharında olduğunu düşünür. Fakat bu, sadece hüsnüzandan ibarettir gerçekte. Ölümün matematiksel bir hesabı da yoktur. On sekizinden gün aldığında da ölebilir insan, yüz on sekiz yaşına kadar da yaşayabilir.

Ölüme her insan, her edip farklı zaviyelerden bakmıştır. Yahya Kemal için ölüm sonsuzluğa doğru ağır ağır yol almaktır mesela. Üstad Necip Fazıl’da ölüm düşüncesi bir hayli fazla yekûn tutar. Çile’deki şiirlerin bir bölümü ölüm üzerinedir. Her insan gibi ölümden tedirginlik duyar Üstad. Tabut taşıyanların, mezar kazanların dahi her an içinde olmalarına rağmen ölüme inanmadıklarını, onu yok saydıklarını söyler. Ölümü insanın dünya kamışlığından kesilmesine benzetir. Ölümün güzel olduğunu savunur en sonunda. Tabii o noktaya kolayca gelmemiştir. Birtakım mistik ve deruni tecrübelerden geçerek, çile çekerek “Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber.../Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?” dizelerini söylemiştir.

İsmet Özel “Üç Frenk Havası” başlıklı şiirinde ölümün çağımız insanının gündeminden çıktığını söyler. Gerçekten de öyledir. Günümüz insanı icraatlarını, eylemlerini hiç ölmeyecek gibi gerçekleştirmektedir. Ölüm, suni gündemlerle bir nevi unutturulmaktadır. Ya da her gün televizyonlarda ve diğer medya kuruluşlarında o kadar çok ölüm haberi yapılmaktadır ki yemek içmek gibi sıradan bir olay hâline getirilmektedir. Tıpkı filmlerdeki rol icabı ölümler gibi ölümün gerçek olmadığı zehabına kapılmaktadır içten içe insanlar.

Yine Özel’e dönersek “Bize ne başkasının ölümünden demeyiz / başka ölümler en gizli mesleğidir hepimizin / başka ölümler çeker bizi” Ona göre günümüz insanı ölümü küçümsemekte, hor görmektedir. Fakat ölüm, şairin ifadesiyle “seken bir kurşun kadar bile taraf tutmayacak” kadar gerçektir.

Ölümü günlük yaşantısından çıkardı çağımız insanı. Ölüm bizden ırak olsun da ne olursa olsun anlayışı yaygınlık kazandı. Mezarlıkları şehrin dışına, ücra yerlere taşıdılar. Kabirleri görmeyelim, ölüm üzerine düşünmeyelim, tefekkür etmeyelim diye. Onun soğuk yüzü mutsuz ediyordu çünkü dünyaya bağlı insanı.

Oysa ne kadar kaçmaya çalışırsak çalışalım ölüm bir gerçek. Kurgu ya da mizansen değil. Kişinin vadesi dolduğunda bu dünyadaki misafirliği de bitiyor. Filmin dünya versiyonuyla ikinci perdesi yok. Acı veya tatlı, iyi ya da kötü hikâye sona eriyor.

İnsan, eceli gelince, vadesi dolunca ölür. Dünya hayatında çeklerin, senetlerin olduğu gibi nelerin vadesi dolmuyor ki? Vade dolmuşsa daha yapacak bir şey yoktur. Ne bir saniye erken, ne de bir an geç. İlahi hüküm icra edilecektir. Bu ilahi kanun karşısında insanın boynu kıldan incedir. O acı suyu içecektir istese de istemese de…

İnsana ebedî hayatında lazım olacak azık ise bu dünyada yapıp ettikleridir. İbadetleri, amelleri, ettiği kalıcı iyiliklerdir. Peygamberimiz şu beş şey gelmeden beş şeyin kıymetini biliniz buyurmuştur: “İhtiyarlık gelmeden gençliğin, hastalıktan önce sağlığın, meşguliyetten önce boş vaktin, fakirlikten önce zenginliğin, ölmeden önce hayatın, dünyada ahireti kazanmanın kıymetini biliniz.”

İnsan, hayatın değerini anlamak için ölüm üzerine düşünmelidir. Bir seyahate çıkar gibi gerekli hazırlıkları eksiksiz olarak yerine getirmeye çalışmalıdır. Evet, hayat kıymetli. Var olan ömrünün her saniyesini dolu dolu yaşamalı insan. Ölmeden önce ölenler için ölüm belki de gerçekten güzeldir. Her dem asude bir bahar ülkesidir inananlara ve sevgiliye kavuşmayı umut edenlere. İnancının gereğini yerine getirenler için yeni bir başlangıçtır belki de sonsuzluğun kapısında.