Makale

Necati’nin Naatı: DÖRT ŞAHİTLİ PEYGAMBER

KÜLTÜR-SANAT-EDEBİYAT

Necati’nin Naatı: DÖRT ŞAHİTLİ PEYGAMBER

Yrd. Doç. Dr. Dursun Ali TÖKEL
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi

DİNİMİZİ, doğrudan medreseden, ilimden, kitaptan değil de tekkeden, aşktan, şiirden aldığımızdan olacak (ilk hocamız Ahmed Yesevi’dir ve bize ondan intikal eden metinler de hikmetler yani şiirlerdir) bizim Müslümanlığımızda biraz aşkınlık görülür.
Bizde gönül merkezli yani aşktan neşet eden sevgiden dolayı peygamberimize karşı apayrı bir muhabbet vardır. Bu muhabbet sadece gönüllerde kalmamış, naatlar, mevlitler, miraciyeler, hilyelerle asırlar boyu dilden dile aktarılagelmiştir. Hiçbir Müslüman ülkede bizim kadar Mevlit yazılmamış ve okunmamıştır. Divanlarımız, tekke ve halk şiirimiz naatlarla doludur.
Her şair kendine özgü bir bakışla metin kurar, her şairin kendini ispatı kendince olur. Hemen bütün divan şairlerimiz kendi lisanlarınca peygamberimizi övmeye, onun kadr u kıymetini insanlığa ifade etmeye çalışmıştır. Keşke her birinin nasıl bir dil kullandığını tek tek tespit etseydik!
Naat ne demek?
Naat deyince kime sorsanız hemen “Peygamber Efendimizi övmek maksadıyla yazılan şiirlere verilen addır.” cevabını alırız. Acaba öyle mi?
Naatın gerçekte ne amaçla yazıldığını İmam-ı Rabbani’ye ait olduğu söylenen ahengi yüksek ve manası pek derin şu beyit çok güzel ifade etmektedir:
Ve mâ medahtü Muhammeden bi makâlâtî
Velâkin medahtü makâlâtî bi Muhammed
“Ben sözlerimle Muhammed (s.a.s.) övmedim ve lakin sözlerimi Muhammed (s.a.s.) ile övmüş oldum.”
Ne kadar veciz bir ifadedir bu! Bizler naatlarla Hz. Peygamber’i övmüyoruz, onun hakiki öveni Allah’tır. O zaman kullar naatlar yazarak ne yapıyorlar? Aslında peygamberi övmek suretiyle kendi sözlerine değer katmış oluyorlar, Hz. Peygamber’i övme şerefine nail olmuş oluyorlar.
Bu hâli büyük şairimiz Fuzuli, meşhur Su kasidesinde pek anlamlı bir şekilde dile getirmiştir:
Yümn-i natünden güher olmış Fuzûlî sözleri
Ebr-i nîsândan dönen tek lü’lü-i şehvâra su
Nasıl nisan yağmurları inci tanesine dönüşüyorsa, Fuzuli’nin sözleri de senin naatını yazmakla mücevhere dönüşmüştür.”
Fuzuli seni övmek suretiyle kelimelerine, ifadelerine eşsiz bir değer katmaktadır. Sanki seni öven her kelime âdeta bir mücevher kesilmektedir.
Hüseyin Siret’in naatı
Yirminci yüzyıl şairlerimizden naat yazanlar da zaman zaman bu hâle değinmiştir. Hazin hatıralarla:
Gençlik yıllarını, sürgünler, kovalamacalar, yoksulluk ve vatan hasreti ile geçen Servet-i Fünun şairlerinden Hüseyin Siret Bey, çalkantılarla geçmiş bir hayattan sonra ahir demlerinde huzurlu bir ömür arzusuyla Cerrahi Âsitanesi postnişini İbrahim Fahrettin Efendi’ye intisap eder.
Hüseyin Siret Bey, kendisi de şair olan Fahreddin Efendi’yle sık sık sohbet eder. Sohbetin Peygamber Efendimiz bahsinde koyulaştığı bir demde Şeyh Efendi Hüseyin Siret’e dönerek: “Madem şairsiniz, niçin Peygamber Efendimize bir methiye yazmadınız?” deyince şair mahzun bir edayla:
“Efendim, malumunuz biz parnasyen şairlerdeniz, gördüğümüz güzellikleri anlatmayı biliriz. O gül yüzlü sultanı görmek nasip olmadı ki şiirini yazayım” der.
Fahreddin Efendi bunun üzerine: “İnşallah görürsünüz de bir naat yazarsınız’ diye dua eder.
O dua tez kabul olur, Hüseyin Siret Bey ertesi gün huzura gelir ve “Efendim, himmetinizle Peygamber Efendimizi görmek bu fakire nasip oldu. Bu iştiyak ile yazdığım naat-ı şeriftir.” diyerek elindeki şiiri şeyhine takdim eder. (Türkan Alvan-M. Hakan Alvan, Saz ve Söz Meclisi: Şiir ve Musıkî Medeniyetimiz, Şule Yay., İstanbul 2016, s. 447-449.)
Değişik makamlarda bestelenen ve bu hâliyle de pek sevilerek dinlenen yirmi beyitten oluşan bu naatın son beyti “naat niçin yazılıyor?” sorusunun en güzel cevaplarından birisini vermektedir. Hüseyin Siret de aynı fikirdedir: Peygamberimizi asıl öven Cenab-ı Hak’tır, biz onu hakkıyla nasıl övelim? Yıldızlar nuruyla mehtabı methedebilirler mi hiç?
Sîret ne söyleyim ben meddâhı Kibriyâ’dır
Tavsîfe muktedir mi mehtâb-ı germi ahter
Divan şairi Necati’nin gözüyle peygamberimiz
Yukarıda da söylemeye çalıştığımız gibi divanlarımız birbirinden güzel eşsiz naat örnekleriyle doludur. Bu yazımızda on beşinci yüzyıl şairlerimizden Necati’nin Divan dibacesinde yer alan Peygamberimize (s.a.s.) övgüleri üzerinde durmak istiyoruz. Nesir ve nazım diliyle ifade edilen bu övgülerde benzersiz bir insan örneği çizilir.
Necati’ye göre; Âdemin ekmeli ve âlemin mâ-hasalı müsâfir-i Leyletü’l-esrâ ve zâyir-i Sidretü’l-Münteha yani, insanoğlunun en mükemmeli, varlığın neticesi, İsra gecesinin aziz yolcusu, Sidretü’l-Münteha’nın ziyaretçisi olan peygamberimiz Vema erselnake illa rahmetelli’l-âlemin armağanı ile ruy-ı zemini teşrif ve tezyin eyledi. Yani şaire göre o yüce peygamber bizim gibi dünyaya gelen herhangi bir beşer değildi. O, “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” sözünü armağan olarak insanlığa getirmiş ve gelişi ile yeryüzünü süslemiş ve şereflendirmişti.
Necati’ye göre Peygamberimiz sirette mukaddem ve surette muahhar gelmekle ümmet-i Ahmed devlet-i sermed buldu yani Peygamberimizin görünüşte en son amma aslında ilk önce gelmesinden dolayı onun ümmeti de en son gelmekle büyük bir şeref kazanmıştır: Peki en son gelmekle aslında nasıl en önde gelmiş olunuyor? Diye sorulursa Necati bu soruya da şu muhteşem kıtasıyla cevap veriyor:
Fahr-i âlem Muhammed-i Arabî
Enbiyâya egerçi hâtemdir
Hazret-i İzzetin huzurunda
Fazl ile cümleden müsellemdir
Fâtihâ sûresini ey derviş
Mushaf aç gör nice mükerremdir
Her işe hâtime olur ammâ
Âzam-ı sûreden mukaddemdir (Necatî Divanı, (Haz: Ali Nihat Tarlan), MEB. Yay., İstanbul 1997, s. 3.)
Âlemin övüncü olan peygamberimiz, gerçi peygamberlerin en sonuncusu olarak gelmiştir amma Allah’ın huzurunda faziletiyle hepsinden önce gelir. (Eğer bunun nasıl olduğunun anlamak istiyorsan) Fatiha suresine bir bakıver! Fatiha suresi her işin sonunda okunur amma Kur’an’da bütün büyük surelerin önünde yer alır.
Necati bununla da kalmaz ve “Sirette mukaddem ve surette muahhar gelmekle ümmet-i Ahmed devlet-i sermed buldılar” diyerek peygamberimizin ümmetinin de büyük bir şerefe nail olduğunu ifade etmektedir.
Yine Necati:
Zâhir oldu çü kelâmında Mesîh âsârı
Andan öğrense olur Sâhib-i Tûr etvârı
Demek suretiyle, peygamberimizin kendisinden evvel gelen bütün peygamberlerin mirasını devraldığını da açıklamaktadır: Hz. İsa söz ve nefesiyle mucizeler gösterirdi. Hâlbuki peygamberimiz Kur’an ve hadisleriyle sözün güç ve kudretini en zirvelere taşımıştı. Hz. Musa devrinde sihir meşhurdu. Hz. Musa mucizeleriyle sihirbazları çaresiz bırakmıştı. Fakat Hz. Peygamber devrinde öyle söz ve kelam sihirbazları vardı ki, onlar kendilerini hiç kimseye denk görmezlerdi. Fakat peygamberimizin getirdiği sözün ve kelamın gücüyle hepsi dut yemiş bülbüle dönmüştü.
Necati’nin, peygamberimizin yüceliğini ispat için getirdiği daha pek çok delil vardır. Necati bu sözleriyle kuru bir övünme veya tarafgirlik gösterme peşinde değildir. Aslında derin bir nazarla bakıldığında peygamberimizin daha önce gelip geçmiş bütün peygamberlerin kudret, mucize ve şeriatına sahip olduğunu; en son göndermekle Cenab-ı Hakk’ın bütün peygamberlere verdiği kuvvet ve nüfuzu ona verdiğini; artık geçmiş devirleri yad ederek kuru ve içi boşalmış bir dindarlık sergilemenin bir anlamını kalmadığını anlatmaya çalışıyor veciz bir dille.
Biz bu yazımızda Necati’nin Divan dibacesindeki methiyelerinden yola çıktık. Onun divanının 69 beyitlik ilk kasidesi (Kaside-i Na’t-ı Resûl) Peygamberimiz için yazılmış bir naattır. İnşallah bu veciz kasideyi de bir başka sefer tetebbu nasip olur. Şimdilik yazımızı bu naatın 22 ve 41. beyitleri ile sonlayalım (Necatî Divanı, (Haz: Ali Nihat Tarlan), s. 18.):
Nübüvvetine şehâdetler itdi dört kitâb
Egerçi şâhid-i şer ikidür bilâ-iskâl
“Dinen bir davayı ispat için iki şahit yeterli olmasına rağmen, Hz. Muhammed’in peygamberliğine dört kitap şahitlik etmektedir.”
Gerçekte naat yazmakla şairlerin ne murat ettiğini Necati şu veciz beytiyle açık bir şekilde ilan etmiş oluyor (age, s. 19, 41. Beyt):
Şeref degül mi ki nâm-ı şerîfüni ananı
Hezâr cehd ile İblîs idemeye idlâl
“Senin şerefli adını ana kişiyi İblis binlerce de çaba sarf etse yine de yolda çıkaramaz. Seni ananlar için bundan büyük şeref mi olur?”