Makale

Zavallı Mutluluk

Zavallı Mutluluk

Sümeyra Çelik
DİTİB Hannover Merkez Camii Din Görevlisi

Şubatın soğuğu boğazımdan geçmesin diye yemeniyi sıkıca bağladım. Yıllar geçmişti ama daha dün buradaymışım gibi her şeyi aynı sırayla yaptım. Önce eski eşyaları giyeceksin ki üstüne başına koku sinmesin. Kap kacağı da tedarik edince ahırın yolunu tutabilirsin. Bunları yaşarken çocukluğumdan kalma o kesif kokuyu yeniden duyar gibi oluyordum.
Aslında çok sevmezdim inekleri hatta azıcık ürkerdim de. Evdekiler çay tarlasına gidip inekleri besleme işi bana kalınca kapının önünden gelişigüzel savururdum otları. Yarısı yerlere, yarısı yemliğe düşerdi. Aç kalırdı belki de hayvancağızlar. Şehrin yorgunluğunu atmak için bakraç elimde ahırın yolunu tutarken bütün bunları özlemiş olmama biraz da şaşırıyordum.
Uzun yıllar geçmesine rağmen ilk denemem başarısız sayılmazdı. Yaklaşık dört litre süt sağmıştım. Ne kadar sürdüğünü hatırlamadığım muhteşem bir deneyim, yoğun ve stresli düşüncelerin uçup gittiği bir dinginlik ânı olmuştu benim için. Sağım işleminin nasıl bir gayret gerektirdiği işin ehlince malumdur. Parmaklarım sızlıyordu ama ruhum müthiş bir sükûn bulmuştu. Daha önce bu zevki nasıl kaçırdığıma hayıflanıyordum. Sömestr tatilinin başlamasıyla şehirden koşar adım kaçan ben, hem eskisi gibi işlere yardım ediyor hem de sık sık çocukluk yıllarıma kısa yolculuklara çıkıyordum. Çay bitkisi boyumu aşardı tarlalarda aileme yardım etmeye başladığımda. Hatta su taşıma gibi angarya işleri veriyorlar, az çay topluyorum diye kızardım.
Yeşilin, mavinin, otun, çiçeğin, böceğin bolca olduğu köyümüzden, etrafı sarılı, beton bloklar tarafından kuşatılmış, gökyüzünün dahi mavisini yitirdiği yerlere… Semayı görmek için başımı kaldırmamın yeterli olmadığı şehirlere. Kuş cıvıltılarından gürül gürül akan derelerin sesinden gürültülü, kirli, telaşlı, koşturmacalı caddelere. Apartmanlarda üst üste yığılmış hayatlara. Bütün bunlar büyük şehirlerin bize kattıkları. Ya da aldıkları mı demeliydim? Şehirler büyürken galiba insan küçülüyor. Dünyası daralıyor. Yapay gündemleri oluyor. Hangi rengi giyeceğine hatta hangi rengi seveceğine karar veriyor kent yaşamı. Bu kocaman farkları düşünürken ne anlattığımın farkında olmadan kendimi sınıfta buluyorum. Dışarıda naif bir kar yağışı, içerde uzaklara göçmüş zihnimle devam ediyorum derse. Tatil çoktan bitmiş, okul başlamış…
Kim bilir böyle kaç kişi kaybolmuştur dünyasında. Koyduğu yerde kendini bulamıyor yahut yanlış yerde arıyordur. Belki de koyacak yer bulamıyordur. Zira yaşamak yarış hâlinde olmak demek artık. Bilerek veya bilmeyerek doğal rakip ilan ediliyor çevredekiler. Ve bir müsabaka yaşanıyor. Unvanı, konumu, donanımı olan insanlar ile dolu etraf ama evcilik oynamamış çocuklar gibiler. Mutlulukta herhangi bir kariyer yapmamışlar sanki. Fotoğraflara gülücükler dağıtırken etrafına somurtmakta maharetliler. Bazen yapay gülümsemeler ile ele veriyorlar kendilerini bazen de dilde eğreti duran birkaç kelamla. Hâlbuki değerli olan insandır. Parmağındaki ziynetten daha kıymetli, paha biçilemezdir ellerin merhem olduğu hayatlar. Hâl hatır soran bir iki sözcük yahut samimi bir tebessüm, insana isminin önündeki unvandan daha çok değer katar. Hasılıkelam; her yerde görülebilen mutluluk, hengâme hâlindeki yaşamlarda kayboldu ve bulunamaz hâle geldi.
Yorulan, yılgınlığa kapılan, koşuşturan günümüz insanı saadete giden güzergâhı değiştirerek yanlış bir rota çizdi. Sanal gündemler oluşturarak yapay hâller icat etti ve bunların doğruluğuna maalesef kendini inandırdı. Dolayısıyla her şeyi zorlaştıran bu durum kişinin mutluluğuna da büyük bir engel teşkil etti. Böylece saksısı değişen çiçekler gibi yerini yadırgayan mutluluk hayatta ulaşılması güç bir olguya dönüştü. Eski fotoğraflarda hapsolan ve çocukluk hatırası olarak raflardaki yerini alan zavallı mutluluk ortalıktan kayboldu.
Her şey gibi mutluluk da öğrenilebilir. Kanaatimizce bunun için okuluna da gitmek gerekmez. Umut gözlüğünü takan, tevekkül atkısına bürünen ve ceht saatini yanında taşıyan herkes saadeti yaşar.
Mutlu olmak için dolgun bir maaş, sağlam bir statü, falanca diploma vs. şart değil. Sadece kavi bir niyet lazım. Sabah ışıkları ile başlayan kuş cıvıltıları mutluluk getirip bırakır pencerenin önüne. Yapılması gereken tek şey, camı açmak ve hiçbir bestenin rakip olamayacağı bu ezgiye kulak vermek. Hepsi bu kadar. İlk adımlarını atmaya başlayan bebeği kucaklama yarışıdır mutluluk. Saba makamında ezanlarla uyanmaktır. İlk yudumda alınan çayın tadıdır. Sofrada kaşık seslerinin birbirine karışmasıdır. Çörek otu kokusunda pide kuyruğundaki muhabbetlerdir. Ne zaman, kim aranıyorsa “Ne iyi ettin de aradın, sağ olasın.” hitabını duymaktır.
Mutluluk, sırtını, sıvazlarken “Üzülme, bu da geçer.” diyen dost kelamıdır. Aynı kıbleye döndüğün, aynı iftarı beklediğin kardeşinin duacısı olmaktır. Kazancından vermek, elindekini paylaşmaktır. Bir mülteci çadırındaki çocukların gülücükleridir. Mevla neylerse güzel eyler bakışıyla kendine ve etrafa umut olmaktır. Kusur aramadan bakabilmek, kırıp dökmeden konuşabilmek ve bazen de sükût etmektir.