Makale

Biraz Hasretlik Çokça Tecrübe

Biraz Hasretlik Çokça Tecrübe

Selma Gözen

Bugün 4 Haziran 2018, Eren büyük hayallerinden birini gerçekleştirmek üzere yola çıkıyor. Yabancı dil eğitimi almaya, yurtdışına. Onun elini tutmak, yamacında olmak, gencecik bir ömrü süsleyen bir hayalin diğer kahramanı olmak tarifi imkânsız bir heyecan. Halbuki ben on yedi yıl geriye alıyorum filmi, gözlerimden akan yaşları silerken…
13 Temmuz 2001, İskenderun Devlet Hastanesi. Gecenin tam ortası...
Doktorumun “Koccaman bir bebek” diyerek müjdelediği evlat, kucağımdaydı. İsmi Eren. Erenlerden olsun diye Eren. Dokuz ay boyunca süren o binbir telaş, binbir soru, olabildiğince hüzün, onca sızı, onu kucağıma almamla son bulurken tarifsiz bir sevinç ve sonsuz endişe yerleşmişti kalbimin orta yerine. Bu açıdan annelik konusunda o romantik filmlerdeki annelere benzediğim pek söylenemezdi. Evlat benim için her şeyden ziyade çok büyük sorumluluk demekti zira. Zaman öyle geçti ki; bitmesini hiç istemediğim günler de oldu, hemen geçsin istediğim haftalar da. İlk ateşli hastalık, ilk aşı, ilk gülücük, ilk adımlar, düşüp yaralanmalar, ilk diş, ilk kelime, okulun ilk günü, su çiçeği çukurları... Neler neler...
Eren iki aylıkken İstanbul’a taşındık. Hayallerimin başkenti İstanbul’a, bir anne olarak geleceğim hiç aklıma gelmemişti. Tatile gelince güzeldi İstanbul. Gezmeye gelince güzel. Fakat yaşamak bambaşkadır İstanbul’da. Bunu çok iyi biliyordum. Küçücük bir ilçeden, ülkenin en büyük şehrine taşınıyor olmak… Bitmek bilmeyen endişelerime yenileri eklenmeye başlamıştı bile. Nasıl bir okula gidecek, nasıl arkadaşları olacak. Bu koca şehirde nasıl büyüyecek bu bebek...
Evlat dediğin, belli bir yaşa kadar sana bağımlı ama aslında dünyaya geldiği o ilk andan itibaren senden bağımsız bir varlıkmış. Yani öyle planlar yapıp kurmaya gelmiyormuş. Eren’le öğrendim. Kalıplarla büyümüş bir anne olarak buna alışmak zordu tabii. Anne baba ne derse o. Büyükler ne isterse o. Aksi dile getirilemez, düşünülemezdi bile bizim çocukluğumuzda. Hayat; planlar kurmamayı, kendimi ne kadar yorsam ve zorlasam da bildiğini okuyacağını zamanla öğretti bana. Kavgalar, barışmalar, ağlamalar… Birlikte yoğrulan poğaça hamurları, İstanbul tarihî mekân turları, dersler, alışverişler, akıl almalar, akıl vermelerle nasıl da çabuk geçti yıllar…
Hakikaten, ne ara büyüdün sen. Daha dün ana sınıfı öğretmeninin etrafında pervane dönen, o çiçekler kondurulmuş “Canım öğretmenim, sarıpapatyam...” ile başlayan mektubu yazan sen değil miydin? İlk adımlarına alkışlar tutup sevindiğimiz bebek hani. Aynı sene sahneye çıkıp tüm okul karşısında şiirini bir çırpıda okuyan, tezahüratları duyunca gözleri ışıldayan Eren… Şimdi düşünüyorum da ben onu büyüttüm sanırken aslında birbirimizi büyütmüşüz. Ne çok şey öğrenmişim ondan.
Aslında o kadar korkuyordum ki gitmesinin kesinleştiği günlerde. Bilmediği bir dilin konuşulduğu, bize çok yabancı bir kültürün yaşandığı ve her şeyden önemlisi binlerce kilometre uzaklıkta bir şehre oğlumu yalnız gönderecektim. Daha önce hiç görmediğim, tanışıp konuşmadığım bir ailenin evinde, iki ay kalmak üzere üstelik. İlk kez yaz tatilini benden ayrı geçirecek. Benim kendi endişelerim yetmezmiş gibi üstüne bütün tanıdıklarım, annem, komşu ve akrabalarımın; “Nasıl göndereceksin, iki ay boyunca yokluğuna nasıl dayanacaksın, nerede kalacak, hiç tanımadığınız birinin evinde mi kalacak yani, nasıl?” şeklindeki uzun soruların eklenmesi korkularımı ve endişelerimi misliyle artırmıştı. Bütün bunlardan kurtulmalıydım. Korkuyla çıkılan bir yolda başarı ne kadar mümkün olabilirdi ki. Asıl şimdi elini her zaman tuttuğumdan daha sıkı tutmam ve ona her zamankinden çok daha fazla güvenmem gerekiyor. Bunu biliyordum fakat öncelikle beni kuşkuya düşüren diğer sesleri susturmalıydım. Bu konuda çok çabaladım ve epeyce de yol katettim. Birkaç hafta içinde, bana sorulan tüm sorulara gayet soğukkanlı bir şekilde ve kararlı bir ses tonuyla cevap verdim. Sonunda herkes alıştı bu fikre. Sonra baktım ki sadece etrafımdaki sesleri değil beni tedirgin eden iç sesimi de susturmayı başarmışım, kendim de alışmışım Eren’in gidişine. Biliyordum ki Eren’in benim gözümde göreceği en ufak bir endişe onun zihnini bulandıracak, aklı bende kalacak, yüreği tedirgin yola çıkacaktı. Evdeki ortamdan uzaklaşıp zihnimi toparlamaya, Eren kadar benim de ihtiyacım vardı. Zaman iyiden iyiye daralmıştı. Giderken nelerin götürüleceği listesi haftalar öncesinden yapılmış, günler öncesinden de eksikler tamamlanmıştı. Yanında kalacağı aileye verilecek küçük hediyeler de valize kondu. İlaçları, pasaportu, cüzdanı, okul belgeleri de kontrol edildi. Her şey hazırdı, biz hazırdık.
Şimdi bizi biraz hasretlik, çokça tecrübe bekliyor biliyorum. Ömrümüzün en unutulmaz zamanlarından birini, ayrı ülkelerde ama birlikte yaşayacağız. Dilerim tekrar tekrar hatırlamak isteyeceğin güzel günlerin olsun orada. Unutulmayacak anlar yaşayacağın, güzel dostlar edinip yeni şeyler öğreneceğin dolu dolu iki ay geçir.
İlmine ilim katıp gelesin. Kalbim ve dualarım hep seninle olacak. Güle güle git evlat. Sağlıkla dön.