Makale

Cuma Namazı Kılmadan Olmaz

CUMA NAMAZI
KILMADAN OLMAZ

Enes CEYLAN
Karabük Eflani Hacizoğlu Camii İmam Hatibi

Günümüzde Anadolu’nun pek çok bölgesinde olduğu gibi bizim yörede de köylülerimiz yaz vakti köyü şenlendirirken kışları şehir merkezlerindeki evlerinde geçirirler. Bir yandan kışla gelen zorlukları aşar, bir yandan da evlatlarıyla, torunlarıyla hemhâl olurlar. Şüphesiz Anadolu halkı kadar yardımsever bir topluluk dünyada az vardır. Özellikle misafirperverliğimiz ve gurbet insanına olan yardımseverliğimiz, eşi benzeri olmayan bir erdemdir. Sinop’un Çangal Dağı eteklerinde imam-hatiplik vazifemin ilk yıllarındaydım. Hâliyle köy halkı, köylerinin hocası olan şahsıma ve aileme gurbetçi ve misafir gözüyle bakmış, pek çok hususta yardım etmiş, bazı tecrübelerini paylaşmıştı.
Allah’a ve rasulüne olan muhabbetlerinden ve İslam’dan aldıkları bir ahlaktan olsa gerek, hocalarını pek seven komşular, beni hemen hemen her akşam muhabbet için bir haneye davet ederlerdi. Hayatları boyunca yaşadıkları ilgi çekici hadisleri anlatır, kâh ağlatır kâh güldürürlerdi.
Vakit gelmiş, aylardan aralık ayına girmiştik. Artık köy halkı eşyalarını toparlıyor, kapılarına kilit vuruyorlardı. Hatta bazıları kış boyunca kapalı kalacağı için, tahtalarla kapılarını çivileyerek evlerini kapatıyorlardı. Onlar yolculuk için toparlanırken bizimle beraber köyde kalan iki üç aile de kış için son hazırlıklarını yapıyordu. Veda vakti gelmişti. Yolcularımız, “Mart, nisan aylarında görüşmek üzere.” diyerek birer ikişer yollara düşmüşlerdi. Artık köyümüz boşalmış, evlerin üzerindeki tüten duman yerini ayaza bırakmıştı.
Çok geçmeden beyaz rahmet yağmış, yeryüzü göz kamaştıran beyaza bürünmüştü. O ihtişamlı dağlar ve yeşil elbiseli çamlar, âdeta beyaz gelinliğini giymiş, ilkbaharın gelmesini bekliyordu. Rahmet öyle yağmıştı ki yollar tamamen kapanmış, hatta yürümek bile imkânsız hâle gelmişti. Hâliyle elektrikler haftalardır kesilmişti ve operatörlerin vericileri de artık hizmet veremiyordu.
Yolları dolduran kar yağışının ilk gününde çeşmeden su almak için dışarıya çıkmıştım. Ben çeşmeye doğru, omuzlarıma kadar yaklaşan karda ilerlerken kapımızın önünde mahsur kalan köyümüzün köpeği de arkamdan beni takip ediyor, geçtiğim yoldan yürüyordu. Karla kaplanan çeşmemizin önünü açtığımda, soğuğun şiddetine rağmen suyun donmayıp akmakta olduğunu görünce bunun ilahi bir rahmet olduğunu düşünüp şükrederek su kaplarını doldurmaya başladım.
Ben suyumu doldurmaktayken, köyün köpeğinin arkamda beklediğini fark ettim. Beni bekliyor, sanki müsaade istiyordu. Ben de kenara çekildim, hemen atlayarak su içmeye başladı ve dakikalarca su içti. Meğer hayvancağız susamış ve karla kaplanan çeşmeye ulaşamamıştı.
Gündüzlerin kısa, gecelerin ise uzun olduğu bu zorlu günlerde, ne biz komşularımıza gidebiliyorduk ne de onlar bize gelebiliyordu. Yoğun kar yağışı ve evlerin arasının uzak olması, kış misafirliğine engel oluyordu.
Bir gün takvimler perşembeyi gösteriyordu. Yarın cumaydı ve cuma namazı vardı. Ancak insanlar buraya nasıl gelecekti? Hele ki onlar camimize de uzaklardı. Ben, “Şüphesiz her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.” (İnşirah, 94/5.) ayet-i kerimesini okuyarak meraklanıyor, bir taraftan da ilahi beyaz rahmeti tefekkür ediyordum.
Rabbimiz her mevsimde doğayı farklı renklerle boyuyor, Cemil isminin tecellilerini gözlerimizin önüne seriyordu. Kışta Allah’ın “Mümit” ism-i şerifinin tecellisiyle vefat eden otlar, çiçekler ve ağaçlar, ilkbaharın gelmesiyle “Muhyi” ism-i şerifinin tecellisine mazhar olup canlanacak, rengârenk ve taptaze olup “tekrar dirilmenin” provasını sergileyeceklerdi.
Ben bu tefekkürler içerisinde iken, uzaktan Bahri Amca’yı gördüm. Bahri Amca, omuz hizasına gelen karları ayaklarıyla eziyor, zor da olsa yavaş yavaş da olsa, kendine yol açıyordu. Yol açma mücadelesi öyle kolay değildi. Onu izlerken sanki hep aynı yerde hareket ediyor, hiç ilerlemiyor gibiydi. Hayretler içerisinde ve sabırsızlıkla bu tarafa yaklaşmasını bekliyordum. Aradan bir saat gibi bir zaman geçti ve ancak evimize yaklaşabildi Bahri Amca.
Onu karşılamaya çıktığımda ne göreyim! Kalın kalın ve üst üste montlar kazaklar giyinmiş, atkıyla ve şapkasıyla yüzünü ve başını örtmüş, sarıp sarmalamış, eline siyah eldivenlerini giymiş, ayağına da altı genişçe bir aparat geçirmiş, böylece onunla karları eziyor, yol açıyordu. Çok yorulduğu ve üşüdüğü her hâlinden belliydi. Bahri Amca üç, dört saattir yol açmaya çalıştığını söylediğinde, bu yolu neden açtığını sordum. “Yarın cumadır.” dedi, “Cuma namazı kılmadan olmaz!”