Makale

İnsanın İçindeki Derin Uçurum Merhametsizlik

VAHYİN AYDINLIĞINDA

İnsanın İçindeki Derin Uçurum Merhametsizlik

Doç. Dr. Halil ALTUNTAŞ
DİB Başkanlık Müşaviri

“Burçlarla dolu göğe andolsun; vadedilmiş güne (kıyamet gününe) andolsun; şahitlik edene ve şahitlik edilene andolsun ki (Bürûc, 85/1-3.) hendek kazıp içinde alevli ateş tutuşturanlar lanetlenmiştir. O vakit onlar ateşin etrafında oturmuş, (ateşe attıkları) müminlere yaptıklarını izliyorlardı. Onlar müminlere ancak; mutlak güç sahibi ve övülmeye layık Allah’a iman ettikleri için kızıyorlardı.”
(Bürûc, 85/4-9.)

YUKARIDA mealleri verilen ayetlerin ilk üçü, çok büyük ve önemli bir olgunun gündeme getirileceğine Kur’an üslubu içinde dikkat çeken kısa ve vurucu yemin cümlelerinden oluşuyor. Muhatap niçin yemin edildiği merakı içine sokulduktan sonra diğer ayetlerde, inanan kimselere uygulanan ateş işkencesi sahneye alınıyor ve söz, bu merhametsizliğin tek sebebinin “Allah” demek olduğuna getiriliyor.
Tefsir kaynaklarındaki ilgili nakillerin en yaygın olanına göre ayetler, Himyer Kralı Yahudi Zu Nuvas’ın Hristiyanlığı kabul eden Necran halkını dinlerinden döndürmek için giriştiği zorbalıkları konu etmektedir. Kitlelerin yakılarak öldürülmesinden doğan dehşeti daha da arttıran şey bu merhametsizliğin seyirlik bir oyun gibi zevk içinde temaşa edilmesi oluyor. Zulmün çileden çıkarak sapkınlığa varması diyebileceğimiz bir durum söz konusu sanki.
Yeryüzü benzer bir sahneyi Nemrut’un Hz. İbrahim’i yakma teşebbüsünde yaşamıştı. Suç yine “ilahlar” değil de “Allah” demekti. Çözüm bulunmuştu: “Onun için bir yapı kurun, (içinde ateş yakıp) onu ateşe atın.” (Saffat, 37/97-98.) “Eğer bir şey yapacaksanız, onu yakın da ilahlarınıza yardım edin, dediler.” (Enbiya, 21/68-69.) Yine tefsir kaynakları, halkın ibret olsun diye ateşin başına toplatıldığını bildiriyor. Kurdukları düzenek iş görmedi; yaktıkları ateş, yakma özelliğini yitirdi ve amaçlarına ulaşamadılar; fakat yüreklerdeki azgınlık ve merhametsizliğe bakar mısınız?
Söz bu noktaya gelmişken, Hz. Bilal’e, Hz. Ammar ile babası Yasir ve annesi Sümeyye’ye ve daha nice sahabiler başta Ebucehil olmak üzere müşriklerin Müslümanlara uyguladıkları işkenceleri hatırlamamak olmaz.
Bu tür tecavüzlerin, cezalandırma oluşundan çok bir tür histerik tatmin ayini oluşları dikkat çekiyor. Özel yapılar kurup yahut çukurlar kazıp, seyretmeleri için zorla infaz yerine toplanan insanlar da bu ayinleri tamamlayan birer dekor unsur olarak rol oynuyor. Dış yüze bakarsanız işin bir “ibret olsun” tarafı varsa da asıl unsur, merhametsizlik duygusunu sapkın zevk dalgaları içinde başkaları ile paylaşarak normalleştirme eğilimi olarak kendini gösteriyor.
Neron’un -söylendiğine göre- yazdığı bir şiirdeki yangın sahnesinin gerçekçi olması için ateşe verdirdiği Roma’yı seyrettiği sırada yaşadığı ruh hâlini hayal etmeye çalışalım. Aralarında annesinin de bulunduğu nice masumu katleden bir zalimden söz ediyoruz.
Romanın arenaları zulüm ve merhametsizliğin putlaştırıldığı mekânlar olarak geçmişin hafızasındaki yerini almıştır. Gladyatör adı verilen insanların birbirini öldürmeleri, masum insanların vahşi hayvanlara yem edilişi bir cezalandırma yönteminden öte diğer bütün örnekleri gibi birer seyirlik olaydı. İnsanlığın bu sefil yanı boğa güreşleri ile kara bir damar hâlinde günümüze kadar sürüp gelmiştir. Bir Batı Avrupa ülkesinin turistik kasabalarında her yıl ‘eğlence’ diye pek çok boğa acımasızca öldürülüyor. Bu zavallı hayvanların öldürülmesi kadar acı olan bir başka gerçek ise bu işin bir millî kültür olgusu olarak değerlendirilmesidir. “Bir canlının kızdırılarak, acı çektirilerek ve dakikalar boyu şişlerle delik deşik edilerek öldürülmesinin nasıl bir eğlendirici yanı olabilir ki? Cevap ruhumuzun karanlık yanında semiren acımasızlıkta gizli...
Bu kanlı oyunda ön plana çıkan iki tip var: Merhametsizliğin kanlı eli matador ve merhametsizliği seyirlik zevk haleti içinde baş tacı eden canlılar yığını. Katı yürekli insan adını koyamadığı gizli bir korkunun müptelasıdır. Geceleyin mezarlıktan geçerken ıslık çalan adamın ruh hâli saklıdır onun içinde. İşte zulüm ve merhametsizlik çok kere böyle bir zaafın görünen yüzüdür. Gaddarlığın izini sürün, korkak bir adama ulaşacaksınız. “Korkaklık zalimliğin anasıdır.” der Montaigne ve devam eder: “Kötü ve insanlık dışı bir kalbin acısının ve burukluğunun genelde kadınsı bir yumuşaklık barındırdığını tecrübeyle tespit ettim. Önemsiz sebepler yüzünden kolayca ağlayan zalimler gördüm. Zalim Alexandre, o her gün birçok insanı acımasızca öldüren zorba hükümdar, halkının kendisini ağlarken görmesinden korktuğu için tiyatroda trajedi seyretmeğe gidemezmiş. Bu tür insanları aşırı uçlara yönelten şey ruhlarının zayıflığı olabilir mi?” (Montaigne, Denemeler, s. 202.) Böyle bir adamın dökeceği gözyaşları, bilinçaltından kendisine ‘sen katı kalpli biri değilsin’ diye seslenmesidir. Oysa “Gözyaşı suçun rengini soldurmaz.”
Tüm dünyanın izlemesi için işlediği vahşet yüklü iğrençlikleri görsel kayda geçiren IŞİD zihniyetine gelince, bunu sadece “mecrasından çıkarılmış din” algısı ile izah etmek zordur. Roman kahramanı Dr. Henry Jekyll’in öteki yüzü, “canavar Mr. Hyde” misali insan kelimesini utandıracak biyolojik varlıklardır ortalıkta bulunanlar.
Acıma duygusunu yitirmiş bir kalbin ilk kurbanı kendi sahibidir. Böyle bir kalbi, dünyanın hiçbir maddi imkânı tatmin edemez, huzura kavuşturamaz. Bizim temel derdimiz kendimize acımayışımızdır. Nefse itaat ve isyanlarla, ruha hakkını veremeyip maddenin demir kafesine tıkılıp kalmakla kendimize karşı en büyük merhametsizliği işliyoruz. İstemesek de, kendimize reva gördüğümüz merhametsizlikten nesillerimiz de nasibini alıyor. Çocuklarımızı sevgi ve şefkatten mahrum bırakmamız merhametsizliği ele veren bir davranış oluyor. (Buhari, Edeb, 19.) En büyük merhametsizliği en çok sevdiklerimize karşı sergiliyoruz.
Hâkim dünya görüşünün hücrelerimize sindirdiği mutlak bireysellik yönelişi deterjanlı sular gibi merhamet fideliğimizi içten içe zehirleyip kurutuyor. Yerli televizyon dizileri bu yönüyle Batı kökenli benzerlerini çoktan geride bıraktı. Konuyu oluşturan olayların kahramanları birbiriyle didişen, birbirinin kuyusunu kazıp yok etmeye çalışan, aile bağlarını ve insani ilişkileri hiçe sayan acımasız varlıklardır. Esas endişe veren durum, bu tür “ürün”leri ortaya koyanların işlerine gerekçe gösterdiği “toplumsal talep”te gizlidir.
“İnsan niçin merhametsizlik yapar?” sorusuna arayacağınız bütün cevaplar bir şekilde din ile bağlantılı olacaktır. Bu arada “merhamet ve vicdan insanda doğuştan var olan yapısal bir hâldir, dinsel bir olgu değildir; bunların zıddı olan merhametsizlik ve vicdansızlık da öyle...” türünden bir karşı duruş söz konusu olabilir. Eğer çok “iyi niyetli” değilse böyle bir sözün, insanın dinden bağımsız olduğu düşüncesine zemin hazırlayıcı niyetini sezmemek mümkün değil. Hemen burada, dinsiz vicdan insanı yolda bırakır, diyelim ve ekleyelim: Bir şeyin dinî olması için onu dinin “getirmiş” olması gerekmez. Dinin sahibi, kendisine din gönderdiği insanın da yaratıcısıdır ve insanın doğuştan getirdiği ruhi özellikleri din ya teşvik eder ya da sınırlar. Vicdan dinin ruhu ile paralel bir nitelik taşır ve her ikisi de aynı amaca, insanı insan yapma amacına hizmet eder. Müşrik Ömer ile Hz. Ömer arasındaki farkı gözlemlemek bu konuda başka söze yer bırakmayacaktır.
Merhametsizliği en üst düzeyde reddeden, buna karşılık nezahetten de ayrılmayan şu nebevi ifadenin güçlü mesajına bakınız: “Yeryüzündekilere merhamet edin ki gökteki (Allah) da size merhamet etsin.” (Timizi, Birr ve Sıla, 16.) Allah’ın yardımı kesin, ama Hz. Peygamber’i dini tebliğ görevinde başarılı kılan temel etkenlerden birsi de onun, affediciliği ve merhametidir. “Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi.” (Âl-i İmran, 3/159.) ayeti bunu söylüyor.