Makale

214 Numaralı Oda

BAKIŞ AÇISI
214 NUMARALI ODA
Zeynep Çelik
214 numaradaki hastayı ne vakit ziyaret etsem içim burkuluyor. Amca Bey yetmişine merdiven dayamış, boylu boslu da maşallah. O hasta hâliyle bile heybetli görünüyor ama ne yazık ki şu ahir ömründe yatağa düşmüş. Ayaklarında iltihaplı romatizmaya bağlı olarak yoğun enfeksiyon ve belli oranda his kaybı var. Ağrısını sızısını düşünmüyor da tek derdi abdesti.
Solundaki küçük komodinin üzerinde bir tuğla var. Aslına bakarsanız odada bir tuğlanın olduğunu gördüğümde ilkin şaşırmış, hatta bahçeye bir yere atması için hastabakıcı Hasan Efendi’ye vermiştim. O da “Etme hemşire Hanım, Kemalettin Amca’nın abdest taşıdır o.” demişti. Ne demekti ki abdest taşı. Teyemmümü biliyordum ama… Öğle arasında arkadaşlara sorunca öğrenmiştim. Meğer yerinden kalkamayacak kadar hasta olanlar abdestlerini teyemmümle alabiliyorlarmış. E her yerde de toprak bulmayacaklarından toprak cinsi bir malzeme de kâfi geliyormuş. Kemalettin Amca da Hasan Efendi’den bir tuğla bulup getirmesini istemiş.
Beş vakit namazını hiç aksatmaz Kemalettin Amca. Gece nöbetindeysem iki üç gibi yanına uğrarım. Teheccüde kalkmış olur o da. Namazını kıldıktan sonra biraz sohbet ederiz. Kafası bu yaşında bile zehir gibidir. Bütün namaz surelerini şaşırmadan okur, tesbihatını çeker. Ağzı dualıdır, e biraz da miri kelamdır. “Sevgi kızım” der. “Adın gibi yüreğin de sevgi dolu. İyi ki geldin.” Bana hayatını anlatır, çektiği sıkıntılardan bahseder ve hep “Buna da şükür.” diyerek bitirir sözü. Yine de hâline acır, onun için üzülürüm.
Kemalettin Amca’nın tam dokuz evladı varmış. On yıl önce hanımı vefat ettiğinde bir başına kalmış. Kimsenin evine sığamamış. Çocuklarından bir tanesi bile gel buyur evime, başımızda bir büyüğümüz olsun, dememiş. Sonra da işte bakımsızlıktan, ilgisizlikten ayaklarındaki enfeksiyon nüksetmiş, yaraları açılmış, neredeyse hiç yürüyemez olmuş. Neşide diye bir kızı var. O her gün gelir. Ama yok, ahdettim. Alıp Neşide Hanım’ı karşıma konuşacağım. Bu böyle olmaz. O dokuz evladın sekizi nerede, hiç mi acımazlar babalarına?
Ah Benim Sevgili Babacığım...
Nereden başlasam bilmiyorum ki… Benim de imtihanım dünyada kolumun kanadımın kırılmasıymış. Kendimi bildim bileli anacığımın elinden tutup mezarlığa giderdim. Ağabeylerim, ablalarım toprağın altında yatarmış meğer. Kimini hayal meyal hatırlar kiminin ise sadece ismini duyardım babamdan. Dile kolay altı evladını toprağa vermişti anacığım. Kala kala üç kardeş kalmıştık. Ablam İfakat, ağabeyim Neşet ve ben. Yaşça onlardan pek küçüktüm. Evin muzip çocuğuydum. Ablam başka bir şehre gelin gitmişti. Abim ise hastalıktan gözünü açamıyordu. Sonra bir gün gencecik yaşında girdiği kalp ameliyatından çıkamadı. Zavallı annem, dayanamadı bu acıya. Yıllarca Neşet’im, dedi ağladı. On yıl kadar önce o da göçtü bu diyardan. Ablamda da aynı illet nüksetti, kalp yetmezliği. Şimdilerde ancak kendine yetiyor zavallıcık.
Babamla ben bir başımıza kaldık. Bir yandan kendi çocuklarımın peşinde koşturuyor diğer yandan babamla ilgilenmek için günü kırka bölüyordum. Aksi gibi babamda da iltihaplı romatizma başlamıştı. Günden güne hastalığı artıyordu, nihayetinde onu hastaneye yatırmaya karar verdik. Daha iyi bakılacağını ümit ediyor, tez zamanda ayağa kalkması için dualar ediyordum. Ailemden bir o kalmıştı bana.
Günler geçti, babacığım biraz toparlanır gibi oldu. Fakat son birkaç gündür hastanede hastabakıcısı ayrı hemşiresi ayrı, farklı davranıyorlardı bana. Önceleri belki de bana öyle geliyor deyip üzerinde durmamıştım ama bugün Sevgi Hemşire beni kenara çekip konuşmaya başlayınca yanılmadığımı anladım.
Kadıncağız, “Böyle olmaz,” diye söze girişti. “O kadar evlattan bir siz geliyorsunuz, Kemalettin Amca’nın bakıma ilgiye ihtiyacı var.” diye ekledi. Sevgi Hemşire konuştukça olanları anlamıştım. Benim zavallı babacığım, demek artık aklı ona oyunlar oynuyordu. Demek toprağa verdiği evlatlarını hayallerinde büyütüp ev bark sahibi yapmıştı. Demek yitip giden yavrularını hastane odalarında bekler olmuştu.
Ah benim sevgili babacığım.