Makale

Edebiyatımızda Tevhit

KÜLTÜR-SANAT-EDEBİYAT

Edebiyatımızda Tevhit

Yrd. Doç. Dr. Şerife UZUN
Kastamonu Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi

Müminin kalbini yuyup arıdan
Lâ ilâhe illalâhdur ya nedür
Afv idüp cehennem nârın eriden
Lâ ilâhe illalâhdur ya nedür

TEVHİT sözlükte birlemek, bir şeyin bir ve tek olduğunu kabul etmek; birkaç şeyi bir etmek, birleştirmek, bir saymak, bir olarak bakmak, birliğine inanmak anlamına gelirken terim olarak Allah Teala’nın bir olduğuna ve O’nun eşi ve benzerinin olmadığına iman etmek demektir.
Edebiyatımızda tevhit Allah Teala’nın sıfatları, birliği ve yüceliğinden bahseden manzum veya mensur edebî türe verilen addır. Bu türde yazılan eserlerin manzum olanları genellikle mesnevi ve kaside şeklinde ise de gazel, kıta, murabba gibi farklı şekillerde yazılanları da vardır. Bu şiirler genellikle şairlerin gerek divanlarının gerek mesnevilerinin ilk kısmında yer alır. Tahirü’l-Mevlevi eski şairlerin Allah Teala’nın varlığına ve birliğine dair yazdıkları bu manzumelere eserlerinin baş tarafında yer vermeyi şairliğin şanından saydıklarına dair bir tespitte bulunmaktadır.
Tevhit türüne ait örnekler edebiyatımızın İslamiyet’ten sonraki dönemlerinin hemen hemen hepsinde görülmektedir. Zira Türk edebiyatı İslamiyet’ten sonra yeniden şekillenmiştir.
Klasik Türk Edebiyatında tevhit
Klasik Türk edebiyatı İslami bir geleneğe dayanmaktadır. Özellikle klasik Türk edebiyatı içerisinde oluşan türler ve bu türlerin divan ve mesnevîlerin tertibindeki yer alış sırası bize bunu açıkça göstermektedir. Tevhit, münacat, naat, miraciye gibi dinî türler içerisinde tevhit, Allah Teala’nın varlığı, birliği, yüceliği ve kudreti gibi konuları işlediği için divan, mesnevi ve benzeri eserlerin baş kısmında yer almıştır.
Tevhitlerin hem manzum hem mensur şekilde yazıldığını görmekteyiz. Divanlarda yer alanlar genellikle kaside şeklinde, mesnevilerde yer alanlar ise genellikle mesnevi şeklinde yazılmışlardır. Ancak bunun dışında gazel, terci-i bent, murabba nazım şekilleriyle de yazıldığı görülmektedir.
Klasik Türk edebiyatı geleneğine göre mensur eserler genellikle besmele, hamdele, salvele gibi dinî ifadelerle başlar. Bu ifadeler bazen tevhit, münacat ve naat nazım türlerine dönüşmüştür. Bu türler içerisinde ilk sırayı tevhitler almaktadır. Klasik Türk edebiyatında en güzel, en sanatlı nesir örnekleri hiç şüphesiz Sinan Paşa ile verilmeye başlamıştır. Onun yer yer beyitlerle süslediği Tazarruname adlı eseri edebiyatımızın nesir alanında verilmiş en meşhur eserlerinden biridir. Sinan Paşa Tazarruname’si mensur besmele ve hamdelenin ardından Allah Teala’ya sunulan övgülerle devam eder. Allah Teala’nın esmasının tek tek zikredilip açıklandığı bu bölüm her ne kadar tevhit başlığı taşımasa da tevhit özelliği göstermektedir.
Klasik Türk edebiyatında mürettep divanlarda geleneksel tertip hususiyeti gözetilir. Buna göre Allah Teala’nın konu edildiği manzumeler başta yer alırken Hz. Peygamber (s.a.s.)’e ve dört halifeye, dönemin büyüklerine yazılan manzumeler sırasıyla devam eder. Bunlar genellikle kaside nazım şekliyle yazılırlar. Ancak bu düzen genel olarak takip edilse de bazen bu konuları ele alan farklı nazım şekliyle yazılmış şiirler bulunabilir ve bu şiirler divanın değişik bölümlerine serpiştirilmiş olabilir. Fuzuli Divanı’nda gördüğümüz gibi başta kaside nazım şekliyle yazılmış bir tevhit bulunmasına rağmen, gazeller bölümünde ya da diğer nazım şekillerinin içinde tevhid konulu şiirler yer almaktadır. Zati’nin şu beytiyle başlayan gazeli güzel örneklerden biridir:
Sûretin mir’ât-ı hüsn içinde hüveydâ eyledin
Manzarından ayn-ı ‘uşşâkın temâşâ eyledin
Uzun hikâyelerin anlatıldığı mesnevilerde ise konuya doğrudan girilmez. Bir mesneviyi oluşturan ve mesnevilere özgü çeşitli bölümler vardır. Bunlar genellikle şu sırayı izler: Mensur ya da manzum dibace, tevhit, münacat, naat, miraciye, medh-i çihar-yar-ı güzin, eserin sunulduğu kişiye methiye, sebeb-i telif ya da sebeb-i nazmı kitap, ağaz-ı dastan ve hatime. Mesnevilerde yer alan tevhit, münacat ve naat birden fazla olabilir. Bazen mesnevinin içinde farklı bir nazım şekliyle yazılmış tevhitler de yer alabilir. Burada esas dikkat çekilmek istenen husus tevhid türünün eserin genellikle baş kısmında yer almasıdır.
Yeni Türk Edebiyatında tevhit
Tanzimat’tan günümüze kadar geçen süreçte Türk edebiyatı Batı kültürünün etkisi altında gelişmiştir. Tevhit yazma geleneği devam etmiştir; ancak konu eskiye nazaran oldukça değişmiştir. 19. asırda materyalist felsefeye bağlı olarak Tanrı’yı inkâr edenlerin çoğalması üzerine bu dönemde yazılan tevhitlere Allah Teala’nın varlığının ispatı meselesi bir problem olarak girmiştir. Önceden Allah Teala’nın kudreti, O’nun yaratma gücünün eşyada tecellisi, her şeyin ve bilhassa kâinattaki şaşmaz nizamın Allah Teala’nın varlığını ve birliğini göstermesi gibi konular işlenirken Tanzimat’tan sonra yazılan bu tür şiirlerde Allah Teala’nın kudreti karşısında duyulan hayretin hayranlığa dönüştüğü tespit edilmiştir. Ayrıca bu dönemde Allah Teala’nın varlığının sadece iman ile değil, eşyadaki tecellilere bakarak akıl ile de kabul edileceği söz konusu edilir.
Tanzimat sonrası edebiyatında tevhid yazma geleneğinin Şinasi, Ziya Paşa, Abdülhak Hamid, Recaizade Mahmud Ekrem ve Muallim Naci gibi şairler tarafından devam ettirildiğini görmekteyiz. Şiirlerinin pek çoğunda dinî-ahlaki değerleri ön planda tutan dönemin İslamcı şairi Mehmed Akif Ersoy’un da Tevhit yahut Feryat isimli uzun bir manzumesi bulunmaktadır:
Ey nûr-ı ulûhiyyetinin zılli avâlim
Zıllin bile esrâr-ı zuhurun gibi muzlim!
Kürsî-i celâlin –ki semâlarla zeminler
Bir nokta kadar sahn-ı muhîtinde tutar yer-
İdrâkin eder gâye-i ümmîdini haybet…
Yâ Rab, o ne dehşettir İlâhi, o ne heybet!

Fermânına mahkûm ezeliyyet, ebediyyet;
Ey pâdişeh-i arş-ı güzîn-i samediyyet.
Tevhit bir tür olarak olmasa dahi muhteva olarak yaşamaya devam etmektedir. En eski dönemlerden günümüze kadar olan edebiyatımızda Allah Teala’nın varlığına, birliğine, isim ve sıfatlarına dair yazılmış ya da bunların konu edildiği pek çok eser bulunmaktadır. Necip Fazıl Kısakürek’in O Var!, Ziya Gökalp’in Tevhit, Orhan Seyfi Orhon’un Birlik ve Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Allah’a ve Bize Dair Şiirleri bu konuyla ilgili örneklerdendir. Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere Tanzimat’tan günümüze Türk edebiyatında tevhit konusu şiirlerde işlenmiş ve oldukça güzel eserler ortaya konmuştur.
Halk Edebiyatında tevhit
Yazarları genellikle bilinmeyen ve halk arasında sözlü olarak nesilden nesile aktarılan hikâye, destan, türkü, mani, bilmece, masal, atasözü gibi çeşitler anonim halk edebiyatının kaynaklarını teşkil etmektedir. Bunların içinde en eski dönemlere kadar dayanan destanlar özellikle İslamiyet’in kabulünden sonra dinî bir nitelik kazanmıştır. Destanların dışında anonim halk edebiyatının diğer türleri olan mani ve ninnilerde de Allah Teala’nın varlığına ve birliğine dair ifadeleri görmekteyiz.
Tekke edebiyatında ise Allah Teala’nın varlığı ve birliği konularının işlendiği nazım türüne ilahi denilmektedir. Allah Teala’nın varlığını, birliğini, yücelik ve kudretini anlatan ve telkin eden bu şiirler klasik Türk edebiyatındaki tevhit türünün karşılığıdır. Şiirlerinin nerdeyse tamamına yakınını Allah aşkı ile söyleyen Yunus Emre, Allah Teala’nın varlığını, birliğini, yüceliğini sık sık dile getirmiştir. Aşağıdaki şiir kelime-i tevhide dairdir:
Müminin kalbini yuyup arıdan
Lâ ilâhe illalâhdur ya nedür
Afv idüp cehennem nârın eriden
Lâ ilâhe illalâhdur ya nedür
Netice itibarıyla edebiyatımızın her alanında pek çok İslami unsurun yanında doğrudan doğruya tevhide dair eserlere yer verilmiş; Allah Teala’nın varlığı, birliği, isimlerini ve sıfatları farklı şekillerde ele alınmıştır.